31 Aralık 2021

Aralık Filmleri

 



Aralık ayında izlediğim filmler ve puanlarım:






Spencer 7




Film isimlerinin üstüne tıklayarak, o filmle ilgili detaylara ulaşabilirsiniz.

2021'de izlenen film adedi: 150


30 Aralık 2021

Spider-Man: No Way Home

 


Spoiler vermeden bu filmin yazısı nasıl yazılır bilemiyorum ama deneyeyim. Siz yine de mümkün olduğunca senaryo hakkında hiçbir şey bilmeden filmi izlemeye gidin. Jon Watts'ın "home" üçlemesinin son halkası ikinci filmin kaldığı yerden başlıyor. Spider-Man Peter Parker kimliğinin ortaya çıkması sonrasında, bu durumun yarattığı problemlerle uğraşıyor. Yakın arkadaşlarının ve halası May'in de bu ifşaattan olumsuz etkilendiğini görünce, Avengers'dan arkadaşı Doctor Strange'ten yardım istiyor. Filmin ilk yarısı bittiğinde düşüncelerim "eğlenceli, komik, güzel" şeklindeydi. Ama ikinci yarıda öyle şeyler oluyor ki film "muh-te-şem" boyutuna doğru yükseliyor. İkinci yarıda sinemada oturduğum koltukta birkaç kere sesli bir şekilde "hadi canım, yok artık" dedim. Sonra da kendimi bu yoğun duygusallık, coşku, eğlence sarmalına bıraktım. İçimdeki on yaşındaki oğlan çocuğu bazı sahneleri ellerini çırparak izledi. 

Eğer benim gibi 2002 yılında Sam Raimi’nin yönettiği ilk filmden başlayarak tüm Spider-Man filmlerini izlemiş bir Spider-Man hayranıysanız bu filmi izlerken yağlarınızın erimemesi imkansız. Evet doğrudur, film birçok nostaljik öğe içeriyor. Ama fan servisi yapılacaksa da işte böyle yapılmalı. Filmdeki nostaljik unsurlar “bakın bu da vardı” diye şöyle bir görünüp sonra kaybolmuyorlar, bir amaca hizmet ediyorlar, filmin anlatmak istediği hikayeye katkıda bulunuyorlar. Senaryoyu yazanlar Spidey hayranlarını mest edecek sürprizleri oraya buraya yerleştirmeyi ihmal etmemişler, ama aynı zamanda karaktere ve yıllardır onu izleyerek büyüyenlere gerçekten saygı duyan bir iş var karşımızda. Bayıldım! 

Benim Notum: 9 / 10





29 Aralık 2021

The Rescue

 


Bir gerçek olay iyi anlatıldığı zaman, ortaya çıkan belgesel değme kurgu hikayelerden daha sürükleyici ve daha gerilimli olabiliyor. The Rescue buna iyi bir örnek. Daha önce Free Solo ile en iyi belgesel Oscar’ı alan Jimmy Chin ve Elizabeth Chai Vasarhelyi’nin çektiği film 2018 yılında Tayland’da bir mağarada mahsur kalan 12 genç futbolcu ve antrenörlerinin inanılmaz kurtarılma hikayesini anlatıyor. Ben olayı haberlerden hatırlıyordum ama belgeseli izledikten sonra bu kurtarma operasyonu ile ilgili bilmediğim ne kadar çok detay olduğunu fark ettim. 

Filmin yapımcıları Tayland ordusundan ve mağara dalgıçlarından elde ettikleri daha önce hiç görülmemiş yüzlerce saatlik arşiv görüntülerini tarayarak ortaya soluk soluğa izlenen bir belgesel çıkartmışlar. Hikayenin sonunu bilmeme rağmen baştan sona koltuğumun kenarında doğrularak izledim. Bu belgesel önümüzdeki aylarda National Geographic kanalında yayınlanacak, denk gelirseniz sakın kaçırmayın.     

Benim Notum: 8 / 10  

19 Aralık 2021

West Side Story

 


Elli yıla yaklaşan yönetmenlik kariyeri boyunca Steven Spielberg birçok farklı türde film yaptı, ancak West Side Story onun müzikal daldaki ilk girişimini temsil ediyor. 1961 yapımı Oscar'lı filmin yeniden çevriminde Spielberg bir yandan ilk filme saygı duruşunda bulunmayı ve onu yüceltmeyi ihmal etmezken, bir yandan da bir klasiği daha da geliştirmeyi başarıyor. Bu, "yeniden çekmeye ne gerek vardı" dedirtmeyecek nadir remake'lerden. Spielberg'in filmi özellikle görüntü yönetmenliği ve oyunculuk departmanlarında ilk filmin seviyesinin üzerine çıkmayı dahi beceriyor.

Bu yazının başına oturmadan önce 1961 yapımı filmi bir kez daha izledim. İki versiyon arasındaki farklar çok açık. Orjinal film daha çok bir sahne performansının kameraya çekilmiş hali gibi. Yani kalabalık bir oyuncu kadrosu sahnede hünerlerini sergiliyorlar ve bir kamera da sanki seyircilerin olduğu bölüme konmuş, sahnedeki şovu kaydediyor. Steven Spielberg'in versiyonu ise çok daha üç boyutlu, kamera yerinde durmuyor, oyunculara yaklaşıyor, onların aralarında dolaşıyor. Elbette bunda gelişen sinema teknolojisinin payı inkar edilemez. Ama bu yeni film çok daha fazla sinema lezzeti barındırıyor. Hele bir "America" şarkısı var ki... Neredeyse 100'e yakın kişinin sokakta aynı anda dans ettiği bu görkemli bölüm bile filmi izlemek için tek başına bir sebep bence.  

2021 yapımı Batı Yakasının Hikâyesi görüntü yönetimi, prodüksiyon tasarımı, kostümleri, koreografisi ve müzikleriyle mükemmel bir iş. Bu asla cepleri dolduralım motivasyonuyla kotarılmış ruhsuz bir para kapma aracı değil. Spielberg'in filmi, göz alıcı bir eğlence, tam bir sinema olayı. Sinemanın en büyük klasiklerinden birinin bile, gişe rekorları kıran bir film yapmaktan çok bir "film" yapmakla ilgilenen usta bir yönetmenin elinde yeni bir hayat bulabileceğini kanıtlayan özel bir proje.

Benim Notum: 8,5 / 10





17 Aralık 2021

The Power of the Dog

 


Neredeyse 30 yıl önce The Piano ile tanıyıp sevdiğimiz ve o zamandan beri de pek ortalarda görünmeyen Yeni Zelandalı yönetmen Jane Campion bu seneki ödül sezonunun favorilerinden olacak bir film ile geri dönüyor. Venedik Film Festivalinde en iyi yönetmen ödülü ile alan film, bu hafta başında açıklanan Altın Küre adaylıklarında da neredeyse her majör kategoride ödüle aday oldu: en iyi film, en iyi yönetmen, en iyi erkek oyuncu, en iyi kadın oyuncu, en iyi yardımcı erkek oyuncu, en iyi senaryo ve en iyi müzik. 

1920'lerin Montana'sında geçen The Power of the Dog modern bir western tadında başlayıp ağır tempolu bir psikolojik dramaya hatta gotik bir gerilime evriliyor. Jane Campion ustası olduğu karakter gelişimine ağırlık verirken bir tablo güzelliğindeki geniş plan doğa görüntülerini de bol bol kullanıyor. Benedict Cumberbatch'in başrolde oynadığı The Power of the Dog yavaş tempolu bir film. Biraz festival filmi havasında. İyi çekilmiş ve iyi oynanmış. Ancak, birçok mücadele ve “aksiyon” içsel olarak ceryan ettiğinden, iki saati aşan uzunluğunu haklı çıkaracak yeterince malzeme yok. Ama sabredip sonuna kadar izleyebilirseniz, finalde taşlar yerine oturuyor, bazı halkalar tamamlanıyor. 

Benim Notum: 7,5 / 10

12 Aralık 2021

The French Dispatch

 


Sinema dünyasının en kendine has yönetmenlerinden Wes Anderson'a ben yıllardır biraz mesafeli yaklaşmaktaydım. Onun o aşırı stilize tarzı bende hep bir soğukluk etkisi yaratıyordu. Ancak bu kez, belki de ne ile karşılaşacağımı bilerek sinemaya gittiğimden, ilk defa bir Wes Anderson filminden keyif aldım. Üstelik de The French Dispatch yönetmenin en "Wes Anderson'vari" filmi. Muhterem bu kez cephanelikte ne varsa hepsini üstümüze salmış.

Fransa'da yayınlanan The French Dispatch adlı hayali bir dergiyi tanıtarak başlayan film, daha sonra derginin sanat, politika, yemek gibi farklı bölümlerinde yayınlanmış makalelerden uyarlanmış üç ayrı hikayeyi sırayla perdeye getiriyor. Wes Anderson bu hikayeleri anlatırken elbette yine görsel stiliyle ön plana çıkıyor. Simetrik kadrajlar, farklı açılar, sağdan sola ya da aşağıdan yukarıya kayan kamera hareketleri, farklı çerçeve oranları (aspect ratio), siyah-beyaz başlayıp renkliye geçme gibi biçimsel sıçramalar film boyu devam ediyor. Bu çılgın imajlar festivali zaman zaman seyirciyi yorsa da, genelde hoş gözüküyor. Bu kez anlatılan öykülerin de oldukça ilgimi çektiğini söyleyebilirim, özellikle ressam bir mahkum ile gardiyanın aşkını anlatan ilk hikaye. Fransız kültürüne bir saygı duruşunda bulunduğu açık olan filmde henüz ilk sahneyle başlayan referanslar, film boyunca yedinci sanatın birçok akım ve türüne değinerek devam ediyor. Ve son tahlilde bir "sinefil ziyafeti"ne dönüşüyor.

Benim Notum: 7,5 / 10 
   

10 Aralık 2021

Spencer

 



Pablo Larraín'in yönettiği Spencer, Prenses Diana'nın (yani gerçek adı ile Diana Spencer'ın) kraliyet ailesi ile birlikte Sandringham şatosunda geçirdiği üç günlük bir Noel tatilini anlatıyor. Yıl doksanların başıdır ve Lady Di artık  Prens Charles ile boşanma aşamasına gelmiştir. Bulimia adlı yeme bozukluğundan mustarip genç kadın, bir yandan kocası Charles’ın ihanetiyle bir yandan da geleneklerin ve kraliçenin baskısıyla başa çıkmaya çalışmaktadır.

Pablo Larrain tıpkı bir önceki filmi Jackie'de olduğu gibi yine gerçek hayattan yüksek profilli bir kadın karakteri alıyor ve onun psikolojik durumuna odaklanıyor. Bu alışılagelmiş bir hikaye şablonuna sahip, kadrodaki önemli şahsiyetlerin çarpıcı laflar ettiği, arka arkaya olayların cereyan ettiği geleneksel bir biyografik film değil. Öyle ki, Kraliçe Elizabeth filmde toplam beş dakika filan görünüyor, Prens Charles da taş çatlasın on dakika. Hayal ile gerçek arasında dolaşan anlatı, Diana’nın içine düştüğü ruh halini ön plana çıkartırken zaman zaman bir gerilim formatına bile bürünüyor. Yönetmen Diana’nın kapana sıkışmışlığını ve kapatıldığı kafeste nefessiz kalışını seyirciye birebir yaşatmayı amaçlıyor. Ve bunu başarıyor da.

Bir zamanlar Twilight serisinin Bella Swan'ı olarak şöhrete kavuşan Kristen Stewart, son yıllarda daha çok küçük bütçeli bağımsız filmlerde boy göstererek oyunculuğunu ön plana çıkarmaya ve kendini farklı bir yere konumlandırmaya çalışıyordu zaten. Spencer'daki performansı ile amacına ulaşmış gibi görünüyor. Kristen Stewart bu senenin en iyi kadın oyuncu Oscar'ının en güçlü adayı konumunda şu anda. Ben iyi oyuncu olduğunu kabul etsem de bu filmde kendini biraz fazla zorladığını düşünüyorum. "Rolün içinde kaybolmak" diye bir deyim vardır. Ben burada rolünün içinde kaybolduğunu hissetmedim, tam tersi o kafasını yana eğerek süzüldüğü, ya da fısıldayarak konuştuğu her sahnede "Kristen Oscar için bastırıyor" dedim içimden.

Benim Notum: 7 / 10

  

30 Kasım 2021

Kasım Filmleri

 



Kasım ayında izlediğim filmler ve puanlarım:







Finch 6,5

Lamb 6,5



Nine Days 6


Film isimlerinin üstüne tıklayarak, o filmle ilgili detaylara ulaşabilirsiniz.

2021'de izlenen film adedi: 141

29 Kasım 2021

King Richard

 


King Richard, tenis dünyasının yıldız isimleri Venus ve Serena Williams kardeşlerin zirveye giden yolculuklarını anlatıyor. Ama bunu yaparken odağına kız kardeşleri değil, onların babaları Richard Williams'ı alıyor. Yoksul bir aileden gelen ve hayatı boyunca ABD'deki ırk ayrımcılığı ile yüzleşen Richard, kızları için doğumlarından itibaren bir plan tasarlıyor: onları bir gün tenisin bir numarası yapmak ve adlarını tarihe yazdırmak. Beyazların hakimiyeti altındaki bir spor dalında bu planı gerçekleştirmek ne kadar zor olsa da, Richard kızlarının gelişimi ile ilgili bütün detayları en ince ayrıntısına kadar bire bir takip ederek hayalini adım adım hayata geçiriyor. Tabii zaman zaman aşırı zorlayıcı ya da geçimsiz olma pahasına.

Daha önce pek adını sanını duymadığımız Reinaldo Marcus Green'in yönettiği filmde Will Smith performansı ile parlıyor. Sakalları ve hafif kambur postürü ile fiziksel olarak da bir tranformasyon geçiren aktör, bu seneki Oscar'larda en iyi erkek oyuncu adaylığına doğru gümbür gümbür ilerliyor.

Filmin yapımcılığını Williams kardeşler üstlenmiş. Bu nedenle izlediğimiz hikayenin objektifliği konusunda şüphe duymamız doğal. Filmde Richard kızlarını her daim destekleyen ve onların potansiyellerine ulaşmaları için elinden geleni ardına koymayan bir baba olarak tasvir ediliyor ama böylesine inatçı ve kontrol manyağı bir baba ile büyümenin mutlaka verdiği bazı hasarlar da olmuştur; biz onları göremiyoruz. Gerçek yaşam öyküsü bir Hollywood masalına dönüştürülürken o hasarlar sanki bilinçli olarak gözümüzden uzak tutulmuş.

Benim Notum: 7 / 10

    

28 Kasım 2021

Last Night in Soho

 


Edgar Wright’ın yönettiği Last Night in Soho, büyük şehre moda tasarımı okumaya gelen taşralı genç kız Ellie’nin şehre ve hayata tutunma hikâyesi gibi başlıyor. Ellie rüyalarında çok sevdiği 1960’lar Londra’sına gidiyor ve orada bir şarkıcı kız ile tanışıyor. Geçmişe yapılan bu gizemli yolculuklar esnasında karanlık bir sırrın da ortaya çıkması ile birlikte hikaye önce bir polisiyeye sonrasında ise sıkı bir korku gerilim filmine dönüşüyor. Türler arasında gezinmeyi seven yönetmen Edgar Wright, müzikleri, kurgusu, sanat yönetimi ve özellikle de renk kullanımı ile yine müthiş bir atmosfer yaratmayı başarıyor. 

Daha önceleri hep yan rollerde görmeye alıştığımız ve en son geçen sene Jojo Rabbit’te izlediğimiz Thomasin McKenzie, Ellie rolünde dikkat çekici bir performansa imza atıyor ve artık bir filmi tek başına omuzlayabileceğini gösteriyor. 60’lı yıllara bir güzelleme gibi başlayan ama şaşırtıcı bir finale doğru ilerleyen Last Night in Soho, dönem ruhunu yansıtan detayları ve yarattığı atmosferi ile senenin izlenmeyi hakeden yapımlarından.

Benim Notum: 7,5 / 10

31 Ekim 2021

Ekim Filmleri

 



Ekim ayında izlediğim filmler ve puanlarım:

Dune 8




Titane 7

Old Henry 7


The Guilty 6,5

Blue Bayou 6,5

Copshop 6,5



Film isimlerinin üstüne tıklayarak, o filmle ilgili detaylara ulaşabilirsiniz.

2021'de izlenen film adedi: 130


Dune

 


Kanadalı Dennis Villeneuve için "yaşayan yönetmenler arasında en beğendiğim" demem boşuna değil. Düşünsenize adamın 2011'den beri çektiği bütün filmler (sırasıyla Incendies, Prisoners, Sicario, Arrival ve son olarak Blade Runner 2049) hep benim o yılın en iyileri listeme girdi. Özellikle son iki filminde bilim-kurgu janrındaki ustalığını da hayranlıkla izledikten sonra, Frank Herbert'in artık klasikleşmiş bilim-kurgu romanının sinema uyarlamasında neler yapabileceğini görmeyi sabırsızlıkla bekliyorduk. Beklediğimize de değmiş: Bir Villeneuve filmi daha benim "senenin en iyileri" listeme girecek, orası kesin. Ama sanırım çok üst sıralarda olamayacak, onun da nedenine birazdan geleceğiz.   

Pandemi nedeniyle, Warner Bros şirketi 2021'deki filmlerinin aynı gün Amerika'da streaming platformu HBOMax'te de yayınlanacağını duyurunca buna en çok isyan eden Dennis Villeneuve olmuştu. Filmi bir IMAX salonunda izledikten sonra ona hak vermemek elde değil. Dune mümkün olan en büyük perdede ve çok iyi bir ses sistemi ile izlenmesi gereken bir film, tam anlamıyla görsel ve işitsel bir ziyafet. Yönetmen Villeneuve özellikle ölçeklendirme konusunda ilginç bir şey yapıyor: perdede büyük bir bina, büyük bir uzay aracı ya da büyük bir canavar izleyeceğimiz zaman aynı karenin içine çok daha küçük bir ayrıntıyı, örneğin koşuşturan insanları da yerleştiriyor. Böylece o objenin devasalığı çok daha dikkat çekici bir şekilde önümüze geliyor. Filmin görsel efektler departmanı ayrı bir tebriki hak ediyor. Filmde belki de binlerce bilgisayarda üretilmiş efekt var, ama sanki hiç CGI yokmuş gibi hissediyoruz. Dune bizi bambaşka bir dünyaya götürürken, izlediğimiz hiçbir şey bize yapay ya da plastik gelmiyor. Sanki biz de oradayız ve her şey dokunup hissedebileceğimiz kadar organik ve gerçek.

Dune bu senenin en iyi filmlerinden biri ama bir eksiği var: çok iyi bir filmin sadece ilk yarısını izliyoruz. Film başlayıp da perdede "Dune Part 1" yazısını görünce "nasıl yani" dedim içimden. Çünkü filmin pazarlaması böyle yapılmamıştı, sinemalarda gösterime girdiği güne kadar biz onu "Dune" diye biliyorduk. Şimdi ise çekileceğinden yüzde yüz emin bile olmadığımız bir Part 2'yi beklemek zorundayız. Üstelik de Part 1 kendi içinde bütünlüğü olan bir hikaye değil (mesela Lord of the Rings bölümleri öyleydi). Bir macera tam ortasında zart diye kesiliyor ve biz izleyiciler askıda bırakılmış bir şekilde öylece kalakalıyoruz. Sinema salonundan çıkarken de lezzetli bir yemeğin tam ortasındayken tabak önümüzden alınmış gibi hissediyoruz. Sırf bu nedenle, aslında daha da yüksek bir notu hak eden filmin puanını biraz kırmak zorunda kaldım. Belki ikinci bölümü izleyip (o da inşallah çekilirse), lezzetli yemeği tamamladıktan sonra geri dönüp tekrar değerlendirebilirim.  

Benim Notum: 8 / 10

9 Ekim 2021

No Time to Die


Pandemiden etkilenen ilk büyük stüdyo filmlerinden biri No Time To Die idi. Normalde 2020 ilkbaharında gösterime girmesi gereken bu 25. Bond filminin vizyon tarihi tam dört kez ertelendi. Daniel Craig'i son kez 007 rolünde izleyeceğimiz bu Bond macerası nihayet sinemalarımızda, hem de ABD'den bir hafta önce. 1977'deki The Spy Who Loved Me'den bu yana çıkan tüm Bond filmlerini sinemada izlemiş bir sinemasever olarak tedbirimizi alıp, maskemizi takıp, IMAX salonunda yerimizi aldık elbette. Dev  perdede film izlemeyi de özlemişiz vesselam. 

No Time To Die, Daniel Craig dönemine şık bir veda olmuş. True Detective dizisinden hatırladığımız yönetmen Cary Joji Fukunaga, bir Casino Royale seviyesine çıkamasa da, Bond hayranlarını tatmin edecek bir eğlencelik yaratmayı başarmış. Filmin hemen başında o güzel İtalyan kasabasında geçen nefes kesici açılıştan itibaren havaya giriyoruz. Aksiyon sahneleri ve özellikle de araba takip bölümleri çok başarılı. Bir de o kadar çok nostaljik öğe var ki (Bond müziği, Aston Martin, teknolojik oyuncaklar, egzotik mekanlar, smokin, Martini, vs..) bu rüzgara kapılıp gitmemek imkansız. Filmin sonunda ise oldukça duygusal bir finalin sizi beklediğini söyleyebilirim. En sevdiğim Daniel Craig'li Bond filmi hala Casino Royale olsa da, No Time To Die da üst sıralara oynar.

Benim Notum: 7,5 / 10


 

30 Eylül 2021

Eylül Filmleri

 



Eylül ayında izlediğim filmler ve puanlarım:


CODA 7,5

Stillwater 7,5

Free Guy 7

Candyman 7


Malignant 7

Old 6,5

Respect 6,5


Together 6,5

Kate 6


Annette 6



Film isimlerinin üstüne tıklayarak, o filmle ilgili detaylara ulaşabilirsiniz.

2021'de izlenen film adedi: 119


25 Eylül 2021

Shang-Chi and the Legend of the Ten Rings

 


Son bir senedir sinema salonunda izlediğim ikinci film olan Shang-Chi and the Legend of the Ten Rings, Marvel sinematik evrenindeki yeni fasılın başlangıcını temsil ediyor. Dört haftadır Amerika gişe hasılatı listesinin zirvesinde yer alan (Türkiye box office listesinde de iki hafta bir numarada kaldı) filmi iki bölüme ayırarak değerlendirmek lazım. Filmin ilk yarısı Marvel filmlerinde şimdiye kadar gördüğümüz en başarılı aksiyon sahnelerini bize sunuyor. Bu ilk bölümde müthiş bir koreografi ile oluşturulmuş uzakdoğu dövüş sanatlarını içeren sahneler adeta bir baleyi andırıyor. Sürekli titreyen bir kamera yerine, kimin ne yaptığını rahatlıkla seçebildiğimiz geniş plan çekimler 70'lerin Bruce Lee filmlerini ya da daha yakın zamanlardan Crouching Tiger Hidden Dragon'u hatırlatıyor. 

Daha önce The Glass Castle ve Just Mercy gibi çok daha düşük bütçeli, karakter ağırlıklı filmlerle tanıdığımız yönetmen Destin Daniel Cretton, Shang-Chi'de de aslında işleri basit tuttuğunda ve ayakları yere basan bir hikaye anlattığında daha başarılı sonuçlar alıyor. İkinci yarıda ise -artık stüdyonun zorlamasıyla mıdır bilinmez- film o güzelim koreografili yumruk yumruğa dövüş sekanslarını bir kenara bırakıp klasik Marvel formülünü uygulamaya karar veriyor. Bu bölümde bol bilgisayar efektli, bol uçan kaçan yaratıklı, bol patlamalı çatlamalı sahneler filmin özgünlüğünü de bir nebze zedeliyor.

İkinci yarıdaki hafif düşüşe rağmen sinemadan memnun ayrıldım. Tıpkı filmde canlandırdığı Shang-Chi (ya da Shaun) karakteri gibi kendisi de küçük yaşta Çin'den Amerika'ya göç etmiş Simu Liu yepyeni bir aksiyon yıldızı olarak parlıyor. Tamamı Asya kökenli oyunculardan oluşan bu yetenekli kadronun Marvel evreninde bundan sonra neler yapacağını merakla bekliyorum.

Benim Notum: 7,5 / 10 

17 Eylül 2021

CODA

 


CODA işitme engelli ebeveynlerin çocuğu anlamına gelen bir terim (Child of Deaf Adults). Ama aynı zamanda bir müzik terimi. Filmi seyredince, bu çift anlamlı kelime tercihinin bilinçli olduğunu anlıyoruz. Çünkü hikayesini izlediğimiz lise son sınıf öğrencisi Ruby bir yandan tamamı işitme engelli olan ailesinin (annesi, babası ve büyük kardeşi) balıkçılık işinde onlara yardımcı olmaya çalışırken bir yandan da büyük şehirde müzik eğitimi alma hayalinin peşinden koşuyor.

Yazar yönetmen Siân Heder klişe denilebilecek bir büyüme hikayesinden, ilgi çekici bir film çıkartmayı başarmış. Bunu da oyuncularının samimi performanslarına ve gerçekçi bir senaryoya borçlu. CODA  işitme engellilerin dünyasını onların gözünden görmemi sağlayan bir film oldu. Özellikle bir konser sahnesi var ki, çok etkileyici.  

Benim Notum: 7,5 / 10
 

6 Eylül 2021

The Green Knight

 


David Lowrey daha önce The Ghost Story ve Pete's Dragon gibi ilginç filmlere imzasını atmış vizyoner bir yönetmen. Bu kez orta çağda Kral Arthur döneminde geçen bir halk efsanesine kendi müstesna yorumunu getirmiş. 

The Green Knight öncelikle enfes görüntüleri ile dikkat çekiyor. Filmdeki neredeyse her bir kare özenle çekilmiş. Set dizaynları, kostümler, müzik gibi ayrıntıların hepsi birinci sınıf. Ancak ne yazık ki, aynı övgüleri anlatılan hikaye için söylemek zor. David Lowrey özenerek bir fantastik dünya yaratmış ve bizi bu dünyanın içine girmeye davet ediyor. Ama senaryo A noktasından B noktasına gideyim derken yolu çok uzatıyor. Filmdeki her gerçek üstü detayı anlamaya çalışmak insanı yoruyor. Lowrey enerjisinin tümünü atmosfer yaratmaya harcamış, etkileyici bir atmosfer kurmayı başardığı da kesin. Ancak keşke hikayeyi daha sürükleyici, daha anlaşılır kılmak için de biraz uğraşsaymış.

Benim Notum: 7 / 10       

 

31 Ağustos 2021

Ağustos Filmleri

 


Ağustos ayında izlediğim filmler ve puanlarım:





Zola 6,5


F9 6



Film isimlerinin üstüne tıklayarak, o filmle ilgili detaylara ulaşabilirsiniz.

2021'de izlenen film adedi: 104


29 Ağustos 2021

Pig

 


Senenin en büyük sürprizlerinden biri diyebileceğim Pig'de, Nicolas Cage Oregon ormanlarında tek başına yaşayan Rob isimli bir trüf mantarı avcısını canlandırıyor. Rob'un en güzel trüfleri bulmasına yardımcı da olan çok sevgili domuzu bir gece kimliği belirsiz kişilerce kaçırılıyor. Rob domuzunu bulmak üzere yıllar sonra şehre iniyor. Ancak bu yolculuk sırasında geçmişi ile ilgili detaylar da bir bir ortaya çıkmaya başlıyor.

Filmin ilk 15 dakikasını izlediğinizde ya da yukarıdaki konuyu okuduğunuzda bunun bir tür John Wick hikayesi olduğunu düşünebilirsiniz. Nicolas Cage yumruklarını ve silahlarını konuşturacak, gözü dönmüş bir halde, domuzunu çalanlardan vahşi bir şekilde teker teker intikamını alacak. Ne büyük yanılgı!.. Film tam tersi bir yönde ilerliyor. Nicolas Cage'in muhteşem oyunculuğu eşliğinde çok sakin, iddiasız, ama hayatın anlamı üzerine etkileyici ve beklenmedik derecede dokunaklı bir film izliyoruz. İnsanların hayatlarında değerli bir şey bulmak için zorlandığı, bir arayış uğruna işlerini ya da yaşadığı şehirleri bıraktığı bir zamanda, Cage, anlamı olan bir şeye tutunma konusunda sessiz bir manifesto bırakıveriyor beynimizin köşesine. Özellikle filmin ortalarına doğru bir restoran sahnesi var ki, birkaç kere izlemeye ve üzerinde düşünmeye değer.  

Son yıllarda önüne gelen her projeyi kabul eden Nicolas Cage ne yazık ki bu filmlerin birçoğunda kendini heba ederek, artık neredeyse bir karikatüre dönüşmeye başlamıştı. Yönetmen Michael Sarnoski'nin filmi, doğru bir hikaye ve doğru bir rol ile buluşturulduğunda Cage'in aslında ne kadar yetenekli bir aktör olduğunu bize bir kez daha hatırlatıyor. Pig, Cage'in dehası için bir vitrin.

Benim Notum: 8 / 10

20 Ağustos 2021

The Suicide Squad

 


2016'da çekilen David Ayer imzalı ilk Suicide Squad filmi dünya çapında 750 milyon dolar gişe geliri elde etse de, eleştirmenleri ve çizgi romanın hayranlarını pek tatmin edememişti. Ben de o film ile ilgili bu blogda şöyle yazmışım: "Filmin genel problemi şöyle eli yüzü düzgün, sürükleyici bir olay örgüsüne sahip olmaması. Senaryo o kadar sallapati ki, bir süre sonra bu çatlaklar çetesinin başına ne geldiğini umursamıyoruz. Onların bir takım olabileceğine de asla inanmıyoruz. Sonuç olarak Suicide Squad ilginç olmayan bir hikayeyle ve birbirinden kopuk sahnelerle ilerleyen, duygusuz bir özel efekt şovundan öteye gidemiyor."

Warner Bros beş yıl sonra projeyi bu kez Guardians of Galaxy'nin yönetmeni James Gunn'a emanet etmiş, Gunn'ın "çekerim ama R-rated (yani yetişkinlere yönelik) olacak" şartını da kabul ederek. Yani aslında böylece James Gunn Marvel'dan diğer tarafa, DC'ye geçiş yapmış. Stüdyonun yönetmen seçimi ve onu zincirlerinden kurtarması da çok isabetli bir tercih olmuş. 2021 model The Suicide Squad ilk filmde eksik olan neredeyse her şeyi yerine koyuyor. İyi yazılmış sürükleyici bir senaryo, kalabalık bir kadroya rağmen her karakterin hak ettiği karakter gelişimine sahip olması, başta Idris Elba (Bloodshot) olmak üzere çok iyi oyunculuklar bizi perdede izlediğimiz maceraya kilitliyor ("perdede izlediğimiz" ifadesini özellikle seçtim, The Suicide Squad tam bir sene aradan sonra bir sinema salonunda izlediğim ilk filmdi).  

Pandemi nedeniyle The Suicide Squad muhtemelen ilk filmin ulaştığı gişe rakamlarına erişemeyecek. Ama kesinlikle bu çok daha iyi bir film. Şöyle anlatayım: ilk filmi izledikten sonra sinemadan çıkarken o birbirinden kopuk grubun bundan sonra ne yapacağı umurumda bile değildi. Ama The Suicide Squad'ı izledikten sonra bu tuhaf ama eğlenceli çetenin bir sonraki maceralarını görmeyi dört gözle bekliyorum.

Benim Notum: 8 / 10

31 Temmuz 2021

Temmuz Filmleri

 


Temmuz ayında izlediğim filmler ve puanlarım:


Pig 8



Undine 7


Black Widow 6,5






Film isimlerinin üstüne tıklayarak, o filmle ilgili detaylara ulaşabilirsiniz.

2021'de izlenen film adedi: 96


24 Temmuz 2021

A Quiet Place Part II

 


Üç sene önceki A Quiet Place herkesi çok şaşırtmıştı. Komedi dizisi oyunculuğundan gelip yönetmenliğe soyunan John Krasinski bu ilk büyük bütçeli filminde basit bir konseptten sıkı bir gerilim çıkartmayı başarmıştı. Post apokaliptik bir gelecekte, sese aşırı duyarlı bir takım canavarlara karşı hayatta kalma mücadelesi veren bir ailenin hikayesinin anlatıldığı filmde sessizlik filmin ana oyuncularından biri haline dönüşüyor, sinema salonlarında seyirciler mısırlarını hışırdatamadan perdeye kitlenip kalıyorlardı. Film aynı yıl ses kurgusu dalında Oscar'a da aday olmuştu.

John Krasinski öncelikle devam filminde de aynı seviyeyi koruyabildiği için bir tebriği hak ediyor. Çok başarılı korku filmlerinin ikincisi çekildiğinde genelde zorlama bir hikaye yazılır, seyirciye de "bunu çekmeye gerek var mıydı" dedirtilir. Burada ise öyle olmuyor. Part II, öncelikle müthiş bir açılış sekansıyla bizi olayların başlangıcına yani Gün 1'e götürüyor. Sonrasında da ilk filmin tam kaldığı yerden hikayeyi alıp yine ilginç açılımlarla gerilimi sürdürüyor. Hatta belki gerilimi bir tık yukarıya taşıyor bile denilebilir. İlk filmde ailenin işitme engelli kızı rolünde dikkatleri üzerine çeken Millicent Simmonds burada iyice hikayenin merkezine yerleşiyor ve tüm hikayeyi sürüklemeyi başarıyor. Filmdeki gerilim duygusu "anlatılmaz yaşanır" denilecek cinsten. Özellikle sonlara doğru hikaye üç kola ayrılıyor. Bu bölümlerde bazen üç farklı ve yüksek tansiyonlu olay birbirine paralel bir kurguyla veriliyor. Buralardaki sahne geçişlerinde yönetmenin dahice buluşları alkışı hak ediyor. 

Şu anda Türkiye sinemalarında da gösterimde olan A Quiet Place Part II büyük perdede izlenmeyi hak eden bir film. Eğer uzun bir ayrılıktan sonra sinema salonlarına dönmeyi planlıyorsanız, mükemmel bir seçim olabilir. Elbette aşınızı olduktan ve kurallara uyduktan sonra.    

Benim notum: 8 / 10

 

30 Haziran 2021

Haziran Filmleri

 


Haziran ayında izlediğim filmler ve puanlarım:


Luca 7,5

Cruella 7


Ferry 7

Minamata 7

Monster 6,5


Fatherhood 6,5

Wish Dragon 6,5




Censor 6

Film isimlerinin üstüne tıklayarak, o filmle ilgili detaylara ulaşabilirsiniz.

2021'de izlenen film adedi: 85


27 Haziran 2021

Luca

 


Pixar Disney ortaklığının yeni ürünü Luca 1950'li yıllarda İtalya'nın güneyindeki bir sahil kasabasında geçiyor. Aslında deniz yaratıkları olan ama mekanizmasını tam da anlayamadığımız bir şekilde karaya çıktıklarında normal çocuklara dönüşen Luca ve Alberto isimli iki arkadaşın kasabadaki maceralarını izliyoruz. 

Artık Pixar filmlerinde alışageldiğimiz üzere film görsel açıdan yine muhteşem. O deniz, sahil ve kasaba görüntüleri insana "şimdi hemen işi gücü bırakıp o İtalyan kasabasına ışınlansam ve orada yaşasam" dedirtiyor. Luca ve Alberto'nun maceraları da yeterince eğlenceli ve ilgi çekici. Ancak anlatılan hikayede Pixar'ın son yıllardaki Up, Inside Out, Coco ya da Soul gibi yapımlarında gördüğümüz derinlik ve duygu yoğunluğu yok. 

Sonuç olarak Luca Pixar'ın en iyi işlerinden biri olmasa da keyifli zaman geçirten, renkli, eğlenceli, sevimli bir aile animasyonu. Yürek ısıtan tam bir yaz filmi. Bir de, filmin başından kalktığınızda "makarna olsa da yesek" diyeceğiniz kesin.

Benim notum: 7,5 / 10

31 Mayıs 2021

Mayıs Filmleri


Mayıs ayında izlediğim filmler ve puanlarım:




Land 7




Shiva Baby 6,5

Oxygene 6



Film isimlerinin üstüne tıklayarak, o filmle ilgili detaylara ulaşabilirsiniz.

2021'de izlenen film adedi: 71



 

5 Mayıs 2021

Nomadland

 


Nomadland'i Şubat ayında izleyip çok sevmiştim. Geçen hafta en iyi film, en iyi yönetmen ve en iyi kadın oyuncu Oscar'larını alınca, artık bir şeyler yazmak farz oldu. Kopardığı bunca gürültüye rağmen aslında çok sakin, içe dönük, küçük bir film Nomadland. Birkaç sene önceki konjonktür olsa muhtemelen yıl içerisinde bazı festivallerde övgü alır, ama sonra unutulur giderdi. Ama bir yandan değişen Akademi üye profili, bir yandan da pandemi dönemindeki zamanın ruhu sayesinde, bağımsız sinema tadı taşıyan, bu gösterişsiz içsel yolculuk hikayesi Oscar gecesinin galibi olabiliyor. Ne güzel! 

Chloé Zhao'nun senaryosunu yazıp yönettiği film Amerika'da 2008 krizi sonrasında işlerini ve evlerini kaybedip karavanlarda yaşamaya mecbur kalan bir grup evsizin (ama filmde geçen bir replikle "homeless" değil "houseless" insanların) hayatlarına bizi ortak ediyor. Ön planda ise ekonomik zorlukların yanı sıra eşinin ölümünün hüznünü de sürekli yanında taşıyan Fern'ün (Frances McDormand) hikayesi var. Yönetmen Chloe Zhao doğanın içinde kamp yerlerinde yaşayan bu insanların hikayelerini anlatırken çok ilginç bir dengeyi tutturmuş: Film bize hiçbir zaman "haydi her şeyi geride bırakalım, biz de kırlara çıkalım, böyle hippi gibi yaşayalım" demiyor. Çünkü bu hiç de kolay bir hayat değil (kim tuvaletini sürekli bir kovaya yapmak ister). Ama öte yandan bir tür komün hayatı yaşayan, çoğu orta yaşın üzerindeki bu göçebelere asla "zavallılar" gözüyle de bakmıyor.  

Filmde Frances McDormand ve David Strathairn dışındaki tüm karakterler o kamplarda yaşayan gerçek evsizler tarafından canlandırılmış. Bu da filme çok hoş bir yarı-belgesel havası katmış. Yönetmen Chloe Zhao bütün o amatör oyunculardan hayret verici performanslar çıkarmayı becermiş. Özellikle sonlara doğru, kendisi de bir karavancı olan ve görünüş olarak Noel Baba'ya benzeyen Bob Wells'in bir monoloğu var ki, gözlerimizin yaşarmaması mümkün değil.

Söylemeye gerek yok, bu enerji ve aksiyon isteyenlere göre bir film değil. Nomadland, ölüm, yaşam, hayatta kalma ve kayıpların ardından yaşadıklarımıza dair, hiç ajitasyon yapmadan son derece duygusal bir hikaye anlatmayı başarabilen, çok incelikli bir film. 

Benim Notum: 8 / 10

30 Nisan 2021

Nisan Filmleri


Nisan ayında izlediğim filmler ve puanlarım:



The Dry 7

Nobody 7


Supernova 7

The Courier 6,5

Seaspiracy 6,5




Bad Trip 6


Film isimlerinin üstüne tıklayarak, o filmle ilgili detaylara ulaşabilirsiniz.

2021'de izlenen film adedi: 61