23 Kasım 2017

Murder on the Orient Express

Agatha Christie'nin klasik "katil kim" romanı Murder on the Orient Express daha önce defalarca sinemaya ve televizyona uyarlanmıştı. Bunlardan en başarılısı hiç şüphesiz 1974 yapımı Sidney Lumet'in yönettiği filmdi. Altı dalda Oscar'a aday olup, Ingrid Bergman'a da kariyerinin üçüncü ve son Oscar'ını kazandıran film, daha sonra TRT ekranlarında "Şark Ekspresinde Cinayet" adıyla gösterilmişti. Eğer benim gibi televizyonun siyah-beyaz tek kanallı dönemine yetişenlerdenseniz, filmi yakalamış olmanız büyük ihtimal; defalarca gösterildi çünkü. Şimdi o filmden tam 43 yıl sonra bu kez de İngiliz oyuncu/yönetmen Kenneth Branagh bu klasik cinayet hikayesine kendi yorumunu getiriyor. Ve tıpkı 1974 yapımı filmde olduğu gibi neredeyse bütün Hollywood'u bir trene doluşturuyor. Kimler yok ki ekipte: Johnny Depp, Michelle Pfeifer, Penelope Cruz, Judi Dench, Willem Dafoe... Her biri ya Oscar almış ya da Oscar'a aday olmuş bu all-star kadroda, son yılların yükselen yıldızı Star Wars'un Rey'i Daisy Ridley figüran gibi kalıyor.

Kenneth Branagh'ın filmi Kudüs'te geçen oldukça eğlenceli bir açılış sekansıyla başlıyor. Burada ünlü detektif Hercules Poirot'nun bir hırsızlık olayını çözmesini izliyoruz. Sonra hikaye İstanbul'a taşınıyor ve Doğu Ekspresi'nin yolcuları ile tanışıyoruz. Filmin ilk üçte birlik bölümü ilginç karakterler, güzel kostümler, bu nadide trenin göz alıcı iç tasarımları derken ilgimizi ayakta tutmayı başarıyor. "Ah o trende ben de olsaydım" diyorsunuz. Sonra yolculuğun ikinci gecesinde trende bir cinayet işleniyor ve Poirot'nun şüphelilerle bitmek tükenmek bilmeyen sorgulamaları başlıyor. Trenin Yugoslavya'nın sarp yamaçlarında raydan çıkıp kara saplandığı bu bölümde, vagonlarla birlikte sanki film de duruyor.

Kenneth Branagh, Agatha Christie'nin romanına oldukça sadık kalmış. Bu durum o klasik tadı almak isteyenler için olumlu olsa da, daha önceden kitabı okuyanlar ya da benim gibi eski filmi izlemiş olanlarda "e biz bu filmi görmüştük" hissi uyandırıyor. Hikayenin sonundaki çözümlemeye acaba Branagh modern bir "twist" getirir mi diye bekleyenlerin hevesleri kursaklarında kalıyor. Sonuç olarak, hedef seyirci kitlesini belirlemede biraz sıkıntı yaşayan bir film olmuş bu yeni Murder on the Orient Express. Yeni nesil için fazla demode, klasik tadları sevenler için ise elimizde zaten daha önceden yapılmış alası var. Yine de son tahlilde, ışıltılı oyuncu kadrosu, Kenneth Branagh'ın sempatik Poirot tasviri ve şık görüntüleri için izlenebilecek, vasatın üzerinde bir polisiye.

FRAGMAN

Murder on the Orient Express (2017) on IMDb

Benim Notum: 6,5 / 10

19 Kasım 2017

Thor: Ragnarok


Marvel sinematik evrenini takip edenler hatırlayacaklardır, Captain America Civil War'da Thor ve Hulk ortalarda görünmüyordu. İşte onların o sırada ne işler peşinde olduklarını Thor Ragnarok'ta öğreniyoruz. Daha önce düşük bütçeli birkaç film çekmiş olan, sinema dünyasında tanınmasını sağlayan Hunt for the Wilderpeople'da ise o farklı mizah duygusunu sergileme fırsatı yakalayan Yeni Zelandalı yönetmen Taika Waititi yorgun Thor serisine taptaze bir bakış açısı getirmiş. Artık Marvel filmleri beni asla şaşırtamaz diyordum, yanılmışım; Thor Ragnarok şaşırttı.

İlk iki filmde daha çok dünyamızda dolanan, bu arada bir de Jane (Natalie Portman) ile aşk yaşayan Thor, bu kez Yeryüzü'ne pek uğramıyor. Üçüncü filmde, bir yandan "işyerinden arkadaşı" Hulk ile gladyatör savaşlarına girişirken, diğer yandan da  Asgard gezegenine hâkim olmak isteyen hain kız kardeş "ölüm tanrıçası" Hela’ya engel olmaya çalışıyor. Thor Ragnarok öncelikle karşı konulmaz komedi duygusuyla öne çıkıyor. Ama bu genel akışı baltalayan bir komedi anlayışı değil. Yine bu senenin diğer bir "komikli" filmi Guardians of Galaxy 2 ile karşılaştırırsak, Guardians'da sanki komedinin arasına birkaç aksiyon serpiştirilmiş gibiydi. Karakterler sanki sadece espri yapmak için kadroda yer alıyorlardı. Thor Ragnarok öyle değil. Bu gösterişli Hollywood aksiyonu, birçok sahnede kahkahalarla güldürmeyi başarırken, Cate Blanchett'in başarıyla canlandırdığı villain/kötü kadınıyla, ayrıca Grandmaster'dan Valkyrie'ye, Loki'den Korg'a birbirinden ilginç yan karakterleriyle bizi keyifli ve heyecanlı bir maceraya çıkarıyor. Sadece fragmanda değil, filmin de iki ayrı yerinde çok uygun zamanlarda kullanılan Led Zeppelin'den muhteşem Immigrant Song, "gaza getirme" görevini layıkıyla yerine getiriyor.

Eğer sinemaya sadece bir sanat dalı değil, aynı zamanda bir eğlence aracı olarak bakıyorsak (ki öyle), Thor Ragnarok bu işlevi fazlasıyla karşılıyor. Bu yıl başka hiçbir filmde bu kadar eğlendiğimi hatırlamıyorum. Biraz iddialı olacak ama, bu sanıyorum şimdiye kadar en sevdiğim Marvel filmi. İçinizdeki 15 yaşındaki oğlan çocuğu ellerini çırparak izleyecek!..



Thor: Ragnarok (2017) on IMDb


Benim Notum: 8 / 10








11 Kasım 2017

The Salesman


Bu gecikmiş bir yazı, ama geç olsun güç olmasın. Sıradan gibi görünen ailevi meselelerden büyük insan öyküleri çıkarmanın ustası İranlı yönetmen Asghar Farhadi, yine harika bir karakter analizi ile karşımızda. Geçen senenin En İyi Yabancı Film Oscar'ını alan The Salesman, bir travma ile karşı karşıya kalan İran orta sınıfından bir çiftin, bu travma ile baş etmelerini (ya da baş edememelerini) anlatıyor. Bir yandan amatör olarak tiyatro ile ilgilenen Rana ve Emad, bir yandan da yeni taşındıkları evlerine yerleşme telaşı yaşıyorlar. Bir akşam tiyatrodan eve döndüğünde yerde kan izleriyle karşılaşan Emad, eşi Rana'yı bir hastanenin acil servisinde saldırıya uğramış halde buluyor. Önceleri merkezine kadını alacakmış gibi görünen hikaye, giderek adamın geçirdiği psikolojik dönüşüme ve onun erkeklik gururunun yarattığı yıkıma odaklanıyor.

Asghar Farhadi'nin filmlerinde siyah ve beyaz yok, griler var. Ne iyiler yüzde yüz iyi, ne de kötüler katıksız birer canavar. O kamerasını sabırlı bir gözlemci gibi kullanıyor ve öncelikle bir dedektiflik hikayesinin ilmeklerini yavaş yavaş örüyor. Sondaki yüzleşme bölümünde ise dayanılması zor bir gerilimle seyircisini darmadağın ediyor. Bu öyle geleneksel anlamda "acaba perdenin arkasında kim var" tarzı bir gerilim değil. Tamamen karakterlerin kalplerinde ve zihinlerinde olup bitenlerden beslenen bir gerilim. Elbette bu gerilimin yaratılmasında başta kocayı canlandıran (Cannes Film Festivali en iyi erkek oyuncu ödüllü) Shahab Hosseini olmak üzere tüm oyuncuların mükemmel performanslarının payı büyük.  

Günümüzün en ilgiye değer hikaye anlatıcılarından biri olduğunu düşündüğüm Farhadi, daha önceki filmlerinde olduğu gibi karakterlerinin iç çatışmalarını ve duygusal çalkantılarını yine her zerresiyle seyirciye geçirmeyi başarıyor. Kaçırmayın!..


The Salesman (2016) on IMDb

Benim Notum: 8 / 10


3 Kasım 2017

Happy Death Day

Hani bir zamanlar bir Michael Landon vardı, Küçük Ev'deki Charles Ingalls ve Bonanza'daki "Küçük Joe" Cartwright... İşte o Michael Landon'ın oğlu Christopher Landon büyüdü, 32 yaşına geldi de yönetmen oldu. Oğul Landon'ın yönettiği Happy Death Day (Ölüm Günün Kutlu Olsun) bir üniversite kampüsünde geçiyor. Doğum gününün sabahında tanımadığı birinin odasında uyanan Tree (anne-babası hippiydi herhalde), gün içerisinde çeşitli olaylar yaşadıktan sonra, aynı günün akşamında kampüs içerisinde bebek maskeli bir katil tarafından öldürülüyor. Ama ölüp de bulutlara yükselmek yerine, aynı odada aynı yatakta yeniden uyanıyor ve aynı günü yeniden yaşıyor. Sonra yeniden ve yeniden... Her seferinde de günün sonunda bir cinayetin kurbanı oluyor. Bir iki derken, genç kız sonunda katilinin kim olduğunu bulmaya karar veriyor. Artık klasikleşmiş "Groundhog Day" temasıyla "Scream" filmlerinin bir karışımı olarak değerlendirilebilecek Happy Death Day çok da ciddiye alınacak bir yapım değil. Ama işin güzel tarafı şu ki, zaten filmin kendi de kendisini çok ciddiye almıyor. Hatta bir sahnede karakterlerden biri "hey, bu durum aynı Groundhog Day filmindeki gibi" diyor. Film birçok bölümde korkudan ziyade komedi sularında geziniyor. PG-13 sınıflandırması nedeniyle cinayet sahnelerinde şiddet dozu da minimumda tutulmuş. Öte yandan, özellikle başrol oyuncusu Jessica Rothe'un başarılı performansı sayesinde film belli bir düzeyi korumayı ve az da olsa ilgi çekici olmayı başarıyor. Özellikle Tree'nin her sabah yeniden uyanmanın birtakım avantajları da olduğunu farkedip, çeşitli haylazlıklar yaptığı bölüm çok keyifli. Sonuç olarak, senaryodaki bir takım mantık hatalarına ve sızdıran deliklerine rağmen, fazla şey beklenmeden izlenebilecek eğlenceli bir film. Evde birkaç arkadaş bir araya gelip, şamata yaparak izlemek için ideal.

FRAGMAN

Happy Death Day (2017) on IMDb

Benim Notum: 6 / 10