15 Haziran 2017

The Mummy

Tom Cruise ve Russel Crowe gibi A kategorisi aktörler nasıl olmuş da bu filmde rol almayı kabul etmişler hayret. Paranın gözü körü olsun!..

The Mummy, Universal stüdyolarının "aman sinematik evren trenini kaçırmayalım, biz de bir evren yaratıp tüm canavarları toplayalım" diyerek başlattığı Dark Universe serisinin ilk filmi. Daha sonra bu evrene Frankenstein, Dracula, Invisible Man, Doktor Jekyll and Mr.Hyde gibi klasik korku sinemasının tanıdık figürleri de eklenecekmiş. Ama bu kötü başlangıçtan sonra serinin devamı gelir mi, orası bence biraz meçhul.

1999 yapımı Brendan Fraser'lı filmin neredeyse yeniden çevrimi denilebilecek yapımda senaryo yazarları çok da orjinal olmayan şöyle bir anafikir ile yola çıkmışlar. Mumyalanmış eski Mısır firavunlarından birini mezarından kaldıralım, o da etrafa lanet saçsın. Ama bu anafikri destekleyecek bir hikaye oluşturma aşamasında tıkanıp kalmışlar. Filmdeki hiç bir karakterin neyi neden yaptığı anlaşılamıyor. Örneğin mumyamız Tom Cruise'u öldürmek mi istiyor, yoksa sevgilisi olarak yaşatmak mı istiyor belli değil. Sonra eğer onun beynine girip onu istediği gibi yönlendirebiliyorsa, neden üstüne fareler, örümcekler, zombiler vesaire gibi envai çeşit mahlukat gönderiyor?

Hikaye akışı o kadar abuk subuk ve dağınık ki, Tom Cruise'un star ışığı bile filmi bir arada tutamıyor. Kadın başrol oyuncusu Annabelle Wallis daha çok bir televizyon dizisinde oynuyor gibi. Tom Cruise ile aralarında hiçbir kimya yok. Zaten Tom Cruise bu kadını seviyor mu sevmiyor mu, filmin sonuna kadar bu sarsak senaryoda o da tam anlaşılmıyor.

Senaryoya tam altı kişinin elinin değmesi filmin ne yöne gideceği konusundaki kafa karışıklığını açıklıyor olabilir. The Mummy, çeşitli tonlar arasında gidip geliyor: Indiana Jones tarzı bir aksiyon mu, Evil Dead tarzı bir zombi korkusu mu yoksa yeni bir sinematik evrenin tohumlarının atıldığı bir orijin hikayesi mi olacak, bir türlü karar veremiyor ve nihayetinde seyircinin "hiçbiri" seçeneğini işaretlemesiyle bu omurgasız yavanlık son buluyor. Arada tek tek bakıldığında iyi denebilecek bazı aksiyon sahneleri var: örneğin bütün o uçak kazası bölümü, ya da bir ambulansın içinde zombilerden kaçtıkları sahne gibi. Ama bu kopuk kopuk aksiyonların filmin bütünü ile hiçbir organik bağı yok, sanki YouTube'dan bazı ilgi çekici videoları alıp filmin orasına burasına yapıştırmışlar gibi.

The Mummy 125 milyon dolarlık bir hayal kırıklığı ve sanırım Tom Cruise'un en kötü filmi olarak kayıtlara geçecek.

Bu yorumun YouTube videosu

FRAGMAN

The Mummy (2017) on IMDb

Benim Notum: 3,5 / 10

7 Haziran 2017

Wonder Woman


Wonder Woman süper güçlere sahip bir Amazon prensesinin dünya barışını sağlamak için güvenli gizli adasını terkedip 1.Dünya Savaşının en çetin cephelerine yaptığı yolculuğu anlatıyor. Bir kadın kahramanın başrolde olduğu çizgi-roman uyarlamalarını hatırladığımızda Hollywood'un karnesi pek parlak değil: 1984'teki Supergirl'ü izlemiştim ama herhalde o kadar kötüydü ki hafızamda hiç yer etmemiş. 2004'teki Catwoman ve 2005'teki Elektra'da da hayal kırıklıkları devam etmişti. Bu filmlerin IMDb notlarının 4'lerde dolaşması sanırım size bir fikir verir. Buna son yıllardaki DC Comics filmlerinin vasatı aşamaması eklendiğinde, sinemaseverler  ve çizgi-roman severler Wonder Woman filmi için "lütfen bu kez iyi olsun" diye dua eder hale gelmişti. Ama tünelin ucunda ışık vardı, çünkü geçen sene gösterime giren Batman Superman'e Karşı'nın en çok akılda kalan unsuru hiç şüphe yok ki, orada misafir oyuncu olarak ekibe dahil olan ama diğer iki adamı gölgede bırakan Wonder Woman'dı.

Ve bir senelik sabırsız bekleyişten sonra Wonder Woman ilk solo macerasıyla karşımızda. Hepimiz derin bir "oh" çekebiliriz çünkü bu sefer olmuş. Wonder Woman, bence The Dark Knight'tan sonraki en iyi DC filmi. Başarısını da büyük ölçüde harika bir casting'e borçlu. 2004 yılında İsrail güzeli seçildikten sonra sinemaya geçen ve şimdiye yan rollerde sadece endamını göstermekle yetinen Gal Gadot bu kez Wonder Woman'ı tamamen sahiplenmiş. Cennet adasından çıkıp bir dünya savaşının orta yerine düşen Diana rolünde karakterin hem saflığını ve kırılganlığını hem de cengaverliği çok iyi vermiş. Onu o kadar benimsiyoruz ki, filmden çıktığımızda Wonder Woman'ı ondan başkası oynayamazdı diye düşünüyoruz. Chris Pine ile kimyaları da mükemmel. Bu ikilinin uyumu ve inandırıcı oyunları sayesinde perdede gördüğümüz karakterleri önemsiyoruz. Finaldeki artık klişeleşmiş kıyamet günü kapışması dışında aksiyon sahneleri gayet başarılı. Özellikle filmin ortalarında, 1.Dünya Savaşının en şiddetli çatışmalarının yaşandığı bir cephede, Diana'nın siperden kostümlü haliyle çıkıp düşman ateşine karşı sadece kalkanıyla tek başına karşı geldiği sahne benim uzun süredir bir süper kahraman filminde gördüğüm en etkileyici aksiyon sahnesi olarak aklıma kazınacak.

Filmin yönetmeni daha önce 2004 yılında Charlize Theron'a Oscar kazandıran Monster'ı çekmiş olan kadın yönetmen Patty Jenkins. Jenkins insana dair  hikayeler anlatmadaki hünerini bu filmdeki küçük dokunuşlarıyla belli etmiş. Wonder Woman'da yaman aksiyon sekansları az değil, ama bence senaryoyu diğer çizgi-roman uyarlamalarından ayıran en önemli özellik Patty Jenkins'in arada sessiz sakin yavaş sahnelere de yer vermesi. Örneğin savaşın yıkımına uğramış bir köyün meydanındaki romantik dans sahnesi seyircinin şöyle bir soluklanmasını sağlarken, bir yanda da karakterleri daha iyi anlamamıza ve onlara inanmamıza yardımcı oluyor. İsterseniz bana naif deyin ama filmin "insanların içinde normalde iyilik vardır" ve "sevgi nefreti eninde sonunda yener" yönündeki mesajlarını da ben beğendim. Dünya nereye doğru gidiyor diye endişelendiğimiz şu günlerde bence bu tür mesajlara ihtiyacımız var.

Wonder Woman bu filmle sadece dünyayı değil, DC sinematik evrenini de kurtarıyor. Artık birkaç ay sonra gösterime girecek olan Justice League için umutlanabiliriz.

Bu yorumun YouTube videosu

FRAGMAN

Wonder Woman (2017) on IMDb

Benim Notum: 7,5 / 10



2 Haziran 2017

Pirates of the Caribbean: Dead Men Tell No Tales

Karayip Korsanları serisinin bu beşinci filmi için sinema salonundan içeriye girerken, itiraf edeyim, ayaklarım geri geri gidiyordu. Çünkü 2003'te ilk filmin yaptığı parlak çıkıştan sonra, ne yazık ki gelen her devam filmi bir öncekinden daha kötüydü. Son olarak 2011'deki dördüncü bölüm Gizemli Denizlerde gayet ruhsuz ve bol bol saatime bakarak izlediğim bir film olmuştu. Memnuniyetle söyleyebilirim ki, Salazar'ın İntikamı bu talihsiz trendi devam ettirmiyor ve grafiği yukarıya doğru çevirmeyi başarıyor.

Film öncelikle yüksek enerjisiyle dikkati çekiyor. Daha açılıştaki Fast Five'dan apartılmış gibi görünen banka soygunu sahnesiyle başlayan hızlı tempo neredeyse film boyunca hiç düşmüyor. Aksiyonun dozunun biraz düştüğü bölümlerde ise iyi bir mizah duygusundan beslenen komik espriler ilginin devamını sağlıyor. (Örnek: "horologist")

Salazar'ın İntikamı sanki daha önce hiç Karayip Korsanları izlememiş seyirci kitlesi için seriye bir yeni başlangıç fırsatı gibi. Kendi içinde başlayıp biten bir hikayesi var ve ne olduğunu anlamak için mutlaka daha önceki dört filmi izlemiş olmak gerekmiyor. Gerçi senaryodaki karakter ve yan hikaye kalabalığı bir noktadan sonra konuyu çok karmaşık hale getirebiliyor. Ama önceki bölümleri izlemiş olanlar için bazı tanıdık simalarla yeniden buluşmak bu kusuru biraz telafi ediyor.

Normalde filmin yıldızı olması beklenen Johnny Depp bu kez bence bu bölümün en zayıf noktası. Artık otomatiğe bağlamış gibi oynayan aktör, sanki Jack Sparrow'u değil de Jack Sparrow'un bir karikatürünü canlandırıyor. Perdede göründüğü zamanın yarısında sarhoş sarhoş dolaşıyor, diğer yarısında da bir palyaço misali sakarlıklar yapıp duruyor. İlk filmlerde de Jack Sparrow'un eğlendiren komiklikleri vardı ama yeri geldiğinde zekasını kullanıp "vay be" dedirten kahramanlıklar yapardı. Burada ise zekadan eser olmayan son derece silik bir ayyaş olup çıkmış. Filmin kötü adamı Kaptan Salazar rolünde Javier Bardem ise iyi iş çıkarmış.

Amerika'da eleştirmenler Salazar'ın İntikamını nedense hiç beğenmediler. Filmin Rotten Tomatoes notu an itibarıyla %30. Ben aynı fikirde değilim. Belki beklentilerimi çok düşürerek gittiğim için olabilir, ama ben filmi gayet eğlenceli buldum. Hızlı temposu, iyi mizahı ve duygusal finaliyle keyifli bir iki saat geçirdim. Norveçli yönetmenler Ronning ve Sandberg ölmekte olan bir seriye yeniden enerji enjekte etmeyi başarmışlar. En azından bir sonraki film için artık ayaklarım geri geri gitmeyecek, bunu biliyorum.

Bu yorumun YouTube videosu

FRAGMAN

Pirates of the Caribbean: Dead Men Tell No Tales (2017) on IMDb

Benim Notum: 7 / 10