30 Ocak 2018

4. Coco


Meksikalı geniş bir ailenin oğlu Miguel'in en büyük dileği büyük büyük büyükbabası gibi meşhur bir müzisyen olmak. Ancak ailesi, onlara lanet getirdiğine inandığı için, müziği tamamen yasaklamış. Ailesine karşı çıkarak hayallerinin peşinden koşmaya karar veren Miguel, Meksikanın geleneksel Ölüler Günü (Día de Muertos) kutlamaları sırasında büyükbabasını bulmak üzere "öteki taraf"a geçiyor.

Toy Story 3'ün de yönetmeni olan Lee Unkrich, hem küçükleri eğlendirecek hem de büyükleri duygulandıracak hikayeleri perdeye aktarmakta pek becerikli. Coco da aslında ölüm gibi çok karanlık bir konuyu işlemesine rağmen, iskeletlerin karikatürize edilmesi ve ölüler diyarının pırıl pırıl rengarenk görüntüleri sayesinde bu handikapı aşmış. Filmin verdiği mesajları ben çok anlamlı buldum. Özellikle büyükannesini ya da büyükbabasını yeni kaybetmiş küçüklere, fazla dini konulara dalmadan, sevdiklerimizi hatırladığımız sürece aslında onların başka bir boyutta yaşamaya devam ettikleri fikrini verebilmek bence çok güzel. Hem annesini hem babasını kaybetmiş biri olarak itiraf edeyim, ben de özellikle ikinci yarı boyunca göz pınarlarımı epey bir baskı altında tutmak zorunda kaldım.

Coco, güzel müzikler ve harika bir animasyon eşliğinde, ailenin önemini ve hatırlanmanın değerini etkileyici bir şekilde anlatan, her yaştan seyircinin keyif alacağı nefis bir yapım. İzleyin, izlettirin efendim.

FRAGMAN

Benim Notum: 8 / 10


21 Ocak 2018

3. The Post


Steven Spielberg'in yönettiği The Post, 1971'de yaşanan ve tarihe "Pentagon Papers" adıyla geçen gerçek bir olayı anlatıyor. The Washington Post'un sahibi Katharine Graham (Meryl Streep) ve gazetenin editörü Ben Bradlee (Tom Hanks) hükümetin Vietnam savaşı ile ilgili yıllarca Amerikan halkına yalan söylediğini kanıtlayan bazı belgelere ulaşınca, bunları yayınlayıp yayınlamama konusunda ikilemde kalıyorlar. Çünkü yayınlamaları durumunda gazetenin kapanması ve hatta hapse atılmaları riski ile karşı karşıyadırlar. The Post'ta anlatılan olaylar 46 yıl önce gerçekleşmiş olmasına rağmen bugünün siyasi iklimiyle şaşırtıcı paralellikler taşıyor. 

Spielberg, bir gazetenin 70'li yıllardaki haber odasını yeniden yaratmada çok titiz davranmış. Bilgisayarlar olmadan önce bir gazete sayfasının nasıl oluşturulduğunu ve nasıl basıldığını görmek nefis nostaljik lezzetler sunuyor. The Post, tıpkı iki yıl önce en iyi film Oscar'ını alan Spotlight gibi araştırmacı gazeteciliğin önemini vurgulayan ve başta Meryl Streep olmak üzere çok yetenekli bir oyuncu kadrosu ile desteklenen başarılı bir tarih dersi.     


Benim Notum: 7,5 / 10

18 Ocak 2018

2. The Commuter

Her gün trenle banliyödeki evinden Manhattan'daki işine gidip gelen sıradan aile babası Michael, bir gün eve dönüş yolunda trendeki esrarengiz bir kadından tuhaf bir teklif alır. Trendeki bir yolcuyu bulma karşılığında kendisine 100 bin dolarlık bir ödül sunulmaktadır. Michael önce teklife şüpheyle yaklaşsa da, finansal sıkıntı içinde olduğundan bu oyunu oynamayı kabul eder. Ancak kısa zamanda anlar ki, işin içinde başka işler vardır.
Katalan yönetmen Jaume Collet-Serra yine favori aktörü Liam Neeson ile buluşmuş. Son yedi yılda dördüncü kez biraraya gelen bu ikilinin geçmiş işlerine baktığımızda (Unknown, Non-Stop ve Run All Night), hepsinin ortak özelliğinin kötü olmayan, ama çok iyi de denemeyecek, 10 üzerinden 6'lık, vasatın bir adım üzeri yapımlar olmaları olduğunu görüyoruz. "Bu kez şeytanın bacağını kırdılar mı acaba" diyerek izledim, ama yok, bu da tam olmamış. The Commuter, yer yer iyi aksiyon sahnelerine sahip, özellikle ilk yarısı belli bir merak duygusu ile izlenen bir yapım. Ama Liam Neeson'ın içine atıldığı entrikanın inandırıcılığı öyle zayıf ki, bir süre sonra artık "iyi ama bunu nasıl yapabilirler" demeyi bırakıp, umursamamaya başlıyorsunuz.

Benim Notum: 6 / 10



16 Ocak 2018

1. Stronger

Stronger, 2013 Boston Maratonu esnasında gerçekleşen bombalı saldırıda, yol kenarındaki seyirciler arasında yer alan ve olayda iki bacağını birden kaybeden Jeff Bauman'ın gerçek hikayesini anlatıyor. David Gordon Green'in yönettiği film benzer "yeniden ayağa kalkış" hikayelerinin aksine durumu şekerle kaplamaya çalışmıyor. Stronger alışılmadık derecede dürüst bir film. Bauman, geçirdiği travma sonrasında elde ettiği şöhreti yadırgıyor ve insanların kendini bir kahraman olarak görmesine de tepki gösteriyor. O başkalarına ilham vermekten ziyade kendi derdi ile uğraşıyor. Filmdeki karakterler de bir masal aleminde yaşamıyorlar. Örneğin Jeff Bauman'ın annesi oğlu için her türlü fedakarlığı yapan bir melek gibi değil, tam tersi bencil bir ayyaş olarak resmedilmiş. Bu karanlık ve fazla gerçekçi tavır, filmi biraz depresif hala getirmiyor değil, ama neyse ki sonda toparlıyor. Tam bu tür rollerin oyuncusu olan Jake Gyllenhaal, post travmatik stres sendromu yaşayan genç bir adamı yine büyük başarıyla canlandırıyor.

Benim Notum: 7 / 10

14 Ocak 2018

Yeni Yıl Mesajı


Tam sekiz yıl önce bu blogu açtığımda, çıkış noktası "senede 150 film" izleme hedefini gerçekleştirmek ve bu yolculuğu günbegün kayıt altına almaktı. Sitenin ismi de oradan geliyor zaten... 2017'de başka mecralara açılayım derken odak kaydı biraz. 

Bu sene 150Film fabrika ayarlarına geri dönüyor. 2018 yılında 150 film izleyeceğim ve hepsi ile ilgili notlarımı burada sizlerle paylaşacağım. Belki bazı yazılar daha kısa olacak (özellikle pek beğenmediğim filmler için), ama seyrettiğim tüm filmlerle ilgili mutlaka bir yorum ve puan yer alacak.

Hadi bakalım!..

  

Best of 2017


"2017'nin En İyileri" listesini bu sayfanın sağ tarafında görebilir, bu konuda çektiğim özel videoyu ise aşağıdaki linke tıklayarak izleyebilirsiniz.

2018'de de bol sinemalı günler herkese!..