30 Eylül 2020

Tenet



Yaşadığımız bu acayip zamanlar nedeniyle, tam yedi aydır bir sinema salonundan içeri adım atmamıştım. En son yedi ay boyunca sinemaya gitmediğim dönem ne zaman olmuştur diye düşünüyorum, ama cevabını bulamıyorum. İlkokul diyeceğim, ama ilkokul çağlarında da sinemaya bol bol giderdim (Nazilli'de Saray sineması günleri). Okul öncesi diyeceğim, ama o da değil, çünkü çocukluk yıllarında en sevdiğimiz aktivitelerdendi ailecek sinemaya gitmek. Yani herhalde, kendimi bildim bileli sinemaya bu kadar ara vermemiştim demek doğru bir ifade olacak. Bu zorunlu ayrılıktan sonra, sinema salonlarına dönüşümün böyle tam da büyük perdede izlenmesi gereken spektaküler bir filmle olması ne güzel tesadüf!

Yönetmen Christopher Nolan, zaman kavramını keşfetmekle geçen bir kariyerin ardından nihayet konuyu doğrudan ele alıyor; Tenet zaman çizgilerini hikayenin bir yan unsuru olarak kullanmaktan ziyade direkt odağına alan bir film. Neredeyse her yönüyle "klasik" bir Nolan filmi var karşımızda - iddialı bir konu, minimum görsel efekt içeren kusursuz set dizaynları, dinamik bir kamera, gri-mavi bir renk paleti ve tempolu bir olay örgüsü. Tıpkı Inception'da bir soygun filmi formatını hikayenin ana iskeletine yerleştirmesi gibi, Nolan burada da bir casus filminde görmeye alıştığımız fikirleri alıp bunları bilim-kurgu sinemasıyla örüyor. Öyle ki, filmin ilk bir saatinde bir James Bond filmi izlediğinizi düşünebilirsiniz: karanlık ajanlar, silah tüccarları, Rus oligarklar ve dünyayı kurtarmayı içeren bir görev.  

Filmin ilk yarısı daha çok kim kimdir, birine ulaşmak için ne yapmak gerekir gibi klasik casus hikayesi unsurları ile geçiyor. İkinci yarıda ise işin içine zaman konseptinin girmesi ile birlikte film çok daha ilginç bir hale geliyor ve Christopher Nolan'ın teknik virtüözlüğünü sergilemesine fırsat veren nefes kesici sahneler arka arkaya gelmeye başlıyor. Bu bölümlerde, zamanda ileriye doğru giden insanlarla, geriye doğru giden insanların (veya objelerin) aynı karede yer aldığı sekanslar insana birkaç defa "bunu nasıl çekmişler" dedirtiyor. Filmin kamera arkası belgeselini izlemeyi dört gözle bekliyorum.

Elbette zaman kavramını keşfetmeye soyunan her filmde olduğu gibi, burada da kafamızın karıştığı anlar oluyor. İtiraf edeyim, bir noktada ben de ipin ucunu kaçırdım. Ama filmdeki bir karakterin de bizzat söylediği gibi ("anlamaya çalışma, hisset"), her detayı anlamaya çalışmak veya hikayede bir açık bulmaya kafa yormak yerine, o müthiş görselliğin ve teknik ustalığın tadını çıkarmak belki de en iyisi.

Tenet belki Christopher Nolan'ın başyapıtı değil. Ama her filminde orjinal bir şeyler yapmaya çalışan yetenekli bir sinemacının, etkileyici kariyerine eklediği heyecan verici yeni bir halka. 

Benim Notum: 8 / 10

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder