30 Mayıs 2016

45. X-Men: Apocalypse


X-Men'in bu yedinci filmi Amerika'daki sinema yazarlarından pek parlak eleştiriler almadı. Ben aynı fikirde değilim. Evet, belki filmin ilk 20-30 dakikası hikayenin temellerini atayım derken birçok karakteri teker teker seyirciyle tanıştırma faslıyla geçiyor, ve bu da tempoyu düşürüyor. Ama sonrasında, oraya buraya bırakılan ipuçları birbirine bağlanıyor ve ilgiyle izlenen bir maceranın detaylarını oluşturuyor. Özellikle Michael Fassbender'in yer aldığı o çok iyi çekilmiş orman sahnesinden sonra film kalkışa geçiyor ve bir daha da yere inmiyor. Belki de yukarıda sözünü ettiğim burun kıvıran eleştirmenler filmin ilk yarım saatini izleyip salondan çıkmış olabilirler. Serinin en iyi üç filmini (X-Men, X-Men 2 ve Days of Future Past) yönetmiş olan Bryan Singer daha fazla krediyi hak ediyor.

Son yıllardaki süper kahraman filmleri genelde "kötü adam" konusunda sıkıntı yaşıyorlar. Burada da eski Mısır’dan gelen ve ilk mutant olarak bilinen Apocalypse filmin aksayan yönlerinden biri olarak göze çarpıyor. Power Rangers karakterlerinden biri gibi görünen bu kısa boylu ve kötü makyajlı firavun bozması, izleyene korku salmaktan uzak. Film boyunca "dünyayı yok edecem, nı ha ha" dan öte anlamlı bir cümle kuramayan Apocalypse'in motivasyonunun ne olduğu da pek anlaşılamıyor. Neyse ki, onu dengeleyecek yeterince ilginç karakter var filmde. Öncelikle, yer aldığı her sahnede perdeyi dolduran Michael Fassbender (Magneto) farklı bir ligin oyuncusu olduğunu yine gösteriyor ve "ekipte Fassbender varsa, gerisini merak etme" dedirtiyor. Bir önceki bölüm Days of Future Past'teki unutulmaz Pentagon sahnesinin yıldızı Quicksilver, bu filmde daha fazla dakika alıyor ve Eurythmics'ten "Sweet Dreams Are Made Of This" eşliğinde yine filmin en eğlenceli sekansını yaratmayı başarıyor. Filmin ortalarında bir yerde, X-Men mitolojisine aşina olanların içlerindeki yağları eritecek bir misafir oyuncu da beş dakikalığına arz-ı endam ediyor.

X-Men: Apocalypse belki serinin en iyilerinden biri değil, ama renkli karakterleri ve başarılı aksiyonu ile baştan sona keyifle izlenen bir yapım.

FRAGMAN

X-Men: Apocalypse (2016) on IMDb

Benim Notum: 7,5 / 10




 

27 Mayıs 2016

44. The Nice Guys

Russell Crowe ve Ryan Gosling'in kayıp bir kızı bulmaya çalışan Los Angeles'taki iki özel dedektifi canlandırdığı The Nice Guys sanki 70'lerden çıkıp gelmiş gibi görünen bir polisiye komedi. Yıllar önce, Robert Downey Jr henüz Iron Man olmamışken, onu Kiss Kiss Bang Bang diye bir filmde yöneten Shane Black, tıpkı o filmde olduğu gibi harekete ve söze dayalı komediyi dengeli biçimde bir araya getiriyor. Filmin güzel tarafı Hollywood klişelerine teslim olmaması: zıt karakterli bu iki sakar dedektif bütün macera boyunca, hiçbir şeyi doğru tahmin edemeyip, hiçbir şeye de engel olamıyorlar. Öte yandan, her ne kadar bu ikiliyi izlemek keyifli olsa da, olay örgüsünü oluşturan entrika yeterince ilginç değil. Hani sanki bu iki adam başka bir davayı çözmeye çalışsalar daha güzel bir film elde edeceğiz gibi. Eğer bir devam filmi gelirse, o filmden daha çok umutluyum...

FRAGMAN

The Nice Guys (2016) on IMDb

Benim Notum: 6 / 10

26 Mayıs 2016

43. Innocence of Memories

Nobel ödüllü yazarımız Orhan Pamuk 2008'de yayınladığı Masumiyet Müzesi romanından beş yıl sonra, İstanbul Beyoğlu'nda bir de roman ile aynı adı taşıyan ve romandaki karakterlerin kullandığı eşyaların ya da o döneme ait fotoğrafların sergilendiği gerçek bir müze açmıştı. Romanı okumadım ama -eşimin sürüklemesiyle- müzeyi gezme imkanı bulmuştum. Tabii romanı okumuş olanlar için o müzeyi gezmek hayli ilginç bir deneyim olsa gerek. Benim için ise, çocukluğumu hatırlatan bazı eşyaları gördüğüm nostaljik bir turdan ibaretti o üç katlı binadaki gezintim. Bu kez İngiliz belgesel yönetmeni Grant Gee hem romanı hem de müzeyi odağına alan, arka planda ise Orhan Pamuk'un kendi sesinden İstanbul'u ve bu büyük metropolün zaman içindeki dönüşümünü anlattığı deneysel bir projeye imza atmış. Böylece, İstanbul’un gece görüntüleri ve Pamuk’un televizyon ekranlarındaki konuşmaları eşliğinde bir yandan romandan okunan pasajları dinliyor, bir yandan da müzede kayan bir kameranın gözünden ayrıntılı obje çekimlerini izliyoruz. Filmin benim üzerimdeki en büyük etkisi, romanı okuma isteği yaratması oldu, ki bu da az şey değil. Kemal’in uzak akrabası Füsun’a olan obsesif aşkını bir belgesel anlatımı ile izlerken, "aslında bu hikayeden iyi bir dramatik film de çıkarmış" diye düşündüm. Kitabı okumuş olanlar ise, tıpkı müzeyi gezerken olduğu gibi, iki kat daha fazla keyif alacaklardır filmden.

FRAGMAN

Innocence of Memories (2015) on IMDb

Benim Notum: 7 / 10

25 Mayıs 2016

42. Bastille Day

İlk olarak BBC dizisi Luther ile dikkatimizi çeken (izlemediyseniz mutlaka bir yerlerden bulun izleyin) ve bu dizideki rolü ile bu sene bir Altın Küre ödülü de almayı başaran İngiliz siyahi oyuncu Idris Elba, sinemada da yavaş yavaş ikinci rollerden başrollere doğru kaymaya başladı. Daniel Craig'den sonraki yeni James Bond olacağı konuşulan Elba, burada bir CIA ajanını canlandırarak gizli servis dünyasında bir nevi ısınma turları atıyor. Ancak ne yazık ki Bastille Day Idris Elba'nın CV'sinde gururla göstereceği filmlerden değil. Paris'te bir suç örgütünü ortaya çıkarmak üzere CIA ajanı ile bir yankesicinin zoraki işbirliğini anlatan film, klişelerle dolu senaryosu, aralarındaki kimyanın asla tutmadığı ikilisi ve ruhsuz aksiyon sahneleri ile gazı kaçmış kola kıvamında. Yağmurlu bir günde evde izlenebilecek ve izledikten bir hafta sonra aklınızda kırıntısı kalmayacak filmlerden.

FRAGMAN

Bastille Day (2016) on IMDb

Benim Notum: 5 / 10

13 Mayıs 2016

41. Captain America: Civil War


Marvel evreninde herhalde kendini sürekli geliştiren tek seri Captain America serisi olacak. Avengers 2 birincisi kadar iyi değildi; Thor da ikincide bozdu; Iron Man 2 kötüydü, sonra 3'te biraz toparladı. Öte yandan Captain America'nın yapımcıları her seferinde bir öncekinin üzerine koyarak ilerlemeye devam ediyor. Gerçi buna Captain America filmi demek ne kadar doğru bilmiyorum, çünkü Avengers ekibinin neredeyse tamamı (hatta bir iki ilaveyle) geri dönüyorlar. Bu haliyle film daha çok Avengers 3 gibi görünüyor. Ama adı ne olursa olsun, yönetmenler Anthony Russo ve Jack Russo, Winter Soldier'dan sonra yine çok iyi bir iş çıkarmışlar.

Captain America Civil War'ın iki temel güçlü noktası var. Birincisi aksiyon sahneleri: Son dönemdeki süper kahraman filmlerinin aksine, Civil War'daki aksiyon sahneleri sadece bol bilgisayar efektli patlamalardan ve gürültülü yıkımlardan ibaret değil. Elbette CGI kullanımı yine var, ama aksiyonun büyük kısmı çok iyi koreogre edilmiş "hand-to-hand combat" dediğimiz yakın dövüşlerden oluşuyor. Burada özellikle dublör ekibi büyük bir alkışı hak ediyor. Civil War'ın ikinci güçlü noktası da senaryo. Öncelikle kötü bir örneği hatırlayalım: Bir ay önceki Batman vs Superman'de bu iki kahramanın neden birbirlerine düşman kesildiklerini, sonra da hop diye nasıl barıştıklarını bir türlü kavrayamıyorduk. Burada ise çok daha kalabalık bir kadro olmasına rağmen, filmdeki her karakterin motivasyonunu daha iyi anlayabiliyoruz. Karakter gelişimi ve öyküye psikolojik katmanlar ekleme yönünde DC Comics'tekilerin Superman filmlerinde beceremediklerini, Russo biraderler burada gayet doğru bir şekilde yapmışlar. Senaryoda güzel olan ayrıntı şu: ortada bir çatışma var ve biz bu çatışmanın iki tarafına da hak verebiliyoruz, iki takımdan herhangi birini seçmekte zorlanıyoruz. Çünkü duygusal olarak nerelerden geldiklerini biliyoruz.

Kadroya yapılan sürpriz ilaveler de filme büyük katkı sağlamış. Fragmanda göründüğüne göre spoiler sayılmaz, bu filmdeki Spider-Man benim şimdiye kadar perdede gördüğüm en iyi Spider-Man canlandırması olmuş. Halasıyla birlikte yaşayan, kendine doğru dürüst kostüm ayarlayacak parası olmayan, çatışmaya girdiği diğer süper kahramanlara hayranlığını da gizleyemeyen bu ergenin yer aldığı sahneler filmdeki en komik bölümleri oluşturuyor. Black Panther da "cool" kostümü ve dövüş sahneleri ile daha fazla süre almasını isteyeceğimiz bir karakter olmuş. Bir sonraki filmde onu daha kritik bir rolde görmeyi dört gözle bekliyoruz.

Captain America: Civil War çok para ve emek harcanmış, ama harcanan paranın ve emeğin boşa gitmediği nadir filmlerden. DC Comics defteri kağıdı çıkarıp notlar almalı. Tıklım tıklım dolu sinema salonundan anladığım kadarıyla, film seyirciden de hak ettiği ilgiyi bulacak. Yaz sezonuna iyi bir başlangıç.

FRAGMAN

Captain America: Civil War (2016) on IMDb

Benim Notum: 8 / 10


11 Mayıs 2016

40. Sisters

Tina Fey ve Amy Poehler'ı severim aslında. Örneğin 2013-2015 yılları arasında üç sene üst üste Altın Küre ödüllerinin sunuculuğu yaparken çok komik ve başarılı olduklarını düşünürüm. Bu ikilinin başrolde olduğu bir komedi filmi de kağıt üzerinde cazip görünüyordu. Ama sonuç büyük bir hayal kırıklığı. Demek ki televizyon show'larında o parodileri yazan arkadaki yazarlar çok iyiymiş. Sisters ise kötü yazılmış, kötü yönetilmiş ve kötü oynanmış bir komedi filmi. Film boyunca saatime baktım durdum, bu yetenek katliamına daha ne kadar katlanacağım diye... Sadece Fey ve Poehler arasındaki -kötü senaryoya rağmen- hala var olan o güzel kimya için 10 üzerinden 4.

FRAGMAN

Sisters (2015) on IMDb

Benim Notum: 4 / 10

7 Mayıs 2016

39. The Night Before

Öğrencilik yıllarından beri her Noel arifesini birlikte geçiren üç sıkı arkadaş, New York'ta son bir kez çılgın bir Noel partisi yapmaya karar veriyorlar. Geçtiğimiz senelerden Harold & Kumar serisini ya da Seth Rogen'ın yine bol dumanlı ve bol penis esprili önceki filmlerini sevdiyseniz, bunu da seversiniz. Esprilerin bazıları gerçekten güldürse de, çoğu hedefi ıskalıyor. Ben kendi adıma popüler kültüre yapılan göndermeleri daha çok beğendim. Örneğin, Seth Rogen'ın canlandırdığı karakterin kendisini sinir eden iki  çocuğa "The Shining'i izlemiş miyidiniz?" demesi ve sonraki sahnede her şeyin tam simetride durmasını çok zekice buldum. Bilmeyenler için not: The Shining'in yönetmeni Stanley Kubrick simetri takıntısıyla bilinir (Kubrick demişken, bu dahi yönetmen ile ilgili detaylı bir inceleme yazısını bu blogda sağ sütunun altlarında bulabilirsiniz). Dört sene önceki 50/50'den sonra yönetmen Jonathan Levine ile oyuncular Joseph Gordon-Levitt ve Seth Rogen tekrar bir araya geliyorlar. Tıpkı 50/50'de olduğu gibi, bu filmin de alt katmanlarında dostluğun değerine dair çok güzel duygusal mesajlar var aslında, ama üst taraftaki azgın tuvalet komedisinin paldır küldürü arasında bu mesajlar biraz gürültüye gidiyor.

FRAGMAN

The Night Before (2015) on IMDb

Benim Notum: 5,5 / 10

3 Mayıs 2016

38. Legend

Son dönemde  The RevenantMad Max: Fury RoadThe Dark Knight RisesLocke gibi birçok başarılı filmde oynamış olmasına rağmen, henüz hiçbir ödül alamamış olan yetenekli aktör Tom Hardy bu kez aynı filmde iki ayrı karakteri birden canlandırıyor. Brian Helgeland'ın yazıp yönettiği Legend, İngiltere tarihinin en azılı suçlularından tek yumurta ikizi Kray kardeşlerin 1960'larda Londra'da kurdukları organize suç imparatorluğunun hikayesini anlatıyor. Tom Hardy aslında kariyerinde belki de en çok kendini test etme şansı yakaladığı bir rolde, elindeki malzemeyle elinden geleni yapıyor. Öte yandan, bir "Goodfellas" olmaya çok heves eden Legend eksikleri olan bir yapım. Senaryo parça parça ve çok ağır aksak ilerliyor, dramatik açıdan geliştirilemiyor. Goodfellas gibi başarılı gangster filmlerinde, perdede her ne kadar korkunç suçlar görsek de, anlatılan hikayenin kendi içinde belli bir cazibesi vardır. Burada ise hem Kray kardeşler, hem de yönettikleri örgütün yaptığı karanlık işler yeterince ilgi çekici değil. Filmin dramatik  öğesini oluşturması hedeflenen "...ama o benim kardeşim" teması da bir süre sonra tekrara düşüyor ve sıkıyor. Tom Hardy'nin performansı için izlenebilecek bir biyografik gangster filmi.

FRAGMAN

Legend (2015) on IMDb
 
Benim Notum: 6 / 10

2 Mayıs 2016

37. A Hologram for the King

İşinde çeşitli başarısızlıklar yaşamış, boşanmış ve depresyonun eşiğine gelmiş bir Amerikalı iş adamı Alan Clay (Tom Hanks), hayatının anlaşması olacağını düşündüğü bir iş için çalıştığı firma tarafından Suudi Arabistan’a yollanır. Amacı Suudi kralına hologram aracılığı ile çalışan bir telekonferans sistemi satabilmektir. Dave Eggers’in aynı adlı romanından, Alman sinemasının uluslararası yönetmeni Tom Tykwer’in (Run Lola Run) uyarladığı film, önceleri "sudan çıkmış balık" kıvamındaki Amerikalı'nın Arabistan'da yaşadığı kültür şokunu konu alacakmış gibi görünse de, sonradan anlıyoruz ki asıl mesele Alan Clay'in kendi iç dünyasındaki kişisel yolculuğuna eğilmektir. Ancak yönetmenin bunu iyi bir şekilde becerdiğini söyleyemeyeceğim. Aslında ilginç başlayan bir konu, rüya sahneleri, çeşitli alegoriler, Alan'ın hayatına bir girip bir çıkan tuhaf karakterlerle giderek soğuk ve anlamsız bir hale dönüşüyor. Belki romanda daha iyi anlaşılabilecek bazı alt metinler, filmde dikkat dağıtan gereksiz birer detaya dönüşüyor. Sonuç olarak sinemadan çıkarken "daha iyi olabilirdi" duygusu hakim oluyor beynimize...

FRAGMAN

A Hologram for the King (2016) on IMDb

Benim Notum: 5 / 10