29 Nisan 2016

36. Kung Fu Panda 3

Kung Fu Panda serisinin bu üçüncü halkasında, bir kaz tarafından büyütülen ve onu baba bilen panda Po, bu kez gerçek biyolojik babasıyla karşılaşıyor ve kendinden başka birçok pandanın da var olduğunu fark ediyor. Sonrasında "panda olmayı öğrenmek" ve kendi kimliğini keşfetmek üzere babasıyla birlikte dağlardaki gizli bir panda köyüne taşınıyor. Bu arada Kai adındaki filmin kötü adamı (filmdeki bütün karakterler birer hayvan olduğu için bu da bir öküz) Çin'deki tüm kung fu ustalarını ele geçirip onların güçlerini alıyor ve sıra tabii ki Po'ya geliyor. Filmin hikayesi ilk iki bölümdeki akışa çok benziyor, yine bir kötü karakter var, yine Po'nun önce özgüvenini kaybetmesini ama sonra kendinde olduğunu bilmediği bir özelliğini keşfetmesini izliyoruz. Ama bu filmlerdeki senaryonun birbirine tıpatıp benzer olmasında bir sakınca da yok. Sonuçta zararsız ve eğlenceli filmler bunlar. Yine komik espriler, iyi çekilmiş kung fu sahneleri ve Hans Zimmer'in büyülü müziği Dreamworks stüdyolarının başarılı animasyonuna eşlik ediyor. Başroldeki pandanın aksine, filmin belki pek bir ağırlığı yok, ama sonuçta aileyle birlikte geçirilecek keyifli bir doksan dakikaya kim itiraz edebilir ki...

FRAGMAN

 Kung Fu Panda 3 (2016) on IMDb

Benim Notum: 7 / 10

21 Nisan 2016

35. 99 Homes

The Big Short'dan sonra, 2008 krizinin temelini oluşturan Amerika'daki emlak sektörü ile ilgili bir film daha. Bizde çok yapılan bir şey değil ama Amerika'da yaygın olarak kullanılan bir sistemle, evlerini ipotek ettirip bankalardan kredi çeken Amerikalılar daha sonra borçlarını ödeyemeyince bankaların evlerine el koyması durumu ile karşı karşıya kalıyorlar. Michael Shannon da bu filmde banka adına çalışan ve polis eşliğinde gidip insanları zorla evlerinden tahliye eden bir emlak komisyoncusunu canlandırıyor. Türkiye'de tam karşılığı olmayan ve gayet sevimsiz bir meslek. Andrew Garfield ise filmin başında evinden zorla çıkarılan ve sistemden nefret eden bir kurban iken, bu gözlerinden dolar işareti fışkıran emlak komisyoncusunun yanında işe giriyor ve "ruhunu şeytana satarak" zamanla sistemin bir parçasına dönüşüyor. 99 Homes, Michael Douglas'lı meşhur Wall Street filminin emlak piyasası versiyonu gibi düşünülebilir. Sonu biraz tahmin edilebilir olsa da, Michael Shannon başta olmak üzere oyunculuk performansları için izlenebilecek iyi bir film.

FRAGMAN

99 Homes (2014) on IMDb

Benim Notum: 7 / 10

20 Nisan 2016

34. Demolition

Bir trafik kazasında eşini kaybeden New York'lu bir yatırım bankacısı Davis (Jake Gyllenhaal), bu trajediye herkesin beklediğinden farklı bir tepki veriyor. Bir yandan merhum eşini gerçekten sevip sevmediğini sorgularken, kullandığı bir ürünle ilgili bir şirkete yazdığı bir dizi şikayet mektubunda hayatına dair itiraflarda bulunuyor. Mektupları alan müşteri temsilcisi Karen (Naomi Watts) Davis'e ilgi duyuyor ve aralarında tuhaf bir arkadaşlık başlıyor. Kanadalı yönetmen Jean-Marc Vallee'nin bir önceki filmi Wild'ı çok beğenmiştim. Valee burada da benzer bir hikaye anlatıyor, ruhsal olarak dibe vurmuş bir karakterin yeniden hayata tutunma çabalarını izliyoruz. Bu filmi çok sevenler olacağını tahmin edebiliyorum, filmin IMDb puanı da bunu gösteriyor. Filmin içinde yer yer çok parlak anlar da var hakikaten. Ama toplamına bakıldığında ben Demolition'ı biraz fazla bunalık, eksantrik olmaya biraz fazla hevesli ve gereğinden fazla metaforlarla dolu buldum. Filmin içine girmekte zorlandım. Aslında rol tam Jake Gyllenhaal'a uygun bir rol, ama Gyllenhaal'da da o Nightcrawler'da ya da Southpaw'da gördüğümüz şevk ve istek yok sanki. Misal, Nightcrawler'da film boyunca gözümüzü Gyllenhaal'ın üzerinden alamıyorduk, burada öyle değil, sanki otomatik pilota bağlamış gibi oynuyor.

FRAGMAN

Demolition (2015) on IMDb

Benim Notum: 6 / 10

18 Nisan 2016

33. The Jungle Book


Sinemada görsel efekt teknolojisinin geldiği nokta öyle inanılmaz ki, sanırım yakında filmlerdeki gerçek oyunculara bakıp "bu acaba bilgisayarda mı üretildi" diye şüphelenmeye başlayacağız. Rudyard Kipling'in kitaplarından bilmem kaçıncı kez uyarlanan bu son Jungle Book, herhalde en başarılı uyarlama olarak tarihe geçecek. Iron Man filmlerinin yönetmeni Jon Favreau tarafından çekilen film öncelikle CGI (bilgisayarda yaratılmış görüntü) kullanımı ile dikkat çekiyor. Tamamı Los Angeles'daki stüdyolarda çekilen filmde, tüm lokasyonlar, orman, ağaçlar, hayvanlar, her şey dijital ortamda yaratılmış; doğal ortamda çekilen tek bir sahne bile yok. Filmi izlediğinizde buna inanamıyorsunuz. Özellikle hayvanlar öyle gerçekçi ki, herhalde bir kaç saniye de olsa gerçek panter, kaplan, kurt vesaire görüntüsü çekip araya attılar diye düşünüyorsunuz, ama öyle değil. Aslında bir yerden sonra artık "bunu nasıl yapmışlar" diye beynimizi yakmayı bir kenara bırakmak gerekiyor, çünkü kafayı teknolojiye takmaktan konuyu kaçırıyorsunuz. Orman çocuğu Mowgli'yi canlandıran 12 yaşındaki Neel Sethi, sinemadaki ilk rolünde  çok iyi bir iş çıkarıyor. Özellikle filmde CGI olmayan tek karakterin Mowgli olduğu ve çocuğun film boyunca tüm repliklerini bir yeşil perdenin önünde, cansız cisimlere bakarak söylediğini düşündüğümüzde performansının değeri daha da artıyor. Çeşitli hayvanlara seslerini veren Ben Kingsley, Bill Murray, Idris Elba ve Christopher Walken gibi usta aktörler de filme değer katıyorlar. Özellikle Christopher Walken'ı dev bir orangutan halinde, üstelik de şarkı söylerken görmek, herhalde ömr-ü hayatımızda bir kere olacak bir şey!.. "Çocuk filmi" diyenlere kulak asmayın, çocuğunuzu da alıp bu güzel maceraya katılın.


The Jungle Book (2016) on IMDb


Benim Notum: 7,5 / 10

    



16 Nisan 2016

32. 10 Cloverfield Lane


Geçirdiği bir trafik kazası sonrasında, yerin altındaki bir sığınakta gözlerini açan Michelle (Mary Elizabeth Winstead), önce ev sahibi Howard (John Goodman) tarafından kaçırıldığını düşünür. Howard ise bir kimyasal silah saldırısı sonucu dışarıdaki havanın zehirli hale geldiğini, eğer dışarı çıkarlarsa hemen öleceklerini söylemekte ve kızı sığınağına alarak aslında ona bir iyilik yaptığını iddia etmektedir. Üstelik Michelle'in küçük bir pencereden gördüğü dışarısı ile ilgili bazı manzaralar da Howard'ın iddiasını desteklemektedir. Acaba Howard yalan söyleyen bir psikopat mıdır, yoksa gerçekten de bir koruyucu melek mi? 

2008 yapımı Cloverfield filmini seyredenler, bu filmin onun devamı olduğunu düşünebilirler. Her ne kadar aynı evrende geçse ve aynı yapımcının (J.J.Abrams) elinden çıkmış olsa da, bu film bir "Cloverfield 2" değil. 10 Cloverfield Lane, neredeyse tamamı tek ve daracık bir alanda geçen, sadece üç oyuncusu olan, klostrofobik ama gayet sağlam, birinci sınıf bir gerilim filmi. Üç oyuncu dedim, üçü de iyiler; ama tabii ki ilk sırada John Goodman geliyor. Bu koca göbekli adam bir kez daha yaşayan en iyi karakter oyuncularından biri olduğunu kanıtlıyor. Mary Elizabeth Winstead'in canlandırdığı Michelle de çok iyi yazılmış bir karakter. Korku ve gerilim filmlerinde perdedeki kız genellikle kendini ölüme sürükleyecek aptalca bir hareket yapar, biz seyirciler oturduğumuz yerden örneğin "hayır o kapıyı açmaa!" diye bağırırız. Burada ise Michelle izleyicisinin önünde gidiyor, etrafa bırakılmış ipuçlarını zekice değerlendirerek, kendini kurtaracak formüller üretebiliyor.

1981 doğumlu Dan Trachtenberg ilk yönetmenlik denemesinde tansiyonu yüksek, ürpertici ve baştan sona merakla izlenen bir gerilim yaratmayı başarmış. Sadece 3. perde dediğimiz kapanış bölümüne çok gerek var mıydı emin değilim. Spoiler vermeyeyim ama, filmin finalinde ilk Cloverfield'a gönderme yapalım derken, filmin geneline yayılan o küçük, sınırlandırılmış ama etkili tondan taviz verilmiş. Yine de -son 10 dakikayı saymazsak- çocukluğumuzun "Alacakaranlık Kuşağı" bölümleri tadında, ilgiye değer bir yapım. 


10 Cloverfield Lane (2016) on IMDb


Benim Notum: 7,5 / 10




15 Nisan 2016

31. Eye in the Sky


Helen Mirren ve ölümünden önceki son rolünde merhum Alan Rickman'ın oynadığı Eye in the Sky, Amerikan ve İngiliz ordularının Kenya'daki radikal dinci bir örgüte karşı ortaklaşa düzenlediği bir drone (insansız hava aracı) operasyonunu anlatıyor. Captain Phillips'ten hatırladığımız Somalili aktör Barkhad Abdi'nin de yine etkileyici bir performansla geri döndüğü Eye in the Sky, öncelikle "modern savaş" dediğimiz olgunun geldiği son noktayı göstermesi açısından ilginç: İnsansız hava araçları, füzeler, gelişmiş iletişim aygıtları, uydu kameraları, mekanik casus kuşlar ve böceklerden oluşan tüm bu dijital teknoloji, geleneksel savaş tanımını tamamen değiştiriyor ve binlerce kilometre ötede Nevada'da bir ekranın karşısında oturan Amerikalı askere, uzaktan kumandayla hayatında hiç gitmediği görmediği Afrika'daki bir köyü bombalayacak gücü veriyor. Güney Afrikalı yönetmen Gavin Hood'un soluksuz izlenen filmi, ortaya bir takım ahlaki ve vicdani sorular atmayı da beceriyor. Askeri bir konuda politikacılar ne kadar karar verici olmalı? Yüzlerce kişinin öleceği muhtemel bir canlı bomba eylemini engellemek amacıyla, bir küçük kızın canı riske atılabilir mi? Film bu soruların cevaplarını izleyiciye bırakıyor. Ancak sarsıcı finaliyle sıkı bir insanlık dersi vermeyi de ihmal etmiyor. 


Eye in the Sky (2015) on IMDb


Benim Notum: 8 / 10


12 Nisan 2016

30. Batman v Superman: Dawn of Justice

Christopher Nolan, Dark Knight serisi ile Batman'e -ve genelde süper kahraman filmlerine- bambaşka bir derinlik kazandırmış, çizgi roman hayranlarına karanlık, entellektüel düzeyi yüksek ve ciddi bir üçleme sunmuştu. Ne yazık ki Zack Snyder bu saygın mirası çar çur ediyor. Batman v Superman çok kötü bir film değil belki; yönetmen Snyder 300 Spartalı'dan hatırladığımız, o "çarpıcı planlarla akılda kalıcı görseller yaratma" becerisini burada da konuşturmuş. Ama filmin senaryosunda ciddi sorunlar var: Bir kere bu iki adamın birbirine neden gıcık olduğu hiçbir zaman ikna edici bir şekilde anlatılamıyor. "Filmin adını 'Batman Superman'e karşı' koyduk bi kere, o yüzden sizin artık mecburen bir yerlerde dövüşmeniz gerekiyor" gibi bir zorlama var film boyunca. Nihayet beklenen kapışma gerçekleştiğinde ise, bu sözde düşmanlar beş dakika tepiştikten sonra, yine çok zırva bir sebeple birdenbire dost olmaya karar veriyorlar ("ay inanmıyorum, senin annenin de mi adı Martha, eh o zaman haydi arkadaş olalım"). 151 dakikalık film sadece senaryosuyla değil, kurgusuyla da dağınık ve yorucu maalesef. Marvel'in Avengers'ına karşılık gelen ve film boyunca işaretleri verilen önümüzdeki sene başlayacak Justice League serisinin yine Zack Snyder'a emanet edilmiş olması büyük talihsizlik.

FRAGMAN

Batman v Superman: Dawn of Justice (2016) on IMDb

Benim Notum: 5 / 10

1 Nisan 2016

29. Burnt

Filmin adını ve yandaki afişini gördüğünüz anda eminim ne izleyeceğinizi tahmin etmişsinizdir. Efendim, küllerinden doğmaya çalışan hırslı bir şefimiz var (Bradley Cooper), üçüncü Michelin yıldızını almayı kafaya takmış, önce zorluklar yaşıyor, işler ters gidiyor, mutfakta bağırıyor çağırıyor, tabii aşk olmazsa olmaz, işe aldığı -aynı zamanda bekar bir anne olan- yardımcı şefinin (Siena Miller) önce kalbini kırıyor, sonra aşık oluyor, bol bol mutfaktaki hummalı trafiği gösteren montajlar izliyoruz, en nihayetinde işyerinde de elbette "sevginin gücü" tüm zorlukları yeniyor ve finalde tüm ekip el ele tutuşup "bütün dünya buna inansa, bir inansa, hayat bayram olsa" şarkısını söylüyorlar; mutlu son!... Burnt, iyi oyunculara sahip ama potansiyelini klişelere kurban etmiş bir film. Film boyunca Bradley Cooper'ın canlandırdığı karakterin çok iyi bir şef olduğunu dinleyip duruyoruz ("iki Michelin yıldızın varsa Luke Skywalker'sın, üçüncüyü aldığında Yoda oluyorsun"), ama neden çok iyi olduğu ile ilgili bize yeterince malzeme sunulmuyor. Farklı bir yağ mı kullanıyor, balığı az mı pişiriyor, nedir yani numarası? Örneğin iki yıl önce Jon Favreau'nun yazıp yönetip oynadığı Chef bunu çok daha iyi yapıyordu. Neyse ki, Daniel Brühl (Almanya), Omar Sy (Fransa) ve Emma Thompson (İngiltere) gibi farklı milletlerden yetenekli oyuncuları ve Michelin yıldızı alma sürecindeki sürükleyici hikayesi sayesinde film yine de bizi kendine bağlamayı başarıyor. Özellikle gastronomi ile ilgilenenler daha da fazla keyif alacaktır.


FRAGMAN

Burnt (2015) on IMDb

Benim Notum: 6,5 / 10