17 Nisan 2015

Foxcatcher

Beş dalda Oscar adayı olmasına rağmen törenden eli boş dönen Foxcatcher, beyazperdeye gerçek bir hayat hikayesini aktarıyor. Ama bu öylesine tuhaf bir gerçek ki, "stranger than fiction" denilen türden, isteseniz böyle bir hikaye yazamazsınız. Bennett Miller’in yönettiği film, Amerikalı ünlü güreşçi kardeşler Mark ve Dave Schultz’un zengin işadamı John Du Pont (Türkiye'de de gayet iyi bilinen meşhur Du Pont markasının sahibi) ile yaşadığı olayları anlatıyor. Eğer yaşanan olayları daha önce duymadıysanız, sakın filmi izlemeden önce bu isimleri Google'da filan aratmayın, seyir zevkiniz kaçmasın. Bu şaşırtıcı film, görünürdeki ‘spor filmi’ etiketini hemen yırtıp atıyor ve karşımıza görkemli bir karakter irdelemesi getiriyor. Başroldeki üç oyuncu da iyi. Tamamen tanınmaz haldeki komedyen Steve Carrell bu filmdeki performansıyla çok konuşuldu. Ancak baştan sona yüzüne bir maske geçirmiş gibi oynayan Carrell yerine ben büyük ağabey rolünde Mark Ruffalo'nun o sakin oyununu çok daha fazla beğendim. Filmin kusuru, karakter analizini derinlemesine yapacağım derken tempoyu çok düşürmesi. Bazı filmler vardır, "iyi film" dersiniz ama asla bir kez daha izlemek istemezsiniz. İşte Foxcatcher da öyle bir film. Sert, soğuk ve itici bir hikaye.

FRAGMAN

Foxcatcher (2014) on IMDb

Benim Notum: 7 / 10


16 Nisan 2015

American Sniper

Artık 85 yaşına gelen Clint Eastwood'un yönettiği American Sniper, Irak Savaşı’nın gerekliliğine inanan, milliyetçi, militarist ve bakış açısı olarak da adıyla müsemma fazla "amerikan" bir film. Hikayenin ahlaki tarafına hiç girmeden, sadece sinemasal öğeler üzerinden değerlendirdiğimizde ise, artılarının yanı sıra eksileri de mevcut. Öncelikle artılar dersek, bu rol için epeyce kilo alıp fiziğini de değiştiren Bradley Cooper oldukça iyi oynamış. Bir keskin nişancının yaşadığı post-travmatik sendromu yansıtabilmek için çok çabalıyor. Ancak ne yazık ki senaryo ona yeterince fırsat tanımıyor. Cooper sanki yanlış filmde kendini parçalıyor gibi. Eastwood bir savaş filmi mi çekeyim, yoksa bir keskin nişancının yaşadığı psikolojik çöküntüye mi odaklanayım tam bilememiş. Sonuç olarak çok iyi çekilmiş savaş sahnelerinin arasında, Chris Kyle'ın ailesi ile yaşadığı sorunları izliyoruz, ama hiçbir karakterin derinliklerine inemiyoruz.

FRAGMAN

American Sniper (2014) on IMDb

Benim Notum: 6,5 / 10



15 Nisan 2015

Birdman

Bu yılın Oscar'larında En İyi Film ödülünü alan Birdman, öncelikle çekim tekniğiyle dikkati çeken bir yapım. Baştan sona tek bir kamerayla, iki saatlik tek bir uzun çekim yapılmış hissi yaratan (aslında birtakım kurgu oyunlarıyla sahneler arası geçişler sağlanmış, ama bu çaktırmadan yapılıyor) projenin ardındaki emeği takdir etmemek mümkün değil. Bir dönemin süper kahraman filmleri serisiyle ünlenen ancak zamanla popülerliğini yitiren bir oyuncunun, kendini kanıtlamak adına Broadway'de kendi yönettiği ve başrolünde yer aldığı bir oyunu sahneye koyma çalışmalarını anlatan Birdman, cesur ama fazlasıyla deneysel ve kitlelerle buluşması zor bir film. "En iyi film Oscar'ını alan filmi görelim" diye bir heves sinemaya gidenlerin bir çoğu eminim içlerinden "bu mudur yani" demişlerdir, ama yanındakilere "Inarritu da güzel çekmiş ama" diye bozuntuya vermemişlerdir. Inarritu'nun "zanaatına" (craftsmanship) şapka çıkarırım, ama en iyi film Oscar'ını diğer onca güzel aday dururken (The Theory of Everything, The Imitation Game, Selma, Whiplash) Birdman'a vermem.

FRAGMAN

Birdman: Or (The Unexpected Virtue of Ignorance) (2014) on IMDb

Benim Notum: 7 / 10

7 Nisan 2015

Furious 7

Bir sinema eleştirmeni bir ay arayla hem The Theory of Everything'i hem de bu filmi nasıl beğenebilir? Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu mudur? Hiç de değil!.. Çünkü ikisinin de yeri ayrı. Furious 7 sizi "hayatın anlamı" üzerine düşündürtmeyi filan hedeflemiyor. Bu film 2,5 saat boyunca adrenalin seviyenizi yükseltmeyi ve sizi eğlendirmeyi vaadediyor ve sözünü %100 tutuyor. Hızlı ve Öfkeli serisinin bu son halkasını Cumartesi günü tıklım tıklım dolu bir salonda, zaman zaman hayret nidaları, zaman zaman alkışlarla perdede gördüklerine direkt tepki veren, genç ve heyecanlı bir seyirci topluluğuyla beraber izledim. Ve sinemanın nasıl bir kitlesel eğlence aracı olduğunu bir kez daha gördüm. Biraz nostaljik bir keyif de aldım doğrusu bu durumdan: en son öğrencilik yıllarımın sadece 5-6 sinema salonlu İzmir'inde böyle şeyler yaşamıştım, sinemaların önünde kuyruklar olur ve mesela Jaws'ı izlerken böyle kitlesel coşku sahneleri yaşanırdı. Neyse, bugüne ve filmimize dönelim. Serinin en iyisi bence hala Fast Five olsa da, Furious 7 ağzı açık bırakan aksiyon sahneleri bakımından yine oldukça zengin. Uçaktan paraşütle atılan arabaları, ya da Abu Dhabi'de bir gökdelenin en üst katından diğer gökdelene uçarak geçen Lykan Hypersport'u görünce beyninizin sağ tarafı "hadi canım, yok artık" dese de, sol taraf  "ama olsa ne güzel olurdu, hadi şimdi mısırını yemeye devam et" diyerek baskın çıkıyor. Çekimler sırasında hayatını kaybeden Paul Walker'a filmin sonunda çok şık bir veda yapıldığını da eklemek lazım. Eğer serinin birkaç filmini daha önce izlemişseniz, bu aydınlık yüzlü adamın kaybının ardından duygulanmamak mümkün değil. Bu kadar şenlikli bir filmin sonunda, ben dahil salonun yarısı gözümüzü silerek çıktık sinemadan...

FRAGMAN

 Furious 7 (2015) on IMDb

Benim Notum: 7,5 / 10

5 Nisan 2015

Danny Collins

70'li yıllarda ortalığı kasıp kavuran, şimdilerde ise sadece 50'li yaşlardaki hayranları ile özel turnelerde buluşup, unutulmaya yüz tutmuş şan şöhretinin mirasını yiyen (biraz Rod Stewart profili) eski bir rock'çı, yıllar önce terkettiği oğlunu bulmaya ve onun sevgisini yeniden kazanmaya çalışıyor. Çok da özgün bir hikayeye sahip olmayan filmin en önemli kozu hiç şüphesiz Al Pacino. Göründüğü her sahnede perdeyi dolduran ve kendisini hayranlıkla izlememizi sağlayan bu büyük oyuncu, Danny Collins’i de unutulmaz Pacino karakterlerinden biri haline getirmeyi başarıyor. Başta Annette Bening olmak üzere diğer oyuncular da gayet iyi.

FRAGMAN

 Danny Collins (2015) on IMDb

Benim Notum: 7,5 / 10


2 Nisan 2015

Wild

Türkiye sinemalarında Şubat ayında şöyle bir görünüp kaybolan, örneğin İzmir sinemalarına ne yazık ki hiç gelmeyen, sezonun gizli cevherlerinden biri. Hayatındaki büyük çöküntünün yaralarını sarmak üzere, Amerika'daki 4300 kilometrelik meşhur yürüyüş yolu Pacific Crest Trail'i tek başına geçmeye karar veren Cheryl Strayed'in gerçek öyküsünde Reese Witherspoon bence kariyerinin en büyük performansını sergiliyor. 39 yaşındaki bu sivri çeneli aktris, daha önce Walk the Line ile bir Oscar almıştı, ama burada o filmin fersah fersah ötesinde. Bu sene de Oscar'a aday olmasına rağmen, ödül maalesef uzun yıllardır aday olup olup alamayan Julianne Moore'a gitti. Ama ben olsam hiç düşünmeden Oscar'ı Witherspoon'a verirdim. Cheryl Strayed’in aylarca süren yürüyüşünün en zorlu ve kötü anında başlayan film, iki saat boyunca geçmişle gelecek arasında gidip geliyor. Bir yandan Cheryl’in kavurucu çöllerden başlayıp karlı dağlarda biten zorlu doğa yürüyüşünü, diğer yandan onu bu yürüyüşe iten süreci ve annesiyle (yine Oscar'a aday Laura Dern) yaşadıklarını izliyoruz. Kanadalı yönetmen Jean-Marc Vallee, geçen sene Matthew McConaughey’ye Oscar kazandıran Dallas Buyers Club'dan sonra yine başrol oyuncusunu ışıldatan gerçek bir hayat hikâyesiyle geliyor karşımıza. Filmi izlediyseniz ve en sonda çalan Simon & Garfunkel'dan El Condor Pasa'nın tadı damağınızda kaldıysa buradan buyrun.

FRAGMAN

Wild (2014) on IMDb

Benim Notum: 8 / 10