31 Mayıs 2024

Mayıs Filmleri

 



Mayıs ayında izlediğim filmler ve puanlarım:





The Fall Guy 7,5



Film isimlerinin üstüne tıklayarak, o filmle ilgili detaylara ya da benim film ile ilgili yazıma ulaşabilirsiniz.

2024'te izlediğim film adedi: 55



30 Mayıs 2024

Furiosa: A Mad Max Saga

 



Bundan tam dokuz yıl önce, yine bu blogda Mad Max: Fury Road için yazdığım yazıda aynen şöyle demişim: "Aksiyon sineması tarihine baktığımızda, bazı filmlerin kilometre taşları olduklarını görürüz. 1981'de Raiders of the Lost Ark, 1988'de Die Hard, 1991'de Terminator 2, 1999'da The Matrix ve 2008'de The Dark Knight sadece gişe başarısı elde etmekle kalmadılar, sinemada aksiyonu yeniden tanımlayan filmler olarak tarihe geçtiler. Gönül rahatlığıyla söyleyebilirim ki Mad Max: Fury Road da aksiyon sinemasında bir kilometre taşıdır." Aradan geçen yıllar bu yorumun geçerliliğini pekiştirdi. Emektar George Miller'ın çektiği film bilgisayar efekti içermeyen, gerçek araçların ve dublörlerin kullanıldığı inanılmaz takip sekansları, mükemmel set tasarımları ve dur durak bilmeyen enerjisi ile aksiyon sinemasında hala bir zirve. 

İşte dokuz yıl sonra George Miller hemen hemen aynı set ekibi ile geri dönüp bir Mad Max filmi daha çekme kararı aldığında, beklentilerin tavan yapması çok doğal. Ama Furiosa'yı Fury Road ile karşılaştırmak haksızlık olur. Çünkü birçok açıdan farklı bir film var karşımızda. Birinci farklılık hikayenin yapısında: Fury Road bize iki gece üç gün süren tek bir takip macerasını izletiyordu. Furiosa ise o filmde Charlize Theron'un canlandırdığı kadın savaşçının hayatını çocukluğundan başlayıp 15 seneye yayılan bir süreçte anlatıyor. Bölüm başlıkları ile birbirinden ayrılmış, 5-6 kısımdan oluşan destansı bir hikaye sunuyor. İkinci farklılık filmin tonunda: Fury Road pür aksiyondu, biz seyirciler sanki bir havan topunun içine yerleştirilmiş mermi gibi filmin başında ateşleniyor ve iki saat boyunca uçuyorduk. Furiosa ise karakter gelişimine ve sakin anlara daha fazla zaman ayırıyor. Bu sayede genç Furiosa'yı daha iyi anlıyor, onun geçirdiği duygusal değişimi ve intikam arzusunun kökenlerini daha fazla benimsiyoruz. Nihayetinde, aslında şöyle ilginç bir şey oluyor: Furiosa filmi, Fury Road filmini daha da iyi bir hale getiriyor. Şimdi bu iki filmi arka arkaya izlemek (önce Furiosa, sonra Fury Road olacak şekilde) mükemmel bir deneyim olacak.

Karakter gelişimine zaman ayrılıyor dedim ama bu, filmin aksiyonu yetersiz anlamına gelmesin. Özellikle filmin ortalarındaki bir takip sahnesi özlediğimiz o çılgın kinetik enerjiyi yine fazlasıyla önümüze servis ediyor. Artık 80'ine yaklaşan George Miller, Mad Max’e özgü o görsel - işitsel dünyayı yeniden kurmayı başarıyor ve günümüzde birçok aksiyon filminin ulaşamadığı estetik seviyeyi yine  yakalıyor. Furiosa belki Fury Road'dan bir adım geride kalıyor, örneğin önceki filme göre bilgisayar kökenli görüntülerin daha fazla olduğu hissediliyor. Görüntü yönetmeni Simon Duggan’ın ham çekimlerinin bilgisayar üzerinden şekillendirildiği belli oluyor. Ama tüm bunların filme zarar verdiği söylenemez. Furiosa yine de bu senenin en iyi filmlerinden biri. Fury Road 10 üzerinden 9 ise, Furiosa 10 üzerinden 8. 

Benim Notum: 8 / 10

    

29 Mayıs 2024

Kingdom of the Planet of the Apes

 



2011'de Rise ile başlayıp, 2014'de Dawn ile devam eden Planet of the Apes serisi 2017'de War ile kapanışı yapmıştı. Matt Reeves'in yönetmen koltuğunda oturduğu bu filmler benim gözümde hala sinema tarihinin en iyi üçlemelerinden biridir. Şimdi o son filmden yedi yıl sonra, Maze Runner filmlerinden tanıdığımız (ki o da ayrı bir üçlemeydi) Wes Ball seriyi yeniden canlandırmaya çalışıyor. Aslında eminim ki benim gibi birçok kişi "şimdi buna gerek var mıydı" diyerek yaklaşmıştır bu filme. Ama itiraf etmek gerekir ki, pek de fena bir iş çıkarmamış Wes Ball. Çünkü yönetmen o ilk üç filmdeki konulara geri dönmüyor, aynı şeyleri ısıtıp ısıtıp önümüze koymuyor, tamamen yeni karakterlerle farklı bir dünyayı anlatıyor. Kingdom tek bir film olarak da tatmin edici bir şekilde işleyen, kendi ayakları üzerinde durabilen bir hikaye sunuyor bizlere.

Yönetmen Wes Ball filmine aksiyon anlamında yüksek oktanlı bir giriş yapmıyor. Karakter gelişimine ve dünya oluşturmaya filmin başlarında oldukça fazla ekran süresi ayırıyor, öyle ki filmin ilk insan karakteri 45. dakika civarlarında görünüyor. O zamana kadar, Ball, farklı maymun kabilelerinin ilk üçlemede tanıdığımız Caesar sonrası dönemde nasıl geliştiğini ve farklılaştığını anlatıyor. Bunu yaparken de hassas bir dengeyi tutturuyor: filmdeki hiçbir karakter yüzde yüz iyi ya da yüzde yüz kötü değil - hepsi kendi koşullarının ürünü. Josh Friedman'ın yazdığı senaryo, Noa adlı genç bir maymunun yaşadıkları üzerinden insanlar ve maymunlar bir arada yaşayabilir mi sorusunu bir kez daha masaya taşıyor. Hikaye bu iki tür arasında inşa edilmesi kolay görünmeyen bir güven ilişkisi üzerinden, şu anda dünyamızda yaşanan dinsel, ırksal, etnik gerilimlere ve savaşlara göndermeler de içeriyor.

2011’deki Andy Serkis'li ilk filmden bu yana olduğu gibi, filmin görsel efektleri birinci sınıf. Motion capture teknolojisinin geldiği en üst noktayı izlediğimiz yapımda kullanılan bilgisayar desteği tek bir sahnede bile sırıtmıyor. Baştan sona görsel efektle ilerleyen bir filmin hiç görsel efekt kullanılmamış hissi vermesi de muazzam bir başarı. Film aynı zamanda binaların, anıtların ve diğer tanıdık yapıların çürüdüğü ve bitki örtüsü tarafından kaplandığı apokaliptik bir gelecek manzarasını ürpertici bir şekilde sunuyor. 

Kingdom of the Planet of the Apes anlatımı ve kurduğu görsel dünya açısından seyretmesi keyifli bir film. Ülkemizde şu anda sinemalarda izleyebilirsiniz.


Benim Notum: 7,5 / 10





21 Mayıs 2024

The Fall Guy

 



The Fall Guy'da Ryan Gosling, Colt Seavers adlı bir dublörü canlandırıyor. Colt, sette geçirdiği bir kaza sonrasında dublörlük kariyerine ara vermek zorunda kalıyor. Aylar sonra, eski sevgilisi Jody'nin yönettiği büyük bütçeli bir filmde görev almak üzere mesleğe geri dönüyor. Ancak o filmin çekimleri sırasında esrarengiz olaylar gerçekleşmeye başlıyor ve filmin başrol oyuncusu ortadan kayboluyor. Şimdi Colt sevdiği kızın filmini kurtarmak için dublörlük becerilerini kullanmalı ve komployu çözmelidir. 

The Fall Guy, tam bir "yaz filmi": sevimli karakterlere sahip, hızlı tempolu bir gösteri. Film, aksiyon, komedi ve dramı başarılı bir şekilde harmanlayarak izleyicilere keyifli bir deneyim sunuyor. Daha önce John Wick, Atomic Blonde ve Deadpool 2 gibi filmleri çeken ve kendisi de eski bir dublör olan yönetmen David Leitch, The Fall Guy filmini tamamen dublörlere ve dublörlük mesleğine bir saygı duruşu olarak tasarlamış. Dublörlük, film boyunca, fiziksel beceri, dayanıklılık, cesaret gibi diğer özelliklerinin yanı sıra, son derece ‘emek yoğun’ bir iş olarak geliyor karşımıza. Onlar olmadan aksiyon sahnelerinin yeterince inandırıcı ve sahici olamayacağının altı çiziliyor. Film bittikten sonra akan son jeneriklerde de filmin aksiyon çekimlerinin kamera arkasını ve filmde görev alan gerçek dublörleri görme fırsatı bulabiliyoruz. 

Ryan Gosling ve Emily Blunt, oyunculuk performanslarıyla filme önemli katkı yapıyorlar ve filmi baştan sona taşımaya yetecek iyi bir kimya sergiliyorlar. Öte yandan, filmin eleştirilecek noktaları da yok değil. Belki bir 15-20 dakika fazla uzun, hikaye bazı yerlerde sarkıyor. Filmin sağlam bir kötü adamı yok. Klişelerin aşırı kullanımı ve tahmin edilebilir bir hikaye filmin puanlarını azaltıyor. Sadece eğlenceli aksiyon sahneleriyle seyirciyi yakalayan bir film kalıyor geriye. Ama kabul edelim ki, David Leitch aksiyonun hakkını veriyor ve seyircisini aksiyona ve eğlenceye doyuruyor.  


Benim Notum: 7,5 / 10


12 Mayıs 2024

Challengers

 



Son yılların yükselen yıldızlarından Zendaya'nın (Dune, Euphoria, Spider-Man) başrolünde oynadığı Challengers tenis dünyasının dekor olarak kullanıldığı bir aşk üçgenini anlatıyor. Başarılı kadın tenisçi Tashi sakatlanıp oyunculuğa veda edince, eksik kalan hayallerini antrenör olarak sürdürmek istiyor ve yine bir tenisçi olan kocası Art'ı bir Grand Slam şampiyonuna dönüştürüyor. Yıllar sonra kariyerinin düşüşe geçtiği bir dönemde Art bir turnuvanın finalinde çocukluk arkadaşı Patrick ile karşı karşıya geliyor. Olayları karmaşıklaştıran ve gerilimi arttıran unsur ise Patrick'in aynı zamanda Tashi'nin eski sevgilisi olmasıdır.

Zendaya'nın Dune'dan rol arkadaşı Timothée Chalamet'nin oynadığı Call Me by Your Name ile tanınan İtalyan yönetmen Luca Guadagnino, kendine has stilistik yaklaşımını filmin her saniyesinde konuşturmuş. Oyuncuların her biri çok iyi iş çıkarsa da bu her şeyiyle bir "yönetmen filmi". Stil olgusunun içeriğin önüne geçmesi (style over substance) bazen rahatsız edici olabilir, ama bu filmde Guadagnino'nun biçimsel müdahaleleri bence filme büyük katkı sağlamış. Zaman çizgisinde gidip gelen non-lineer hikaye akışından, kullanılan kamera açılarına, Trent Reznor-Atticus Ross ikilisinin oturduğunuz yerde tempo tutmanıza sebep olan tekno müziklerinden, baş döndürücü kurgusuna son derece farklı ve özgün bir filmle karşı karşıyayız.  

Guadagnino ve onun ekibi, oldukça sıradan sayılabilecek bir hikayeden göz alıcı bir film çıkarmayı başarmışlar. Cinsellik, güç ve rekabet hakkında bu kadar cesurca ve bu kadar gerçek şeyler söylemeye istekli olan bir ana akım filmi görmek hoş. Challengers iyi yazılmış, iyi çekilmiş ve iyi oynanmış izlemesi keyifli bir film.


Benim Notum: 8 / 10