22 Eylül 2017

Annabelle: Creation

Avustralyalı yönetmen James Wan 2010 yılından itibaren Insidious ve The Conjuring serileri ile korku sinemasında yeni bir çığır açmıştı. Bu filmler 80'li 90'lı yıllardaki Friday the 13th tarzı, seyircisini bol şiddet içeren kan banyolarına maruz bırakmak yerine, tekinsiz bir atmosfer yaratmayı hedef belirleyen ve "eski usül" korku sinemasına daha yakın duran başarılı örneklerdi. Geçen sene Lights Out ile dikkatleri çeken David F.Sandberg, James Wan'ın açtığı yoldan devam ediyor.

Yetimhanede yer bulunamaması nedeniyle, altı yetim kız başlarında bir rahibe ile birlikte onlara kucak açan yaşlı bir çiftin evine yerleşiyorlar. Bir süre sonra evde tuhaf  şeyler olmaya başlıyor. Aslında hikayenin çok özgün ve farklı bir tarafı yok. Daha önce defalarca izlediğimiz "kötü ruh tarafından ele geçirilmiş ev" klişeleri yine önümüzden geçit yapıyor. Yine o kötü ruhu sadece bir çocuk görebiliyor. Ve evin sakinleri yine akılsızca tercihler yapıyorlar. Örneğin bir sahnede rahibe ve çocuklar evde korkunç bir şekilde öldürülmüş bir cesetle karşılaşıyorlar. Normalde ne yapmalarını beklersiniz, pılıyı pırtıyı toplayıp o evden kaçmalarını, değil mi? Ama rahibemiz, hiçbir şey olmamış gibi "hadi kızlar geç oldu artık yatalım" diyor ve o perili evde bir gece daha kalmaya devam ediyorlar.

Hikaye her ne kadar tahmin edilebilir olsa da, yönetmen David F. Sandberg yüksek prodüksiyon kalitesi, titiz görüntü yönetimi ve başarılı ses efektleri ile filmi baştan sona izlenir kılmayı başarmış. Annabelle: Creation zayıf bir senaryonun bile işbilir bir yönetmenin elinde en azından ilgi çekici bir filme dönüşebileceğinin kanıtı olmuş.

FRAGMAN

 Annabelle: Creation (2017) on IMDb

Benim Notum: 6,5 / 10


   

12 Eylül 2017

The Hitman's Bodyguard

Patrick Hughes'un yönettiği The Hitman's Bodyguard'da Ryan Reynolds bir yakın koruma uzmanını, Samuel L.Jackson ise Uluslararası Adalet Divanı'nda bir diktatör aleyhinde tanıklık edecek olan eski bir tetikçiyi canlandırıyor. Geçmişlerinde düşman olan bu ikili, Lahey'deki mahkemeye zamanında ulaşabilmek için tehlikeli bir yolculuğu  birlikte tamamlamak zorunda kalıyorlar. Biz seyirciler ise, "uyumsuz zenci-beyaz ikili" klişelerini yüz milyonuncu kez tekrarlamaktan utanmayan, aksiyon desen aksiyon değil, komedi desen komedi değil bir yavanlığı 2 saat boyunca çekmek zorunda kalıyoruz. Samuel L. Jackson son birkaç yıldır neredeyse her filminde canlandırdığı, yüksek sesle alaycı alaycı konuşan, iki cümlesinden birinde küfür eden, ağzı bozuk sert adam karakterini bir kez daha ısıtıp önümüze servis ediyor. Belki de bu iki aktörü de pek sevmediğimden midir nedir, filmin parlak noktası olarak lanse edilen Reynolds ve Jackson arasında dakikalar süren birbirlerine laf sokuşturma sahneleri bana Çin işkencesi gibi geldi. Filmin ihtiyaç duyduğu dinamizm sonlara doğru Amsterdam kanallarında geçen iyi çekilmiş aksiyon sahneleriyle bir nebze geliyor; ama tabii o vakte kadar dayanabilirseniz. The Hitman's Bodyguard, daha çok televizyonda kanal değiştirirken denk gelirseniz göz ucuyla bakabileceğiniz filmlerden.

Bu yorumun YouTube videosu

FRAGMAN

The Hitman's Bodyguard (2017) on IMDb

Benim Notum: 4 / 10

4 Eylül 2017

War for the Planet of the Apes



2011'de Rise ile başlayıp, 2014'de Dawn ile devam eden Planet of the Apes üçlemesi son bölüm War ile kapanışı yapıyor. Genelde bu tür serilerde ikinci ve üçüncü halkalarda grafik aşağı doğru gider; ama yönetmen Matt Reeves, ikinci film Dawn'da bir adım yukarıya taşıdığı kalite seviyesini bu kez zirveye çıkarmayı beceriyor. Tıpkı yıllar önce Lord of the Rings üçlemesinin son filmi Return of the King'de olduğu gibi War for the Planet of the Apes de bence bu serinin en başarılı filmi. Güzel bir üçlemeye harika bir final!..

Yaz aylarının Spider-Man'li Wonder Woman'lı aksiyon koşuşturmacası arasında War for the Planet of the Apes de bol patırtılı gürültülü bir savaş filmi gibi düşünülebilir. Aslında filmin adı biraz yanıltıcı. Elbette çatışma sahneleri de var, ama büyük bir maymun-insan savaşı izleyeceğiz diye filme gidenler hayal kırıklığına uğrarlar. Bu daha çok ırkçılığa, savaşın kötülüklerine, takıntılı olmanın tehlikelerine, ve intikam duygusunun zehirine odaklanan bir dram. İnce işlenmiş senaryosu, usta işi görüntüleri ve vurucu müziği ile tam bir epik film ile karşı karşıyayız. Matt Reeves'in filmi 2. Dünya Savaşı'nda geçen toplama kampı filmlerinden esintiler taşırken, bir yandan da Francis F. Coppola klasiği ‘Kıyamet’e selam gönderiyor. Duygusal finali ise 1968 yapımı orjinal Maymunlar Cehennemi filmine zarif bir köprü kuruyor.

Üç yıl önce Dawn ile ilgili yazımda "Andy Serkis artık bir Oscar almalı" demiştim. Gerçi aday bile olamadı, ama bu emektar İngiliz aktör Sezar rolünde yine sadece bakışlarıyla harikalar yaratmaya devam ediyor. Kamera önceki filmlere göre bu filmde Sezar'a daha çok odaklanmış ve Sezar'ın hissettiği tüm duyguları onun yüzünde net bir şekilde okuyabiliyoruz. Motion capture teknolojisinin geldiği en üst noktayı izlediğimiz yapımda kullanılan bilgisayar desteği tek bir sahnede bile sırıtmıyor. Baştan sona görsel efektle ilerleyen bir filmin hiç görsel efekt kullanılmamış hissi vermesi de muazzam bir başarı. Ve son olarak müzikler: Michael Giacchino'nun bazen sadece vurmalı çalgılardan oluşan, bazense koca bir senfoni orkestrasını kullanan ihtişamlı müziği tüm filmi sarıp sarmalıyor ve filmin epik yönünü sanki bir derece daha kuvvetlendiriyor.

War for the Planet of the Apes şüphesiz bu yaz mevsimin en iyi filmi, yılın da en iyilerinden.

Bu yorumun YouTube videosu

FRAGMAN

War for the Planet of the Apes (2017) on IMDb

Benim Notum: 8 / 10