30 Nisan 2012

The Cabin in the Woods

"Daha önce gördüğünüz hiçbir şeye benzemiyor" ifadesini yüzde yüz hak eden bir yapım. Aslında her şey çok bildik bir temayla başlıyor: Beş üniversite öğrencisi çılgın bir haftasonu geçirmek üzere, Allah'ın unuttuğu bir ormanın derinliklerindeki bir kulübeye gidiyorlar. Bundan sonrasını söylersem filmden aldığınız lezzeti kaçırabilirim, ama şu kadarını söyleyeyim: bu o klasik "zombiler tarafından sırayla haşat edilen zibidi gençler" hikayesi değil. Hatta korku filmi severler biraz hayal kırıklığına bile uğrayabilirler. Ama son yıllarda sinemalarda gördüğüm en orjinal senaryolardan biri olduğunu söylemem lazım. Joss Whedon (Buffy the Vampire Slayer) ve Drew Goddard (Cloverfield) bu filmi çekerken eminim çok eğlenmişler, ve o eğlence duygusunu bize de yansıtmayı başarıyorlar. (8)

20 Nisan 2012

The Skin I Live In

İşin içinde Pedro Almodovar varsa, geçmişle bugünün birbirine geçtiği bir öyküyü,  baştan sona parlak renkleri ve her türlü sapkınlığı zaten beklemek lazım. İçinde Yaşadığım Deri'de bunlar yine var. Ama bütün o unutulmaz Almodovar filmlerinde  (Annem Hakkında Herşey, Konuş Onunla, Volver) görmeye alıştığımız, tüm hikayenin üstünü yorgan gibi örten yoğun duygusallık bu filmde eksik. Bu kez  manyak bir bilim adamının şok edici intikam öyküsünü izliyoruz sadece. "Almodovar olsun, taştan olsun" diyenler sevebilir. (6)   

19 Nisan 2012

Haywire

Steven Soderbergh türden türe atlamayı seven bir yönetmen. Bunu yaparken cesur kararlar almaktan da geri durmuyor: Bol yakın-plan dövüşlü bu casus aksiyonunda, başrole daha önce hiç sinema tecrübesi olmayan, profesyonel MMA (mixed martial arts) dövüşçüsü Gina Carano'yu çıkarmaktan çekinmemiş. Çevresine yan rollerde Michael Douglas'tan Antonio Banderas'a, Ewan McGregor'dan Michael Fassbender'a bir dizi ünlü erkeği sıralayarak...

Kendisine kurulan komplo yüzünden suçlu durumuna düşen özel ajanın intikam öyküsünü anlatan Haywire'ı izlerken, tıpkı geçen seneki Hanna için hissettiklerimi hissettim. Soderbergh "cool" bir aksiyon çekeyim derken işi abartmış: Binbir türlü görüntü yönetmenliği numaraları (siyaz-beyaz çekimler, kuş bakışı çekimler, omuz kamerasıyla çekimler, el kamerasıyla çekimler, ...) ve arka planda sürekli çalan bir caz müziği, bir süre sonra insana "tarz yapmayı bırakın da ağız tadıyla bir aksiyon izleyelim" dedirtiyor. (6)

17 Nisan 2012

The Descendants

Yazar/yönetmen Alexander Payne (About Schmidt, Sideways) sekiz yıllık bir aradan sonra sinemaya geri dönüyor. Tıpkı önceki Payne filmlerinde olduğu gibi aslında çok hüzünlü ama bir yandan da hayata karşı hep bir umut taşıyan bir öykü var karşımızda. Bir kaza sonucu karısı komaya giren bir adamın, çocuklarının tüm sorumluluklarını üzerine alıp ailesini birarada tutma çabasını anlatan film sade bir anlatım ve yer yer komik unsurlar ile bir yol filmi kıvamında akıp gidiyor. Ama bu sade anlatım filmin vurucu bir etki yaratmasını da sanki engelliyor. Örneğin filmin duygusal zirvelerinden olması hedeflenen George Clooney'nin komadaki eşiyle vedalaşma sahnesi nedense beni hiç etkilemedi. Sonuçta, "filmden bana kalan" sıkılmadan izlenen bir aile öyküsü ve ilk defa bu kadar yakından tanıma fırsatı bulduğumuz Hawaii'nin hoş görüntüleri oldu. (6,5)

10 Nisan 2012

Take Shelter

Amerika kırsalında, karısı ve işitme engelli kızıyla birlikte rutin ama mutlu bir yaşantı süren Curtis, kıyamet benzeri bir fırtınayı gördüğü kabuslarla uyanmaya başlar. Her gün düzenli işine giden ve böyle yaşlanmayı isteyen iyi bir adamın, ansızın kendisine musallat olan fırtına paranoyası nedeniyle önce ailesini tehlikeli sandığı dış dünyadan, sonra da kendisini tedirgin edici iç dünyasından kurtarma çabasını anlatan Take Shelter başarılı bir psikolojik gerilim. Yoruma açık finali bazı izleyicileri tatmin etmeyebilir, ama yönetmen Jeff Nichols sonuçtan ziyade sürece odaklanmamızı istiyor. Özellikle başrolde Michael Shannon'ın genç bir Christopher Walken'ı hatırlatan performansı görmelere değer. (7,5) 

9 Nisan 2012

Labirent

Filmin teknik üstünlüğüne diyecek yok. Tüm çatışma, patlama ve takip sahneleri büyük bir ustalıkla çekilmiş. Tempolu macera kurgusu anlamında, Labirent'in Türk sinemasında şimdiye kadar ulaşılan noktayı biraz daha ilerilere taşıdığı muhakkak. Tolga Örnek'in Kaybedenler Kulübü'nden hatırladığımız perdeyi ikiye üçe bölme gibi biçimsel denemeleri de filme ayrı bir lezzet katıyor. Tüm bu artılarına rağmen, Labirent'in senaryosu çok basit kalmış. Olay örgüsünü iki cümlede özetlemek mümkün: İstanbul'da radikal İslamcı bir terör örgütü bir intihar saldırısı düzenleyecek; gizli bir Türk istihbarat teşkilatı da bombayı patlatmadan onları yakalamaya çalışıyor. Sanki Tolga Örnek filmle ilgili kafasında planlamayı yaparken bir takım temel taşları (aksiyon, kovalamaca, 24 dizisinden fırlamış havalı bir istihbarat merkezi, vs..) iyi düşünmüş, ama bunların arasını nasıl dolduracağını tam hesaplayamamış. Öyküye biraz daha entrika, aralara bir-iki sürpriz gelişme eklense çok daha iyi olacakmış. Bu haliyle, polisiye aksiyon türünün şablonunu başarıyla uygulayan, kolay izlenen ama çabuk unutulan bir yapım Labirent. (7)

5 Nisan 2012

The Muppets

Yaşı 35-50 arasında olup da, Muppet Show'un açılış müziğini duyunca gülümsemeyecek yoktur herhalde. Bunu test etmek için şuraya tıklayabilirsiniz. The Muppets çocukluğumuzda yazdığımız bir mektubu yıllar sonra sandıktan bulup çıkarmak gibi... Nostaljik, basit, masum ve hala çok eğlenceli. (7,5)