30 Nisan 2010

117. 9


İşin içinde yapımcı olarak Tim Burton olunca, filmin görsel zenginliği sürpriz değil. Filmin kahramanları alışageldiğimiz "aksiyon yıldızı" tanımına uymasa da, 80 dakikalık bu kısa film pek çok aksiyon filmine taş çıkartacak heyecanlı sahneler içeriyor. 13 yaş altı için ise pek uygun olmadığını ekleyeyim, bu büyükler için bir animasyon. (7)

29 Nisan 2010

118. Deli Deli Olma

Bu aralar Türk sinemasına sardım. Evet, Türkiye'de artık senede 75 film çekiliyor ve evet, belki bu 75 filmin çoğu aceleye gelmiş, özensiz ve sırf "Türk filmleri iyi gişe yapıyor" diye ticari beklentilerle çekilmiş sulu zırtlak yapımlar. Ama işte arada böyle keşfedilmeyi bekleyen küçük cevherler de var: "Deli Deli Olma" Kars'ın bir köyünde geçen ve bende en kısa zamanda o köye gitme isteği uyandıran çok sıcak, çok naif bir hikaye. (8)  

22 Nisan 2010

119. The Twilight Saga: New Moon

Bu blogda sözünü ettiğim filmlerin hepsini tavsiye ediyor değilim elbette (paragraf sonlarında gördüğünüz rakamlar 10 üzerinden verdiğim puanlardır) . Zaman zaman sırf "muhabbetten uzak kalmamak" adına, "araştırmacı" bir ruhla izlediğim (ya da katlandığım diyelim) filmler de oluyor. İki sene önceki Twilight - Alacakaranlık 37 milyon dolara malolup 400 milyon dolar hasılat toplayınca, yapımcılar bizleri "Alacakaranlık Efsanesi" başlığı altında iki filmle daha cezalandırmaya karar vermişler. Bu devam filmlerinin ilki olan New Moon hemen sadece serinin iflah olmaz fan'lerine hitap ediyor. Oyunculuk müsamere seviyesinde, diyaloglar yer yer komik. Tüm karakterler film boyunca yataktan yeni kalkmış gibi uyuşuk uyuşuk dolaşıp poz kesiyorlar. Bu nasıl "gençlik filmi" anlamak zor. (2)   

5 Nisan 2010

120. Başka Dilde Aşk

İşte Türk sinemasından çok güzel bir sürpriz. İlksen Başarır bu ilk filminde, etkileyici bir romantizm eşliğinde işitme engellilerin hiç bilmediğimiz dünyasına olgun bir bakış atıyor. Özellikle sağır-dilsiz genci oynayan Mert Fırat'ı çok başarılı buldum. "Başka Dilde Aşk" Aralık ayında sinemalara geldiğinde, o sırada gösterime giren onlarca Türk filminin kopardığı gürültü arasında kaybolup gitmiş ve sadece 200,000 seyirciye ulaşabilmişti. Bu sıcak ve şaşırtıcı filmi hiç olmazsa DVD'de yakalayın.   (8)

3 Nisan 2010

121. The Imaginarium of Doctor Parnassus

Genç yaşta hayatını kaybeden ve The Dark Knight'taki Joker rolüyle, öldükten sonra Oscar alan Heath Ledger'ın son filmi. Bu yetenekli oyuncunun ölümü ile film yarıda kalınca, Johnny Depp, Jude Law ve Colin Farrel devreye girmişler ve Ledger'ın rolünü tamamlamayı kabul etmişler. Ancak bu üç önemli ismin filmde sadece şöyle bir görünüp kaybolduklarını söylemek lazım. Film -adı üzerinde- bir hayal dünyasında geçiyor ve dolayısı ile fazlasıyla görselliğe dayalı. Ne yazık ki görsellik için harcanan çaba senaryo için aynı oranda hissedilmiyor.    (5)

122. The Boat That Rocked

1960'lı yıllarda İngiltere açıklarında bir gemiden korsan yayın yapan bir radyo istasyonunun hikayesi. Dönemin rock klasiklerinin de geçit yaptığı keyifli bir komedi.  (7)

123. Eyyvah Eyvah

Bir kere şunu en baştan söylemek lazım: Bu film gerçekten komik! Son yıllarda yerli/yabancı hiçbir filmde bu kadar güldüğümü hatırlamıyorum. Üstelik bu Recep İvedik tarzı "kaba saba" bir komedi değil. Sağlam bir senaryoya dayanan ve Demet Akbağ-Ata Demirer ikilisinin son derece başarılı performanslarından güç alan "Eyyvah Eyvah" size çok eğlenceli bir 2 saat vaadediyor. Kaçırmayın!   (8)

1 Nisan 2010

124. Ghosts of Girlfriends Past

Çok şey beklenmeden izlenebilecek bir romantik komedi. Matthew McConaughey'in son yıllardaki vasatı aşamayan performanslarından sonra, bu film hiç olmazsa "idare eder" olmuş. Büyük Amca rolünde artık gerçekten yaşlanan ve iyice babasına benzeyen Michael Douglas filmin en komik sahnelerini yaratıyor. Bir hatun kişi ile birlikte çekirdek çitleyip izlemek için ideal.  (6)

125. The Fourth Kind

Alaska'da açıklanamayan kayıp vakalarını uzaylılara bağlayan ve bunu yaparken de bir psikoloğun kurbanlarla yaptığı görüşmelerin gerçek video kayıtlarını kullanan ilginç bir film. DİKKAT SPOILER! "Katilin uşak olduğunu" bilmek seyir zevkinizi bozacaksa buradan sonrasını okumayın. Gerçek video kayıtları diye sunulan çekimlerin tamamen sahte ve kurgu olduğu ortaya çıkınca Amerika'da film topa tutulmuştu. Ama bence o kadar da kötü değil. Sahte ya da gerçek, film ürpertmeyi başarıyor. (6,5)    

126. Julie and Julia

Yemek kitapları yazarı Julia Child'ın 1950'lilerdeki hikayesi ile günümüzün blog yazarı Julie Powell'ın hayatını paralel bir kurguyla anlatan lezzetli bir komedi. Julia rolü ile kariyerinin 16.Oscar adaylığına uzanan Meryl Streep şüphesiz filmin en güçlü halkası. Öyle ki, film sadece Julia'yı anlatsaymış daha mı iyi olurmuş diye düşünmeden edemiyor insan. (7)

127. A Serious Man

(6)

128. Crazy Heart

Jeff Bridges'ın Crazy Heart ile En İyi Erkek Oyuncu Oscar'ını alması sürpriz olmadı. Çünkü film “Oscar kazandıran formül”ün tüm bileşenlerine sahip: Uzun yıllardan beri sinemaya hizmet etmiş, tüm Hollywood camiası tarafından saygı gören, birkaç kere aday olmasına rağmen Oscar heykelciğini hiç alamamış, yaşı da artık kemale ermiş iyi bir aktör. Malzeme de çok uygun: sarhoş, sakallı, göbekli ve gözden düşmüş bir şarkıcı rolü. Ama Bridges’ın hakkını da vermek lazım, Crazy Heart’ta gerçekten iyi oynuyor. (7,5)

129. Precious

Filmin başından hoş duygular ile kalkmadığım kesin.Çok rahatsız edici bir konu, çok iç karartıcı bir hikaye. "Bir film koyalım da güzel güzel seyredelim" diyenlerin uzak durması lazım. Oyunculuk performansları ise görmeye değer. Şimdiye kadar sadece komedi rolleri ile tanınan Mo’Nique, Precious’taki acımasız ve rahatsız anne rolüyle herkesi şaşırttı ve Oscar'ı çatır çatır aldı. Filmin sonunda Mo’Nique ve Mariah Carey’nin karşılıklı oynadıkları bir sahne var (evet, bildiğimiz Mariah Carey). Karşısında döktüren Mo’Nique’i izlerken, Mariah’nın aklından geçen düşünceler gözlerinden açıkça okunuyor: “vay canına, bu iş beni aşar, ben şarkıcılığa geri döneyim” (7)

130. The Blind Side

Şimdiye kadar sıradan romantik komedilerde vasatı aşamayan performanslarına alıştığımız Sandra Bullock, yaşanmış bir hikayeyi beyazperdeye taşıyan The Blind Side’da kendi standardının çok üstüne çıkıyor. Akademi bu tür çıkışları pek sever ve hemen Oscar'ı yapıştırır. Film de kötü değil, bir kere anlatılan karakterlerin şu an hala Amerika'da yaşıyor olduklarını bilmek etkileyiciliği arttırıyor. Özellikle en sonda gerçek Michael Oher ve Leigh Anne'in görüntüleri perdeye yansıdığında "hislenmemek" mümkün değil. (7,5)

131. Saw VI

(6)

132. A Perfect Getaway

(5.5)

133. The Bad Lieutenant

(4)

134. The Invention of Lying

(7)

135. Invictus

(7.5)

136. The Boondock Saints II

Filmin ortalarında bir yerlerde şu iki kardeşi kulaklarından tutup, kafalarını birbirine tokuşturmak geldi içimden. (3) 

137. Shutter Island

(8)

138. Alice in Wonderland

(7,5)

139. The Lovely Bones

(6)

140. The Lightning Thief

(7)

141. Everybody's Fine

(7)

142. Edge of Darkness

(8)

143. The Princess and the Frog

(6,5)

144. Ejder Kapanı

(6,5)

145. Up In The Air

(8)

146. Paranormal Activity

(6,5)

147. Sherlock Holmes

(5)

148. Ninja Assassin

(6)

149. Law Abiding Citizen

(6,5)

150. Yahşi Batı

Seneye başlangıcı, tam da 1 Ocak Cuma günü Cem Yılmaz ile yapmıştım. "Yahşi Batı"nın bence temel problemi "iyi görünen" bir film olmak için çok çaba harcarken "komik" olmayı ihmal etmesi. Setler, kostümler, görüntü yönetmenliği birinci sınıf, ama film beklentileri tam olarak karşılamıyor ve salondan ayrılan seyirci "ya bi şey eksik ama ne" demekten kendini alamıyor. Eksik bileşenin ne olduğunu anlamak için 2 ay beklemek gerekecekti (bkz. yukarıda 123 numara: Eyyvah Eyvah). (6)