24 Aralık 2010
38. The Twilight Saga: Eclipse
"Alacakaranlık efsanesi" çok şükür ki sona eriyor! Diğer iki bölümde olduğu gibi, "Eclipse"i de bir korku filmi diye ciddiye alıp izlemek yerine, üç beş arkadaş toplanıp gülüp eğlenmek amacıyla seyretmek daha hayırlı olabilir. Ben de bu eğlenceye birkaç soru ile katkıda bulunayım: Edward neden toplam 3 film ve toplam 6 saat boyunca sanki pabucu ayağını sıkıyormuş gibi sürekli acı çeken bir yüz ifadesi ile konuşur? Jacob'ın bir gömleği yok mu? Edward'ın berberi "abi nolur şu kaşlarını biraz alayım" demez mi? Jacob'ın bir gömleği yok mu? Kurt adama dönüştüklerinde neredeyse bir fil boyutuna ulaşan Jacob ve ekürisi, nasıl olur da normal insan görünümündeki vampirleri yenemez, hatta vampirlerden biri Jacob'ın tüm kemiklerini kırıverir? Jacob'ın bir gömleği yok mu? Puan: (3)
21 Aralık 2010
45. The Ghost Writer
Son Berlin Film Festivali’nde en iyi yönetmen ödülü alan Roman Polanski’nin en olgun eserlerinden biri. Ewan McGregor, eski bir İngiliz başbakanının (Tony Blair’i fazlasıyla çağrıştıran bir rolde Pierce Brosnan) otobiyografisini kaleme almak üzere başbakanın yazlık evine davet ediliyor. İzole bir sahildeki bu ev, bir süre sonra Agatha Christie romanlarındakine benzer bir gerilimin ana sahnesine dönüşüyor. Bir cinayet işlenmiştir ve başbakanın çevresindeki herkes (kendisi de dahil) potansiyel şüphelidir. Ne yaptığını bilen bir yönetmenin elinden çıkma, soğukkanlı, kendinden emin ve çok başarılı bir gerilim.(8)
52. Defendor
Woody Harrelson, süper kahraman olduğuna inanan bir ruh hastasını canlandırıyor. Yer yer komik sahneleri olsa da, aslında oldukça üzücü bir hikaye. (6)
53. The Vampire's Assistant
Bol vampirli bir senede, türe hiçbir yenilik getirmeyen, enerjisi düşük, başı sonu belli olmayan sıkıcı bir film. (4)
54. The Box
İlginç olacakmış gibi başlayıp sonunda saçmasapan bir yere bağlanan, olmak isteyip de olamamış bir film. (5)
56. Uzak İhtimal
İstanbul'a yeni gelen bir müezzin ile karşı dairesinde oturan bir rahibe adayının imkansız aşkı. Olabildiğince sade, duru bir film. Yalnız bu sadelik bir süre sonra sıkıcı olma riskini de beraberinde getiriyor. (6,5)
57. Green Zone
Son iki Bourne filminde (Supremacy ve Ultimatum) birlikte çalışan yönetmen Paul Greengrass ve oyuncu Matt Damon, yeni bir aksiyon için bir aradalar. Film yine yeterince ilgi çekici olsa da, Bourne serisinin vuruculuğuna sahip değil.(7)
58. It's Complicated
Üç usta oyuncunun ve bu türe çok hakim bir yönetmenin (Nancy Meyers) elinden çıkma hoş bir romantik komedi. Özellikle en sondaki webcam'li sahne unutulmaz. (7)
59. Jennifer's Body
Korku ve komediyi karıştırayım derken, ne korkunç ne de komik olmayı becerebilen bir film. Megan Fox'un güzelliği bile filmi kurtarmaya yetmiyor. Oturup iki saat filmi izlemek yerine, filmden alınmış Megan Fox resimlerine bakmak daha tatmin edici olabilir. (3)
60. Time Traveler's Wife
Filmin adı bir bilim-kurguyu çağrıştırsa da, özünde oldukça romantik bir film. Yalnız her zaman yolculuğu hikayesinde olduğu gibi senaryoda ciddi tutarsızlıklar var. Bu da filmden alınabilecek keyfi olumsuz yönde etkiliyor. (6,5)
16 Aralık 2010
62. Going the Distance
Birileri artık Drew Barrymore'a bu tür romantik komediler için yaşlandığını söylemeli (aslında henüz 35 yaşında ama nedense perdede daha da yaşlı duruyor). Going The Distance'ta Justin Long ile birlikte son zamanların en "uyumsuz" çifti olmayı başarıyorlar. Başka oyuncuların elinde en azından ilgi çekici olabilecek bir konu, bu oyuncular ile inandırıcılıktan uzak bir hal almış. Filmin hiçbir anında bu ikilinin birbirine aşık olabileceğine inanmıyorsunuz. Sadece iki ana karakter değil, filme komedi unsuru olarak katılan esas oğlanın iki abazan arkadaşı da son derece antipatik tipler. Sonuç olarak, bu filmi de "uzaktan sevmek" en güzeli... (5)
15 Aralık 2010
63. The American
Adının tersine son derece "Avrupalı" bir film... George Clooney son bir iş için İtalya'nın küçük bir köyünde saklanan bir suikastçiyi canlandırıyor. Hollandalı yönetmen Anton Corbijn bir zanaatkar edasıyla filmini ince ince işlemiş. Öyle ki, tüm film boyunca gereksiz hiçbir sahne, hiçbir fazlalık yok. Ama soluk kesen bir tempo, adım başı patlamalar çatlamalar bekleyenler uzak durmalı. Bu, aksiyondan ziyade karakter gelişimine ve psikolojiye ağırlık veren, sabırlı bir gerilim. Başarılı. (8)
14 Aralık 2010
64. The Chronicles of Narnia: The Voyage
İlk Narnia filmi 2005 yılında gösterime girdiğinde, "Yüzüklerin Efendisi'nin çocuklar için yapılmış versiyonu" diyerek biraz burun kıvırmıştım. Ancak bu üçüncü filmle birlikte artık Narnia rüştünü ispat ediyor ve başka bir eser ile karşılaştırmaya gerek bırakmayacak şekilde saygıyı hak ediyor. Evet, temelde çocuklar için yapılmış bir film bu. Ama iyi yaratılmış, iyi çekilmiş bir fantastik hikayenin büyüklerin de ilgisini çekmeyeceğini kim söylemiş? 70'ine merdiven dayamış usta İngiliz yönetmen Michael Apted, bu halka ile birlikte seriye dahil oluyor ve hemen de damgasını vuruyor. Ne yazık ki Lucy ve Edmund'u canlandıran oyuncuların yeteneksizlikleri yönetmenin çabalarını baltalamış biraz, ama yine de üç Narnia filmi arasında en iyisi bence bu. (7)
10 Aralık 2010
65. Eat Pray Love
"Hayatın anlamı"nı bulmak üzere -durup dururken- gül gibi kocasını terkedip dünyayı dolaşmaya karar veren 40'lı yaşlardaki bir kadının hikayesi. Elizabeth Gilbert'ın kendi anılarını anlattığı çok satan kitabından uyarlanan "Eat Pray Love", daha çok -hatta belki de sadece- kadın izleyiciyi hedef alan bir film. Julia Roberts her zamanki gibi sevimliliği ile perdeyi dolduruyor. Filmin genel felsefesini biraz fazla "geyik" bulsam da, özellikle ilk üçte birlik bölümü oluşturan ve yeme içme üzerine kurulu İtalya manzaraları oldukça cazip.(6)
66. Wall Street: Money Never Sleeps
Michael Douglas, kendisine 1987 yılında Oscar getiren Gordon Gekko rolü ile 23 yıl sonra geri dönüyor. Yönetmen koltuğunda yine Oliver Stone var. Film, ilk Wall Street'in enerjisinden biraz yoksun olsa da, Douglas'ın perdedeki karizması ve Stone'un teknik ustalığı sayesinde yeterince ilginç ve sürükleyici. Amerika'nın hala içinden çıkamadığı 2008 krizini aile-dostluk-vefa temalarını da katarak anlatmaya gayret eden eli yüzü düzgün bir yapım. (7)
5 Aralık 2010
67. Legend of the Guardians
Filmin afişinde "size Neşeli Ayakları getiren stüdyodan" diyor, ama Baykuş Krallığı Efsanesi, Neşeli Ayaklar'ın "şen şakrak" tonundan oldukça uzak, hatta kasvetli denebilecek bir animasyon. Filmdeki savaş sahnelerinin çekim tarzı birçok izleyiciye tanıdık gelecektir. "300 Spartalı"nın görselliğe çok önem veren yönetmeni Zack Snyder, görkemli slow-motion'larla süslü stilini bu kez bir animasyonda uyguluyor ve belli bir oranda başarıya da ulaşıyor. Tek sorun kuşların ellerinin olmaması: Birtakım savaş silahlarını sadece ayakları ile kullanabilmeleri, çarpışma sahnelerinde hareketleri oldukça sınırlandırıyor. Tahmin edeceğiniz gibi küçük yaştaki çocuklar için pek uygun bir animasyon değil bu. Ancak ortaokul çağındaki gençler ve de görsel bir ziyafet izlemek isteyen yetişkinler sanıyorum hoşlanacaklardır bu efsaneden. (6,5)
3 Aralık 2010
68. The Other Guys
New York'un en sıkı iki dedektifinin devre dışı kalmasıyla, hep onların yerine geçmek isteyen masa başı memuru iki beceriksiz ahbap çavuş fırsatı değerlendirmek isterler, ama işler planladıkları gibi gitmez. Filmin Samuel L.Jackson ve Dwayne Johnson'lı ilk 15 dakikası gerçekten çok eğlenceli. Ancak onlar çıktıktan sonra film sanki biraz gaz kesiyor. Mark Wahlberg bu tür komediler için bence uygun bir isim değil, zaten film boyunca "ne işim var benim burada" der gibi oynuyor. Will Ferrell ise tam bildiğimiz gibi ve yine formunda. İki saate yaklaşan süresi biraz fazla uzun tutulmuş olsa da, arada kendi kendime kahkahalar atarak izlediğim sahnelerin de olduğu farklı bir komedi.(6,5)
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)