17 Mayıs 2017

King Arthur: Legend of the Sword

King Arthur: Legend of the Sword, klasik hikayeye biraz büyü biraz fantastik öğeler eklenmiş ve üstüne de Guy Ritchie formatı uygulanmış bir yapım. Çocukluğunda kötü kalpli amcasının zulmü nedeniyle saraydan kaçmak zorunda kalan ve bir batakhanede büyüyen Arthur, kimsenin yerinden oynatamadığı sihirli kılıç Excalibur'u kayadan söküp çıkarınca, seçilmiş kişi olduğunu anlıyor ve amcasına karşı bir isyanın liderliğini üstleniyor.

Guy Ritchie filmleri biçimciliğin diğer tüm sinematik unsurların önüne geçtiği yapımlar. İlk olarak 2000'li yılların başlarında Lock, Stock and Two Smoking Barrels ve Snatch gibi düşük bütçeli suç komedileriyle dikkati çeken, ayrıca Madonna ile evliliği ile de gündeme gelen bu İngiliz yönetmen, filmlerinde hep baş döndürücü bir kurguyu ön planda tuttu. Şimdi aynı süper stilize anlatımı çok klasik bir efsaneye giydirmeye çalışmış. Seyircinin bir dakika soluklanmasına izin vermeyen bu yüksek oktanlı kurgu bazı bölümlerde işe yarasa da -örneğin Arthur'un çocukluğunun anlatıldığı montajda- fazla tekrar edildiğinde bünye kaldırmıyor. Bu gürültülü ve kaotik anlatım tarzını sevenler de vardır mutlaka, ama ben onlardan değilim.

Filmin aslında tek tek bakıldığında başarılı olabilecek yanları var: Örneğin, Daniel Pemberton'ın güzel müzikleri birçok sahneye artı değer katıyor. Oyunculardan Charlie Hunnam Arthur rolü için kifayetsiz kalsa da, Jude Law kötü adamı hakkını vererek oynamış. Yüzüklerin Efendisi'ndeki dev fillerin yeniden mesai yaptığı açılıştaki savaş sahnesi de oldukça etkileyici. Ama sonra Guy Ritchie sanki filmdeki bütün güzel olabilecek şeyleri bir blender'ın içine atıp karıştırıyor. Geriye baş ağrıtan köpüklü bir bulamaç kalıyor.

Daha fragmanlardan başıma ne geleceğini tahmin ediyordum da hadi bir ümit dedim. Artık karar verdim, ben Guy Ritchie'nin bu çılgın kurgu masası numaralarından pek hazzetmiyorum. Daha iyi olabilecek bir film, Guy Ritchie'nin ortaçağ dekorunda Snatch yapma hevesi yüzünden gürültüye gitmiş.

Bu yorumun YouTube videosu

FRAGMAN

King Arthur: Legend of the Sword (2017) on IMDb

Benim Notum: 5 / 10





16 Mayıs 2017

Alien: Covenant



Ridley Scott, 2012 yılında çektiği Prometheus'ta Alien efsanesinin kökleri ile ilgili felsefi bazı fikirler ortaya atmıştı. Prometheus benim sevdiğim bir filmdi, ancak Alien serisinin hayranları  sinema tarihinin belki de en meşhur tasarımı denilebilecek o ürkünç canavarın Prometheus'ta hiç görünmemesi nedeniyle epey hayal kırıklığına uğramışlardı. Ridley Scott bu şikayetleri duymuş olsa gerek ki, Alien Covenant'da yaratığımız bol bol perdeyi şereflendiriyor.

Prometheus'un devamı, ilk Alien'ın ise öncülü niteliği taşıyan öykü, 2104 yılında kolonicileri taşıyan Covenant adlı uzay gemisinde açılıyor. Uzay gemisinin mürettebatı yakınlardaki bir gezegenden esrarengiz bir sinyal alınca, "hem bu sinyali araştıralım, hem de bir bakalım gezegen güzelse belki yerleşiriz diyerek" dümeni bu gezegene doğru kırıyor. Ama Alien serisinden alıştığımız üzere, başta herşey yolunda gitse de, sonradan rotayı değiştirdiklerine bin pişman oluyorlar.

Ridley Scott bilim-kurgu türüne çok yatkın bir yönetmen. CV'sinde ilk Alien'ın yanısıra, Blade Runner ve The Martian gibi çok başarılı bilim-kurguları barındıran, artık 80 yaşına basmış bu usta İngiliz sinemacı, yeni dünyalar yaratmadaki becerisini Covenant'da bir kez daha ortaya koyuyor. Filmin teknik mükemmelliğine ve görsel ihtişamına diyecek yok. Ayrıca iki ayrı sahnede, Xenomorph'ların yarattığı terör ve katıksız korku duygusu 1979 yapımı orjinal Alien'dan esintiler taşıyor. Zaten filmin genel kurgusu ve olay örgüsü ilk film Alien'la ikinci film Aliens'ın formüllerinin bir karması gibi. Orta bölümü kaplayan ikinci perdeye ise Prometheus'taki varoluşsal meseleler serpiştirilmiş.

Filme Sigourney Weaver muadili güçlü kadın kahraman olması ümidiyle monte edilen Katherine Waterston, Hülya Koçyiğit halleriyle ne yazık ki Ripley'nin karizmasına sahip değil ve akılda kalıcı bir kompozisyon çizemiyor. Filmin oyunculuk anlamında yükünü çeken isim ise Michael Fassbender. Fassbender keskin yüz hatları ve donuk bakışlarıyla bir androidi başarıyla canlandırıyor.

Alien: Covenant serinin ilk iki filminin seviyesine ulaşamasa da, Ridley Scott'un titiz yönetimi ve atmosfer yaratmadaki ustalığı sayesinde sınıfı geçiyor. Ayrıca serinin hayranları bu yaratıkların nereden ve nasıl geldiğine dair yeni bilgileri de heyecan verici bulacaklardır.

Bu yorumun YouTube videosu


Alien: Covenant (2017) on IMDb

Benim Notum: 7,5 / 10

10 Mayıs 2017

The Circle

Tom Hanks ve Emma Watson'ın başrollerde oynadıkları The Circle, günümüzde sosyal medya kullanımının eriştiği boyut ve özel hayatın ihlali üzerine bir eleştiri getirmeye soyunan bir yapım. Çok fazla arkadaşı olmayan ve daha çok yalnız takılan Mae adlı bir genç kız  The Circle adlı Google ve Facebook karışımı bir teknoloji şirketinde işe başlıyor. Şirketin geliştirdiği bir uygulama için gönüllü kobay olmayı kabul eden ve hayatının her anını tüm dünya ile online olarak paylaşan Mae önceleri "oh ne güzel, artık milyonlarca arkadaşım var" diyerek sahte bir mutluluk yaşıyor. Ancak takipçilerinin arsızlığı trajik bir olaya neden olunca aklı başına geliyor ve Steve Jobs çakması firma patronu Eamon Bailey'e (Tom Hanks) karşı bir plan yapmaya başlıyor.

Dave Eggers'ın aynı adlı çok satan bir romanından uyarlanan hikaye, aslında ilginç olabilecek bir fikirden yola çıkıyor, ama aksak bir kurgu ve kötü yazılmış bir senaryo yüzünden bir türlü heyecan verici bir filme dönüşemiyor. Komşu kızı halleriyle Emma Watson uyuşuk bir karakteri canlandırıyor ve yer aldığı hiçbir sahnede ilgi çekici olamıyor. Tom Hanks her zamanki gibi karizmasını konuşturuyor, ama o da film boyunca sadece 3-4 yerde görünüyor, o göründüğü yerlerde de bir konferans salonunun sahnesine çıkıp şirket personeline ürün lansmanı konuşmaları yapıp duruyor.

Zaten tökezleyerek yürüyen senaryo son perdede iyice çuvallıyor. Finalde Mae ile patron Bailey arasında heyecanlı bir karşılaşma yaşanacak, bir kaçma kovalamaca, bir tansiyon olacak diye beklerken film hop diye bitiyor. Sanki Tom Hanks'ten rahmetli Bill Paxton'a bir sürü yetenekli oyuncuyu filmi çekmek için toplamışlar, ama çekimlerin bir yerinde bütün oyuncular "bu ne biçim film ya, biz gidiyoruz" diye valizleri toplamışlar, yönetmen de "eh tamam o zaman burda bitirelim" demiş gibi.

Black Mirror dizisini duymuş muydunuz bilmiyorum. Teknolojinin karanlık yüzü üzerine hikayeler anlatan çok iyi bir dizidir, eğer izlemediyseniz mutlaka bir yerlerden bulun izleyin. İşte The Circle, Black Mirror dizisinin bir bölümünü andırıyor. Tek sorun Black Mirror bu filme göre çok daha iyi yazılmış bir yapım. The Circle ise ilginç fikrine ve yetenekli oyuncularına rağmen olmamış.

Bu yorumun YouTube videosu

FRAGMAN

The Circle (2017) on IMDb

Benim Notum: 4 / 10


2 Mayıs 2017

Guardians of the Galaxy Vol. 2

Üç yıl önce gösterime giren ilk Guardians of the Galaxy özellikle kendini hiç ciddiye almayan fırlama kahramanları ve komik esprileri ile dikkati çekmiş, Marvel evreninde mizah duygusu ön planda olan ilk macera olarak kapıyı açmıştı. Sonra bu kapıdan Deadpool da girdi. Bu ikinci bölümde yapımcılar sanki "madem esprili senaryo seyircinin hoşuna gitti, eh o zaman daha çok espri yapalım" demiş gibiler. Hakkını teslim edelim, komedi bölümleri gerçekten çok eğlenceli, sinemada izlerken birçok yerde sesli bir şekilde güldüm. Özellikle bu bölümde daha çok dakika alan Bautista nam-ı diğer Drax'in sahneleri çok komik. İlk bölümde nedense ısınamadığım konuşan rakun Rocket da bu kez çok iyi repliklere imza atıyor. Baby Groot ise kadronun en sevimli elemanı, onu daha fazla sahnede görmek istiyorsunuz, keşke bizim evde yaşasa diyorsunuz. Senaryodaki 80'ler popüler kültürüne yapılan eğlenceli göndermeler, özellikle David Hasselhof, Kara Şimşek ve PacMan şakaları, o dönemi yaşamış bizim nesil için harika sürprizler.

Ama bu kadar şamatanın arasında sanki aksiyon tarafı biraz güme gidiyor. Filmde Yondu'nun okunun başrolde olduğu sekans dışında akılda kalan bir aksiyon bölümü yok. Örneğin kariyerini profesyonel dövüşçü olarak inşa etmiş Bautista, film boyunca neredeyse hiç dövüşmüyor, sadece espri malzemesi olarak kullanılıyor. Son yıllardaki süper kahraman maceralarında alışageldiğimiz üzere filmin villain'ı yani kötü karakteri Ego da zayıf yazılmış. Kahramanlarımızın yaşayan bir gezegenle savaşmaları çok soyut kalıyor.

Volume 2'nin bence en büyük artısı ise ilk filme oranla beklenmedik şekilde karakter odaklı ve duygusal bir hikaye barındırması. Bu kez karakterler daha derinlemesine inceleniyor ve ekibin kendi içindeki bağlar daha fazla ön plana çıkarılıyor.

Aksiyon bölümlerindeki kusurlarına ve genel akıştaki tempo problemlerine rağmen, filmin karakter gelişimine daha çok zaman ayıran senaryosunu ve aile bağlarının altını çizen duygusal finalini beğendim. Salondan çıkarken kendimi "evet bu ekibin bir sonraki macerasını izlemek istiyorum" derken buldum. Guardians of the Galaxy 2 renkli ve eğlenceli bir devam filmi.

Bu yorumun YouTube videosu

FRAGMAN

Guardians of the Galaxy Vol. 2 (2017) on IMDb

Benim Notum: 7 / 10