26 Şubat 2017

Oscar Tahminleri


89. Akademi Ödülleri Pazar'ı Pazartesi'ye bağlayan gece sahiplerini buluyor. İşte benim tahminlerim!

EN İYİ FİLM: La La Land
EN İYİ YÖNETMEN: Damien Chazelle (La La Land)
EN İYİ ERKEK OYUNCU: Denzel Washington (Fences)
EN İYİ KADIN OYUNCU: Emma Stone (La La Land)
EN İYİ YARDIMCI ERKEK: Mahershala Ali (Moonlight)
EN İYİ YARDIMCI KADIN: Viola Davis (Fences)

Oscar Tahminleri özel videosu şurada

25 Şubat 2017

Moana



Moana bir Disney filminde görmek isteyebileceğiniz her şeye sahip: Muhteşem bir animasyon, eğlenceli bir hikaye, gençlere güzel mesajlar ve akılda kalıcı müzikler. Antik çağlarda Güney Pasifik adalarında geçen hikayede, Moana bir kabile şefinin kızı. Moana'nın kabilesi kuşaklar boyunca denizlerde seferlere çıkmış, yeni yerler keşfetmiş gezgin bir ırk. Ama sonra güvenli bir ada bulunca oraya yerleşmişler. Tanrıların neden olduğu bir lanet sonucu artık ekinler yetişmez ve balıkçılar da balık tutamaz olunca, Moana ailesine ve yaşadığı adanın halkına yardım edebilmek için denize açılıyor. Amacı bu laneti kaldırmak. Bu maceralı yolculukta bir yarı-tanrı olan Maui ile tanışıyor ve onunla işbirliği yapması gerekiyor.

Moana hikaye akışı olarak 80'lerin sonu 90'ların başındaki Alaaddin, Küçük Deniz Kızı ve Herkül gibi Disney filmlerini anımsatıyor. Bu da bir sürpriz değil çünkü Moana'nın yönetmenleri  Ron Clements ve John Musker, aynı zamanda o saydığım filmleri yaratan isimler. O filmlerin sevilmesini sağlayan unsurlar Moana'da yeniden canlandırılmış: Akılda kalıcı melodiler, hayattaki yolunu bulmaya çalışan genç bir kahraman ve ona eşlik eden sevimli bir hayvan. Disney başarıya ulaşmış bir şablonu takip ediyor olsa da, bunda çok da bir sakınca yok bence. Çünkü taze bir hikaye, ilgi çekici yeni karakterler ve heyecanlı bir aksiyon var karşımızda.

Artık her Disney filminde görmeye alıştığımız gibi, animasyon yine muhteşem. Disney stüdyoları fotorealistik arka planlar yaratmadaki ustalığını sanki her geçen sene bir kademe daha ilerletiyor. Moana'da da özellikle okyanusdaki dalgalar ya da karakterlerin saçları o kadar gerçek ki, sanki elinizi uzatsanız dokunacakmış gibi hissediyorsunuz. Müzikler de harika. Senelerdir kapalı gişe oynayan Broadway müzikali Hamilton'ın da müziklerine imza atan Lin-Manuel Miranda'nın yazdığı şarkılar kolayca insanın diline dolanıyor. Sinemadan çıktıktan hemen sonra Spotify'da filmin soundtrack albümünü bulup eve dönerken dinlediğimi hatırlıyorum. Özellikle en iyi şarkı dalında Oscar'a da aday olan "How Far I'll Go", bu senenin Let It Go'su olabilir. Orjinalinde Dwayne Johnson'ın seslendirdiği ama bizim ne yazık ki dublajlı izlediğimiz Maui karakteri filmin en komik sahnelerine imza atıyor. Filmde bir de denizde hindistan cevizi şekilli tuhaf korsanlarla karşılaştıkları bir sahne var, buradaki Mad Max: Fury Road'a yapılan göndermeler unutulmaz.

Filmdeki cesur, özgüveni yüksek kızımız Moana'nın bir beyaz atlı prense ihtiyaç duymadan tek başına zorluklarla savaşmaya gitmesi ise çok çarpıcı ve güzel bir mesaj. Moana Türkiye'de gösterime gireli bir aydan fazla olmasına rağmen hala birçok sinemada gösteriliyor. Çocuklarınızı alın ve birlikte Moana'yı izlemeye gidin, hele bir kız çocuğunuz varsa durduğunuz kabahat, mutlaka gidin. 

Bu yorumun YouTube videosu


Moana (2016) on IMDb

Benim Notum: 8 / 10

23 Şubat 2017

Moonlight

Moonlight, Miami'nin bir kenar mahallesinde yaşayan Chiron adlı siyahi bir Amerikalı'nın hayat öyküsünü çocukluktan ergenlik çağına, oradan da genç yetişkinliğe uzanan üç perde şeklinde veriyor. Konusu ve kurgusuyla iki sene önceki Boyhood'u anımsatan Moonlight bir büyüme öyküsü. Filmin ana karakteri Chiron, Miami’de siyahların yaşadığı fakir bir mahallede babasız ve uyuşturucu bağımlısı bir anneyle büyüyor. Yönetmen Barry Jenkins'in bir tiyatro oyunundan uyarladığı filmde, okul çağında akran zorbalığına uğrayan sessiz bir çocuğun, ergenliğin tehlikeli sularında gezinirken bir yandan da cinsel kimliğini sorgulamasını izliyoruz. Yaklaşık yirmi yıla yayılan hikayenin otobiyografik bir yanı olduğu da söylenebilir, çünkü hem yönetmen Jenkins hem de oyunun yazarı Tyrell McCraney Miami'de aynı mahallede büyümüşler ve ikisinin de annesi uyuşturucu bağımlısıymış.

Moonlight'ı izlemeye giderken, çok beğeneceğimi düşünerek sinema salonundan girdim. Belki de filmin afişindeki "hayatınız değişecek, sinemadan farklı bir insan olarak çıkacaksınız" tarzı yorumlar beni etkiledi. Gerçekten de hem Amerikalı hem Türk sinema eleştirmenleri filmi yere göğe sığdıramadılar. Ben o kervana katılamıyacağım. Moonlight hassas konusu ve anlattıklarıyla önemli şeyler söyleyen ama büyük de bir etki bırakmayan bir film. Eğer mevzu yıkıma uğramış bir karakterin kederini anlamak ve hissetmekse, bu sene Manchester by the Sea'nin bunu çok daha iyi yaptığını düşünüyorum. Moonlight'ta yönetmenin renk kullanımını ve kamera hareketlerini beğendim. Juan'ı canlandıran Mahershala Ali'yi ve özellikle anneyi canlandıran Naomi Harris'i de başarılı buldum, ama o kadar. Filmin sonunda öyle pek de sarsılmış hissetmedim.

Filmler izleyicisiyle bir ilişki kurmaya onunla konuşmaya çalışır, beğendiğimiz filmler aslında bizimle konuşmayı başarabilen filmlerdir. Bu film benimle konuşamadı.  İyi bir film, ama öyle hayatım değişti, artık farklı bir insan oldum denilecek bir tarafı da yok.

Bu yorumun YouTube videosu

FRAGMAN

Moonlight (2016) on IMDb

Benim Notum: 7 / 10


21 Şubat 2017

The Lego Batman Movie

2014 yılında gösterime giren The Lego Movie, bir buçuk saatlik bir Lego reklamı olacak diye burun kıvrılarak beklenirken, herkesi şaşırtmış ve gayet eğlenceli, komik ve başarılı bir film olmayı başarmıştı. Film en iyi animasyon dalında Altın Küre'ye, filmde kulanılan Everything is Awesome şarkısı da en iyi şarkı dalında Oscar'a aday olmuştu. The Lego Batman Movie de aynı damardan devam ediyor.

İlk filmde misafir sanatçı olarak boy gösteren Batman bu kez kendi Lego filmiyle geri dönüyor. Tıpkı ilk filmde olduğu gibi, burada da bol bol popüler kültüre göndermeler var. Elbette, bu en başta bir Batman parodisi. Esprilerin çoğunu anlamak için, Batman külliyatına biraz aşina olmak, ya da 1989'dan beri çekilen sekiz Batman filminden en azından birkaç tanesini izlemiş olmak gerekiyor. Gerek eski Batman filmlerine, gerekse popüler kültürün önemli karakterlerine yapılan göndermeler oldukça komik. Diğer bazı DC Comics karakterleri, mesela Superman ve Suicide Squad da taşlamalardan nasibini alıyor. Yalnız filmdeki dakika başına sekiz esprinin patlatıldığı coşkun mizah başlarda orjinal ve eğlenceli gelse de, bir süre sonra kendini tekrar etmeye ve yorucu olmaya başlıyor.

Lego Batman filmi Türkiye'deki dağıtımcı şirket tarafından çocuk filmi olarak görüldüğü için tüm sinemalarda Türkçe dublajlı olarak gösteriliyor. Halbuki bu bir çocuk filmi değil. Tamam çocuklar da keyif alarak izlerler, ama filmdeki esprilerin büyük bir kısmı daha çok yaşı kemale ermişlere hitap ediyor. Örneğin seksenlerin romantik komedileri ile ilgili bir espri var, onu anlamak için en az 30 yaşında filan olmak lazım. Türkçeleştirildiği zaman da, her ne kadar Türkiye'de dublaj işi başarılı da olsa, film değerinden çok şey yitiriyor. Örneğin Batman bir yerde rap yapıyor, o rap'i Türkçe dinlemekle orjinalini dinlemek arasında dağlar kadar fark var. Halbuki hiç olmazsa günde bir seans orjinal diliyle gösterilebilirdi. Filmin sırf bu yüzden benim değerlendirmemde 1-2 puan kaybettiğini söyleyebilirim.

Bu yorumun YouTube videosu

FRAGMAN

The LEGO Batman Movie (2017) on IMDb

Benim Notum: 6 / 10




18 Şubat 2017

Live by Night

Ben Affleck'in hem yazıp, hem yönetip, hem de başrolünde oynadığı Live By Night içki yasağının yaşandığı 1920'lerde Amerika'da bir mafya elemanının suç örgütü içinde giderek yükselişini ve sonunda en tepedeki babalarla karşı karşıya gelişini anlatıyor. Ben Affleck oyunculuktan yönetmenliğe geçen Hollywood yıldızları arasında benim sevdiğim bir isim. 2007 yılında ilk yönetmenlik denemesi Gone Baby Gone ile dikkatleri üzerine çeken Affleck, olgun ürünler vermeye 2010 yılı yapımı The Town ile devam etmiş, 2012'de ise en iyi film Oscar'ını alan Argo ile yönetmenlik kariyerinin en üst noktasına ulaşmıştı. Coppola klasiği Godfather filmlerine hayranlığı hemen hissedilen Affleck belli ki bu projeye kendini çok adamış. Live by Night'da görüntüler, prodüksiyon tasarımları, dekorlar ve kostümlerdeki büyük özen hemen dikkati çekiyor. Gerek kalabalık sahneler, gerekse aksiyon bölümleri ustalıkla çekilmiş. Filmin teknik karnesi 10 numara 5 yıldız!.. Ancak aynı övgüleri hikaye için söylemek mümkün değil ne yazık ki. Ben Affleck senaryoyu daha önce Gone Baby Gone kitabının da yazarı olan Dennis Lehane'in bir romanından uyarlamış. Ama roman uyarlamalarında sıkça gördüğümüz gibi, kitapta geniş geniş anlatılan birçok alt öykü filme dönüştürülürken yeterince derinlikli anlatılamamış. Boardwalk Empire tarzı bir mafya dizisinin tüm bir sezonunun iki saate sıkıştırıldığını düşünün, işte bu da öyle. Aslında hikayede ilginç bazı motifler var, örneğin Florida'daki şerif Figgis ve onun bir tür tarikat lideri olan kızı Loretta, kopuk kopuk ilerleyen bir senaryo içinde can suyu gibiler. Ama filmdeki karakter ve olay karmaşası içerisinde kaybolup gidiyorlar.

Live by Night kötü bir film değil. Usta görüntü yönetmeni Robert Richardson dönem atmosferini başarıyla yaratmış, filmin sanat yönetimi de birinci sınıf. Ama kameranın hem önündeki hem de arkasındaki yetenek birikimi dikkate alındığında, beklentilerin gerisinde kaldığı da gerçek. Yine de özellikle Bir Zamanlar Amerika tarzı gangster hikayelerini sevenler Live by Night'ı beğenebilirler.

Bu yorumun YouTube videosu

FRAGMAN

Live by Night (2016) on IMDb

Benim Notum: 6,5 / 10

14 Şubat 2017

Lion

Nicole Kidman, Dev Patel ve Rooney Mara'nın oynadıkları Lion, Hindistan'da bir tren istasyonunda kaybolan ve yanlışlıkla bindiği trenle kendini evinden tam 1600 kilometre uzaktaki Kalküta'da bulan beş yaşındaki Saroo'nun gerçek öyküsünü anlatıyor. O eyalette konuşulan dili bilmeyen ve yaşadığı köyün ismini de hatırlayamayan Saroo önce bir çocuk yetiştirme yurduna veriliyor, sonra da Avustralyalı bir aile tarafından evlatlık olarak alınıyor. Bu noktada hikaye zaman çizgisinde tam 20 yıllık bir zıplama yapıyor ve Avustralya'da 25 yaşında artık genç bir yetişkin olan Saroo ile yani Dev Patel ile tanışıyoruz. Bir üniversite öğrencisi olan Saroo, çocukluk hatıralarını yeniden canlandıran bazı olaylar sonucunda, Hindistan'daki köklerini araştırmaya ve gerçek annesini bulmaya karar veriyor. Ve neredeyse filmin diğer bir başrol oyuncusu diyebileceğimiz Google Maps devreye giriyor. 

İlk uzun metraj filmini çeken Avustrayalı yönetmen Garth Davies'in filmi iki ana segmentten oluşuyor: İlk bir saati kaplayan bölüm 5 yaşındaki Saroo'nun kayboluşunu, Kalküta'da yaşadığı sıkıntıları ve başına gelen türlü aksilikleri onun gözünden anlatıyor. Charles Dickens (ya da bizden örnek verirsek Kemalettin Tuğcu) romanlarını anımsatan ve yürek burkan bir hikayeye sahip bu bölüm, özellikle Hintli küçük oyuncu Sunny Pawar'ın inanılmaz yeteneği sayesinde etkileyici olmayı başarıyor. Sinemada verilen 10 dakika aradan sonra ise Avustralya segmenti başlıyor ve burada film biraz vites düşürüyor. Gerçek hayatta yaşanan bazı detaylar filmin dramatik yapısına tam olarak adapte edilemiyor. Örneğin Rooney Mara'nın canlandırdığı kız arkadaşın öyküye nasıl bir katkısı var anlaşılamıyor. Ayrıca, 25 yaşındaki Saroo'nun Google ekranı karşısında varoluşsal bunalımlar geçirmek yerine, neden bir noktadan sonra gerçekten Hindistan'a gidip yerinde araştırma yapmadığı sorusu da havada asılı kalıyor. Dediğim gibi gerçek hayat hikayesinde belki bunların yanıtı vardır, ama filmde bu konular yeterince derinleştirilmiyor.       

Lion aslında biraz da sürpriz bir şekilde en iyi film dahil tam 6 dalda birden Oscar'a aday oldu. Bu başarıyı filmin yapımcıları Weinstein kardeşlerin Hollywood’daki etkilerine bağlayabiliriz. Ama 26 Şubat akşamı bu adaylıklardan en fazla bir tanesini ödüle dönüştürebilir. 

Lion, çok etkileyici bir ilk yarı ile başlayan, ikinci yarıda temposu biraz düşse de, en sonda vurucu bir finalle yine de toparlayan, duygusal bir gerçek hayat hikayesi. 

Bu yorumun YouTube videosu


Lion (2016) on IMDb

Benim Notum: 7,5 / 10

11 Şubat 2017

Manchester by the Sea


Bu sene 6 dalda Oscar'a aday olan Manchester by the Sea insanın ruhuna dokunan keskin bir dram. Kenneth Lonergan'ın yönettiği filmde Casey Affleck, abisinin ölümü sonrasında doğup büyüdüğü kasabaya dönen ve lise çağındaki yeğeninin velayetini üstlenmek zorunda kalan Lee Chandler'ı canlandırıyor. Filmin başlarında bir apartman kompleksinde kapıcı ve tamirci olarak çalışan Lee'nin çevresiyle ilişkilerini gözlemliyoruz. Lee donuk donuk bakan, duygusuz, insanlarla iletişim kuramayan gayet antipatik bir tip. Hatta filmin ilk 20 dakikasında bu nemrut adamı sevmemiz mi bekleniyor diye kendi kendinize sorabilirsiniz. Ancak film ilerledikçe, geri dönüşlerle Lee'nin geçmişinde yaşanmış daha da büyük bir trajediyi öğreniyor ve onun hayattan neden bu kadar nefret ettiğini anlamaya başlıyoruz.

Lonergan'ın filminin benzerlerinden en önemli farkı, bir takım Hollywood klişelerine yüz vermemesi. "Bazı acılar yaşandı ama artık geçmişi ardımızda bırakalım" diyen karakterler yok. Tam aksine geçmiş, sürekli şimdiki zamanın içinde. Kırılan bir şeyi onarmak gerçek hayatta her zaman mümkün olmayabiliyor; tıpkı bazı acıları geride bırakıp gidemediğiniz gibi.

Manchester by the Sea tam bir oyunculuk gösterisi. Filmin tüm oyuncuları çok etkileyici performanslar ortaya koyuyorlar. Ama ilk sırada şüphesiz Cassey Affleck var. Daha önce Gone Baby Gone'la da dikkatimizi çeken Ben Affleck'in küçük kardeşi, kelimeler kullanmadan bir duygu nasıl aktarılır, onun dersini veriyor. İleride oyuncu olmayı düşünen herkesin Casey Affleck'in bu performansını çok iyi izlemesi lazım. Affleck ruhu ölmüş, yaşarken kendisini mezara gömmüş bir adamı, bakışlarıyla, mimikleriyle, sessizliğiyle, öyle bir anlatıyor ki, acısının derinliği sizi de yakıyor. Lee'nin eski eşi Randi (Michelle Williams) ile sokakta karşılaştığı sahne ise filmin duygusal zirvesini ve öykünün kırılma anını oluşturuyor. Bu sahne o kadar iyi yazılmış ve o kadar iyi oynanmış ki, ikisinin de geçmişte yaşadıklarını derinden hissediyoruz.

Manchester by the Sea en iyi film, yönetmen, erkek oyuncu, yardımcı erkek oyuncu, yardımcı kadın oyuncu ve senaryo dallarında Oscar'a aday oldu. Özellikle en iyi erkek oyuncuyu alması gerektiğini düşünüyorum. Bu kategorideki diğer güçlü aday Denzel Washington'ı henüz izlemedim, ama Casey Affleck son yıllarda gördüğüm en etkileyici oyuncu performanslarından birini ortaya koyuyor ve bence ödülü o almalı. Yeğen rolünde Lucas Hedges da filmin sürprizlerinden.

Bu yorumun YouTube videosu

FRAGMAN

Manchester by the Sea (2016) on IMDb

Benim Notum: 8 / 10

9 Şubat 2017

xXx: Return of Xander Cage

2002 yılında çekilen ve Vin Diesel'ın başrolünde oynadığı ilk xXx filmi, extreme sporlarla James Bond tarzı ajan filmlerini karıştıran sıradan bir aksiyon filmiydi. 2005'de hiç gereği yokken çekilen ikinci filmde ise Vin Diesel yoktu. Onun yerine yapımcılar rap yıldızı gürbüz çocuk görünümlü Ice Cube'dan bir aksiyon yıldızı yaratmaya çalışmışlar, ama çok kötü çuvallamışlardı. Şimdi ilk filmden 15 yıl sonra Vin Diesel acaba seriyi yeniden canlandırabilir miyiz ümidiyle geri dönüyor.

Zeka seviyesi düşük aksiyon filmlerine bir itirazım yok. İlla ki her filmin sinema sanatında yeni çığırlar açmasını, sofistike ruhlarımıza hitap etmesini filan beklemiyorum. Örneğin yine Vin Diesel'ın oynadığı Fast and Furious serisini pek severim, çok eğlenceli bulurum. Hatta daha da ileri gideyim, o serinin beşinci filmi Fast Five'ı yılın en iyileri listeme almışlığım bile vardır.

Ama Xander Cage'in Dönüşü olmamış. Oniki yaşında bir çocuğun elinden çıkmışa benzeyen bir senaryo, sersemce diyaloglar, fizik ve biyoloji kurallarını ters yüz eden aksiyon sahneleri ve karikatür gibi karakterler. Bütün bunlar kendisi ile dalga geçmeyi başarabilen bir yapımda hoş görülebilir. Ama filmin en büyük problemi kendini ciddiye alması. Vin Diesel film boyunca perdede "bakın ben ne kadar cool biriyim, bakın bütün kadınlar kaslarıma hayran" şeklinde dolaşıyor. Bu gürültülü çorbanın içinde aslında saygı duyduğumuz uzak doğu dövüş sanatları ustası Donnie Yen de var. Ama yönetmen DJ Caruso'nun snapchat jenerasyonuna uygun kurgusu yüzünden onun hiçbir hareketini doğru düzgün göremiyoruz. Saygıdeğer Ip Man'ımız Donnie Yen'in yetenekleri de bu hengame içinde kaybolup gidiyor. Filmin konusuna hiç girmiyorum bile çünkü çok uyduruk.

Bu yorumun YouTube videosu

FRAGMAN

xXx: Return of Xander Cage (2017) on IMDb

Benim Notum: 3 / 10

      

3 Şubat 2017

Why Him

John Hamburg'un filmde, Bryan Cranston muhafazakar bir kız babasını canlandırıyor. Stephanie adlı kızı yirmili yaşlarına henüz adım atmış bir üniversite öğrencisi. Stephanie Noel tatilinde anne-babasını erkek arkadaşı ile tanıştırmak istiyor ve California’ya davet ediyor. James Franco'nun canlandırdığı erkek arkadaş ise bir internet milyarderi. Kızından 10 yaş büyük olan bu adamın Stephanie ile evlenmek istediği ortaya çıkınca, gergin baba kızını bu patavatsız ve ağzı bozuk serseriden ayırmak için planlar yapmaya başlıyor.

Eğer "ben bu filmi daha önce görmüştüm" diyorsanız, haklısınız. Hikaye yıllar önce Robert De Niro ve Ben Stiller'ın oynadıkları Meet the Parents - Zor Baba filmini fazlasıyla hatırlatıyor. Filmin yönetmeni John Hamburg'un aynı zamanda sayısı üçü bulan o Zor Baba filmlerinin senaryo yazarı olduğunu söylersem, belki bu benzerliğin nedeni ortaya çıkar. Adam aynı filmi çekmeye devam etmiş. Bu onun biraz daha edepsiz ve bel altı bir versiyonu. Breaking Bad'in yıldızı Bryan Cranston tek bir espriye yaslanan kısıtlı senaryo içerisinde elinden geleni yapmaya çalışıyor. Ama bu yetenekli aktörün asıl uzmanlık alanının bu tür kaba komediler olmadığı da hemen anlaşılıyor. Why Him arada sırada güldürmeyi başarsa da, inandırıcılığı çok zorlayan bir hikayeye ve sonradan yapıştırılmış gibi duran, alakasız bir mutlu sona sahip. Örneğin bu iyi yetişmiş gül gibi kızın, bu yol yordam bilmeyen küfürbaz serseri mayından neden hoşlandığını hiç anlayamıyoruz, bu ikilinin evli kalabileceğine ise asla ikna olmuyoruz. Başka bir deyişle "why him?" sorusu aslında cevaplanmamış bir şekilde havada asılı kalıyor. Filmdeki anne-babanın çok sevdiği 70’lerin efsane rock grubu Kiss ise bizim jenerasyonun yağlarını eritecek bir sürprizle filme renk katıyor.

Why Him'i izlerken güldüm mü, evet güldüm, ama bu kıkırdamalar 4 ya da 5 kezden fazla değildir. BBC'nin sinema eleştirmeni Mark Kermode'un "altı gülüş testi" dediği bir test var: eğer bir komedi filminde 6 kez sesli bir şekilde gülüyorsanız, o film sınavı geçmiş demektir. Why Him testi geçmeye yaklaşsa da, hedefi tam olarak vuramıyor.

Bu yorumun YouTube Videosu

FRAGMAN

Why Him? (2016) on IMDb

Benim Notum: 5,5 / 10