Neredeyse 30 yıl önce The Piano ile tanıyıp sevdiğimiz ve o zamandan beri de pek ortalarda görünmeyen Yeni Zelandalı yönetmen Jane Campion bu seneki ödül sezonunun favorilerinden olacak bir film ile geri dönüyor. Venedik Film Festivalinde en iyi yönetmen ödülü ile alan film, bu hafta başında açıklanan Altın Küre adaylıklarında da neredeyse her majör kategoride ödüle aday oldu: en iyi film, en iyi yönetmen, en iyi erkek oyuncu, en iyi kadın oyuncu, en iyi yardımcı erkek oyuncu, en iyi senaryo ve en iyi müzik.
1920'lerin Montana'sında geçen The Power of the Dog modern bir western tadında başlayıp ağır tempolu bir psikolojik dramaya hatta gotik bir gerilime evriliyor. Jane Campion ustası olduğu karakter gelişimine ağırlık verirken bir tablo güzelliğindeki geniş plan doğa görüntülerini de bol bol kullanıyor. Benedict Cumberbatch'in başrolde oynadığı The Power of the Dog yavaş tempolu bir film. Biraz festival filmi havasında. İyi çekilmiş ve iyi oynanmış. Ancak, birçok mücadele ve “aksiyon” içsel olarak ceryan ettiğinden, iki saati aşan uzunluğunu haklı çıkaracak yeterince malzeme yok. Ama sabredip sonuna kadar izleyebilirseniz, finalde taşlar yerine oturuyor, bazı halkalar tamamlanıyor.
Benim Notum: 7,5 / 10
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder