8 Haziran 2025

Mission: Impossible - The Final Reckoning

 



Benden başka o yılları hatırlayan var mıdır bilmem, Görevimiz Tehlike dizisi ile ilk olarak siyah beyaz tek kanallı televizyonumuzun ekranında tanışmıştık. Sonrasında 1996 yılından itibaren Tom Cruise projeyi sahiplendi ve çekilen sekiz sinema filminin hepsinde yapımcı ve başrol oyuncusu olarak yer aldı. İlk dört filmin her biri farklı bir yönetmen tarafından çekilirken, beşinci film Rogue Nation'dan itibaren Christopher McQuarrie yönetmen koltuğuna oturdu ve bir daha da o koltuktan hiç kalkmadı. McQuarrie'nin elinden çıkan altıncı film Fallout ise bence serinin zirvesiydi. Şimdi, yaklaşık otuz yıla yayılan bu serüven, filmin adında geçen "the final.." ibaresinden anladığımız kadarıyla,  "perde" diyor. Gerçi Hollywood bu belli olmaz, Tom Cruise beş yıl sonra yeni bir Görevimiz Tehlike filmi ile çıkıp gelebilir.

Otuz yıl ve sekiz filmden sonra seride bir tükenmişlik sendromu artık yavaş yavaş kendini göstermeye başlamış. Görevimiz Tehlike filmleri Tom Cruise'un dublör kullanmadan bizzat uçarak kaçarak yer aldığı nefes kesen aksiyon sahneleri ile ünlüdür. Her yeni film, meydan okuma anlamında bir öncekini geride bırakmaya çalışır. Ancak Tom Cruise’un cesur aksiyonları arasında her zaman izleyicinin merakını ayakta tutan, ilgi çekici bir casusluk hikâyesi de vardır. Ne yazık ki, The Final Reckoning Tom Cruise odaklı bazı harika aksiyon sahnelerine sahip olsa da, senaryosu ile sınıfta kalıyor. Bu kez riskler her zamankinden büyük ama film çoğu zaman otomatik pilottaymış gibi hissettiriyor. Sanki her şey, iki büyük aksiyon sahnesini barındırmak için birleştirilmiş: Tom Cruise’un su altında bir denizaltının içinde mahsur kaldığı sahne ve yukarıdaki posterde de yer alan havada çift kanatlı bir uçağın dış yüzeyine asılıp kaldığı  sahne. Gerçi hakkını teslim edelim, o sahneler de müthiş.

Senaryoyu giriş gelişme sonuç diye üç bölüme ayırırsak, film öncelikle çok uzun ve sıkıcı bir giriş bölümü ile açılıyor. Bir yığın ağır ve karmaşık açıklamayla dolu bu bölümde, sürekli bir takım adamlar bir odaya doluşup, buraya nasıl geldiğimizi ve bundan sonra neler olabileceğini anlatıp duruyorlar. Seyircinin zekası ile dalga geçen kötü yazılmış diyaloglar eşliğinde, yaşayan herşeyin sonunun geldiği ve dünyayı kurtaracak tek kişinin Ethan Hunt olduğu bir saat boyunca en az yedi sekiz kez kafamıza kakılıyor. 

Neyse ki, Tom Cruise’un Bering Boğazı’nın buzlu sularına atıldığı ve bir denizaltının içine girdiği sahneyle birlikte ikinci perde başlıyor ve film kendine geliyor. Üçüncü perdede ise o meşhur çift kanatlı uçak sahnesi ağzımızı bir karış açık bırakıyor ve beklediğimize değdi diyoruz. Finaldeki uçak sahnesini izleyip de kalp atış hızınızın artmaması mümkün değil. Filmin sonuna geldiğinizde ilk bölümün ne kadar sıkıcı olduğunu unutuyorsunuz ve salondan "vay be" diyerek ayrılıyorsunuz.

The Final Reckoning ilk bir saatinde çok fazla olay örgüsünü aynı anda yürütmeye çalışıyor ve sürekli tekrar eden, gereksiz uzunlukta açıklama sahneleriyle ağırlaşıyor. Üstelik bu açıklamalar çoğunlukla zaten bildiğimiz şeyleri tekrar etmekten başka bir işe yaramıyor. Bu ilk saati atlatırsanız, izleyicinin beklentisinin karşılandığı bölümlere nihayet erişiyoruz. O beklenti nedir derseniz de büyük, cesur ve sınır tanımayan bir aksiyon. Mümkün olan en büyük perdede ve güçlü bir ses sistemiyle izlendiğinde, film başka yerde zor rastlanacak bir deneyim sunuyor. Mantıklı olup olmamasına pek aldırış etmeden seyredildiğinde izleyicileri heyecanlandırıp içine çekmeyi başaran heyecan dolu bir epik var karşımızda. The Final Reckoning'i birkaç ay sonra evde bir streaming platformunda tekrar izlemek ister miyim? Evet isterim, ama ilk bir saatini x2 hızla oynatarak. 


Benim Notum: 7 / 10









 

31 Mayıs 2025

Mayıs Filmleri

 




Mayıs ayında izlediğim filmler ve puanlarım:


Warfare 8



Drop 7,5






Nonnas 6,5




Film isimlerinin üstüne tıklayarak, o filmle ilgili detaylara ya da benim yorumlarıma ulaşabilirsiniz.

2025'te izlediğim film adedi: 50


30 Nisan 2025

Nisan Filmleri

 




Nisan ayında izlediğim filmler ve puanlarım:


Sinners 8


Black Bag 7,5




Novocaine 7


Dog Man 6,5


Film isimlerinin üstüne tıklayarak, o filmle ilgili detaylara ulaşabilirsiniz.

2025'te izlediğim film adedi: 38


31 Mart 2025

Mart Filmleri

 




Mart ayında izlediğim filmler ve puanlarım:



Sing Sing 8


Last Breath 7,5

Presence 7,5

Mickey 17  7


The Gorge 6,5


Film isimlerinin üstüne tıklayarak, o filmle ilgili detaylara ulaşabilirsiniz.

2025'te izlediğim film adedi: 29

28 Şubat 2025

Şubat Filmleri

 




Şubat ayında izlediğim filmler ve puanlarım:





Companion 7,5





Nickel Boys 6,5





Film isimlerinin üstüne tıklayarak, o filmle ilgili detaylara ulaşabilirsiniz.

2025'te izlediğim film adedi: 21


31 Ocak 2025

Ocak Filmleri

 




Senenin ilk ayında izlediğim filmler ve puanlarım:



Nosferatu 7,5


Babygirl 7




Kneecap 6,5

Queer 6,5




Film isimlerinin üstüne tıklayarak, o filmle ilgili detaylara ya da benim yorumlarıma ulaşabilirsiniz.

20 Ocak 2025

2024'ün En İyi Filmleri




Son iki ay biraz sıkışsam da, 2024 yılını da tam 150 film izleyerek tamamlamayı başardım. İzlediğim 150 film içinden  bana göre en iyilerini bu sayfada sağdaki sütunda liste şeklinde görebilirsiniz. Ayrıca bir dakikalık hızlı bir gerisayım videosunu da aşağıya ekliyorum. Filmleri şu anda hangi dijital platformda izleyebileceğinizi de videoda paylaştım.
  




2025'te de bol sinemalı, bol filmli günler herkese!

 

12 Ocak 2025

Nosferatu

 




Alman yönetmen F.W.Murnau tarafından çekilen 1922 yapımı sessiz film Nosferatu sinema tarihinin klasiklerinden sayılır. Her ne kadar karakterlerin isimleri değiştirilse de konu neredeyse birebir Bram Stoker'ın 1897 yılında yazdığı Dracula ile aynıdır. Murnau bu meşhur vampir hikayesini Nosferatu adı ile perdeye aktarırken rahmetli Bram Stoker'ın ailesine hiçbir telif hakkı ödemez, tabiri caizse senaryoyu bir güzel apartır. Hatta Stoker'ın dul eşi telif davası açar ve mahkeme Nosferatu filminin tüm kopyalarının imha edilmesine karar verir. Her nasılsa filmin birkaç kopyası kurtarılır ve işte o saklanan birkaç kopya sayesinde film yıllar sonra birçok sinemacıya ilham veren korku sinemasının temel taşlarından biri olarak kabul edilmeye başlar.  

Bundan dokuz yıl önce Robert Eggers'in ilk filmi The Witch'i bu sitede yorumlarken şöyle demişim (blog tutmanın faydaları): "Robert Eggers'ın ismini ileride çok duyacağımız kesin". Gerçekten de öyle oldu, Eggers önce The Lighthouse sonra da The Northman ile özellikle korku türünde kendine sağlam bir hayran kitlesi yaratmayı başardı. Yönetmen daha önceki üç filminde biriktirdiği bütün tasarım ve estetik becerilerini Nosferatu'da kullanıma sokmayı başarmış. Eggers'ın diğer yapımlarını izleyenler ne bekleyecekleri konusunda bir fikre sahip olacaktır. Nosferatu geleneksel anlamda korkutucu olmaktan ziyade daha çok rahatsız edici ve tedirgin edici bir film. Perdeye yansıyan görüntülerden yönetmenin hikayeye yaklaşımına kadar neredeyse her bakımdan karanlık bir yapım. Filmin 132 dakikalık süresi boyunca neşeli hiçbir an yok. Eggers bu klasik korku hikayesini perdeye aktarırken, son yıllarda moda olduğu üzere vampirleri romantikleştirmeye çalışmıyor. Nosferatu'daki Kont Orlock (ya da orjinal ismiyle Kont Dracula) kanla beslenen ve kötülükten başka bir şey düşünmeyen tam anlamıyla şeytani bir yaratık. 

Nosferatu yaratılan görsel atmosfer bakımından birinci sınıf bir yapım. Öte yandan hikaye ve karakterler bakımından aynı yüksek seviyenin yakalandığını söylemek pek mümkün değil. Yine de Robert Eggers, çarpıcı görüntüleri ve bitmeyen tekinsizlik hissiyle silinmesi zor bir etki bırakmayı başarıyor. 

Nosferatu'yu Türkiye'de şu anda sinemalarda izleyebilirsiniz. 


Benim Notum: 7,5 / 10








31 Aralık 2024

Aralık Filmleri

 




2024'ün son ayında izlediğim filmler ve puanlarım:


Red Rooms 8


Juror #2  8

The Order 7,5

Carry-On 7,5

Cuckoo 7,5

Flow 7,5



Mars Express 7,5

Maria 7


Blitz 7


Moana 2  7





Daddio 6,5



Beatles '64  6,5

Megalopolis 5,5


Film isimlerinin üstüne tıklayarak, o filmle ilgili detaylara ulaşabilirsiniz.

2024'te izlediğim film adedi: 150


30 Kasım 2024

Kasım Filmleri

 




Kasım ayında izlediğim filmler ve puanlarım:
(..evet, bu ay biraz vites yükselttim)


Wicked 8

Anora 8

Conclave 8


Gladiator II 7,5

Heretic 7,5

The Outrun 7,5



Exhuma 7,5



Look Back 7,5

Wolfs 7




Lee 7

Am I OK? 7




Ibelin 6,5



Film isimlerinin üstüne tıklayarak, o filmle ilgili detaylara ya da benim yorumlarıma ulaşabilirsiniz.

2024'te izlediğim film adedi: 126

29 Kasım 2024

Wicked

 




Neredeyse bir senedir sinemalarda ve YouTube'da fragmanını izlediğimiz Wicked filmi nihayet perdelerimizde. Cynthia Erivo ve Ariana Grande'nin başrollerini paylaştığı film, 2003 yılından beri Broadway'de sahnelenen ünlü bir müzikalden sinemaya uyarlanmış. Açıkçası sinemaya giderken beklentim oldukça düşüktü. Müzikali bilmiyordum, "Pamuk Prenses ve Harry Potter karışımı bir Disney masalı mı izleyeceğiz acaba" diyordum içimden. Ama Wicked beni olumlu anlamda çok şaşırttı, güzel bir sürpriz oldu. Bunun birkaç nedeni var:

Birincisi: filmin prodükiyon tasarımı, dekorları, kostümleri, yani görsel dünyası. Son senelerde alıştığımız üzere bol bilgisayar efektli, bol yeşil perdeli, göze yapay gelen bir dünya ile karşılaşacağız diye korkuyordum. Öyle olmadı. Filmde çok büyük oranda gerçek setler, gerçek dekorlar kullanılmış. Bu da seyirciyi yaratılan o dünyanın içine çeken önemli bir koza dönüşüyor. CGI elbette var, ama o da göze batmıyor.   

İkincisi: Ariana Grande!.. Dünyada milyonlarca hayranı olan bu pop ikonunun iyi şarkı söylediğini biliyordum da oyunculuğunun bu kadar iyi olduğunu hiç bilmiyordum. Glinda rolünde Grande şaşırtıcı derecede iyi bir performans ortaya koyuyor. Bu tür rollerde komedik zamanlama dediğimiz şey öne çıkar, Grande bu zamanlamayı çok güzel tutturuyor. Diğer taraftan oyunculuğunu daha önce Harriet filminde Oscar adayı olarak ispatlamış Cynthia Erivo ise bu kez güçlü sesi ile şaşırtıyor.

Step Up ve In the Heights filmlerinden hatırladığımız yönetmen Jon M. Chu o filmlerden gelen kalabalık kadrolu dans sahneleri çekme tecrübesini burada bir üst seviyeye taşımış. Chu'nun dinamik kamerası müzikalın o ışıltılı enerjisini başarılı bir şekilde perdeye yansıtmış. Filmin anlattığı hikaye de oldukça ilgi çekici, şarkıların arasında bir dolgu malzemesi gibi durmuyor. Yönetmen Jon M. Chu başta karakterler ve aralarındaki ilişkiler olmak üzere filmin dramatik yapısını gayet sağlam tutuyor. Gerek müzikal, gerek normal sahnelerde karakterlerin motivasyonları derinlemesine biçimde anlatılıyor. Elphaba ve Glinda arasındaki arkadaşlık ilişkisi oldukça organik bir şekilde izleyiciye aktarılıyor. İki karakter arasındaki nefretin yavaş yavaş sevgiye dönmesindeki süreç bütün duygusallığıyla bizlere veriliyor.  Filmin süresi 2 saat 40 dakika olmasına rağmen, filmi izlerken bunu hissetmiyorsunuz.

Wicked göz dolduran, seyre değer bir gösteri. Film bizi ilk dakikadan itibaren bir hayal dünyasına götürüyor ve orada iyi vakit geçirmemizi sağlıyor. Türkiye'de şu anda sinemalarda izleyebilirsiniz.


Benim Notum: 8 / 10


22 Kasım 2024

Gladiator II

 





2000 yapımı Gladiator filmi herhalde birçok kişinin "tüm zamanların en iyi 10 filmi" listesindedir, ben dahil. Russel Crowe'un başrolünde oynadığı bu epik film o sene hem en iyi film Oscar'ını almış, hem de tüm dünyada 500 milyon dolar gişe hasılatı yakalamıştı. İşte yönetmen Ridley Scott tam 24 yıl sonra tanıdık sulara ve tanıdık arenalara geri dönüyor.

Öncelikle Ridley Scott'a bir şapka çıkartmak lazım. 10 gün sonra 87 yaşını dolduracak olan bu veteran sinemacı, emekli olmayı düşünmek şöyle dursun, hala oldukça aktif bir şekilde çalışmaya devam ediyor. Son dört seneye dört film (The Last Duel, House of Gucci, Napoleon ve Gladiator II) sığdırmayı başaran İngiliz yönetmen, halihazırda önümüzdeki yıllarda gösterime girecek dört yeni filmi için de ön çalışmalar yapıyor. 

Gladiator II Ridley Scott'un ustası olduğu yüksek bütçeli, destansı savaş sahneli, epik yapımlara yeni bir örnek. Artık büyük stüdyolar Ridley Scott dışındaki isimlere bu tür tarihi filmler için büyük bütçeler vermiyorlar. "Sezar'ın hakkı Sezar'a" diyelim (pun intended), Scott da kendisine teslim edilen 300 milyon dolarlık devasa prodüksiyon bütçesini iyi kullanıyor, ama çok da fazla risk almıyor. Denenmiş ve başarılı olmuş orijinal formülden pek vazgeçmediği belli. Gladiator II, ilk filmin hikaye örgüsünü neredeyse adım adım aynen takip ediyor. Yine tutsaklıktan gelip gladyatör olarak yetiştirilen eski bir asker, yine bu gladyatörün önce yuhalanırken sonradan yavaş yavaş Roma halkının desteğini kazanması, yine imparatoru devirmeye yönelik saray entrikaları ve elbette yine görkemli arena dövüşleri.      

Paul Mescal benim de çok sevdiğim iyi bir aktör. Ama onun o kırılgan üzgün çocuk ifadesi bence bu role pek uymamış. Gözlerimiz Russel Crowe'un karizmasını arıyor. Filmin oyunculuk anlamında en akılda kalıcı performansını ise Denzel Washington ortaya koyuyor. Oscar adaylığı şimdiden hayırlı olsun. 

Sonuçta Gladiator II ilk filmin etkileyiciliğine sahip olamasa da, vaad ettiği şeyleri yerine getiren, baştan sona ilgiyle izlenen, başarılı bir tarihi macera filmi. Ridley Scott bütün filmlerinde olduğu gibi ilk andan itibaren yarattığı görsel atmosfer ile seyirciyi filmine bağlamayı başarıyor. Bir de artık sinemalarımızda bu tür eski usül, devasa setler içeren, yüksek bütçeli, bol yıldızlı, “sandaletli kılıçlı”  epik filmleri pek göremiyoruz. O yüzden kırk yılda bir gelen bu fırsatı kaçırmayın. Mümkünse şehrinizdeki en büyük perdeli salonda izleyin.  


Benim Notum: 7,5 / 10


8 Kasım 2024

The Wild Robot

 




Bir gemi kazasından sonra, Roz adında zeki bir robot ıssız bir adada mahsur kalıyor. Zorlu ada şartlarında hayatta kalmak için Roz, adanın hayvanlarıyla bağ kurmaya çalışıyor. Bu arada yetim bir kaz yavrusuna da bakıcılık yapmaya karar veriyor. Daha önce How to Train Your Dragon'un yazar ve yönetmeni olarak tanıdığımız Chris Sanders yine çocukların yanı sıra büyükleri de mest edecek çok sevimli bir aile hikayesi ile karşımızda.

The Wild Robot'un belki de en iyi yanı Hollywood yapımı bir animasyon filmine benzememesi.  Film Disney'den çok Miyazaki gibi hissettiriyor. Chris Sanders'ın incelikli senaryosu, nezaketin bir hayatta kalma becerisi olarak kullanılabileceğini ve sevgi bağlarının doğuştan gelen farklılıklardan daha güçlü olabileceğini anlatıyor. Hikayenin büyük bir kısmında kötü adam yok. Bu elbette hiç çatışma olmadığı anlamına gelmiyor, ancak filmin anlatısını ilerletmek için bir büyük kötüye ihtiyacı yok. Bunun yerine ilişkilere ve duygusal etkileşimlere güveniyor ve bunu hem çocukların hem de yetişkinlerin ilgisini çekecek bir şekilde yapıyor.

Son yıllarda özellikle aile filmleri orjinal bir hikaye yaratmaktan ziyade bir franchise oluşturmaya ve buna bağlı olarak işin pazarlama kısmına daha fazla odaklanır hale gelmişlerdi. The Wild Robot işte bu genel trendden sıyrılmayı başarıyor. Chris Sanders'ın filmi hikaye anlatımına önem veren ve klişelerden uzak duran haliyle Japon usta Miyazaki'nin filmleriyle birlikte anılmayı hak ediyor. Bu senenin en iyi animasyonu.

The Wild Robot filmini Türkiye'de 8 Kasım'dan itibaren sinemalarda izleyebilirsiniz.


Benim Notum: 8 / 10 


  

 

31 Ekim 2024

Ekim Filmleri

 




Ekim ayında izlediğim filmler ve puanlarım:






Smile 2 7,5

Kill 7,5



Didi 7

Trap 6,5


Film isimlerinin üstüne tıklayarak, o filmle ilgili detaylara ya da benim yorumlarıma ulaşabilirsiniz.

2024'te izlediğim film adedi: 103

30 Ekim 2024

The Substance

 




İşte bu sene görüp görebileceğiniz en sıradışı, en çılgın film. Bu yazıyı okuyanların yarısı bu filmi tavsiye ettiğim için bana teşekkür edecek, diğer yarısı ise bana lanet okuyacak. Filmin yukarıdaki ABD afişinde Indiewire dergisinin yorumu yazılmış "absolutely fucking insane / kesinlikle manyakça" diye (ifadeyi yumuşatarak yazıyorum). Bunu önce bir pazarlama taktiği diye düşünmüştüm, ama filmden çıkarken benim beynimden geçen kelimeler de aynen öyleydi.

Eski Hollywood yıldızı Elisabeth Sparkle (Demi Moore) televizyonda bir fitness programının sunuculuğunu yapmaktadır. Bir gün televizyon kanalının münasebetsiz yöneticisi Harvey (Dennis Quaid) tarafından artık yaşlandığı ve genç izleyiciye hitap etmediği gerekçesiyle işinden kovulur. İşten çıkarılmasına öfkelenen Elisabeth, "The Substance" adlı merdivenaltı bir kimyasal maddeyi kullanmaya başlar. Bu madde Elisabeth'in içinden (Alien filminden fırlamış gibi duran grotesk bir doğum sahnesi eşliğinde) kendisinin daha genç ve daha güzel bir versiyonunun çıkmasını sağlamaktadır. Sue (Margaret Qualley) adlı bu genç versiyon Harvey'nin istediği her şeydir ve kısa süre sonra Elisabeth'in eski işini devralır. Ancak bu maddeyi kullanırken bazı kurallar vardır: örneğin, iki kadın aynı anda uyanık olamaz, yedi günlük periyotlar halinde uyanıklık dönemlerini değiş-tokuş etmek zorundadırlar. Talimatlara uyulmazsa, sonuçlar çirkin ve yıkıcı olabilir. Ve tabii ki, Elisabeth ve Sue bir süre sonra kuralları çiğnemeye başlarlar.

The Substance sinematografisi ile göz kamaştıran bir yapım. Film bizi sürekli güçlü imgeler sağanağına tabi tutuyor. Filmin başlarında, Sue'nun parlak, canlı dünyası ile Elisabeth'in yaşadığı daha az renkli hayat arasında bir karşıtlık yaratılıyor. Kanlı sahnelerin çoğunun gerçekleştiği banyo, kızıl kanla daha iyi bir kontrast oluşturmak amacıyla parlak beyaz renkte tasarlanmış. Filmin ilerleyen kısımlarında, her şeyin kırmızıya boyandığı abartılı bir sahne de mevcut. 

Demi Moore tüm kariyerinin en iyi performansı ile döktürüyor. Zamanında Hollywood’un en gözde yıldızlarından biri olan Moore’un bir anlamda kendi hikâyesini adeta yaşayarak anlattığını da söylemek mümkün. Korku filmleri genelde Oscar jürisi tarafından görmezden gelindiği için Moore'un bu filmdeki oyunculuğu büyük olasılıkla hak ettiği takdiri alamayacak, ama kesinlikle ödüllerle taçlandırılması gereken bir performans var karşımızda. Margaret Qualley ve Dennis Quaid de çok iyi.

Daha çok filmin biçimsel üstünlüklerine odaklandık ama The Substance, yalnızca bir korku hikâyesinin ötesine geçerek, yaşlanma, beden algısı ve toplumsal baskılar üzerine derinlemesine bir inceleme sunuyor. Fransız kadın yönetmen Coralie Fargeat, günümüz sinemasında eksikliğini sıklıkla hissettiğimiz bir şeyi gerçekleştirmiş: kendi yönetmen vizyonuna yönelik cesur, tavizsiz bir yaklaşım. Bu, AVM salonlarında oynayan kalıplaşmış şeylerden farklılığıyla dikkat çeken, alışılmışın çok dışında bir film. Evet, yaratılan dünya tuhaf ama The Substance bu tuhaf dünyaya girenleri eğlendirme kapasitesini de asla kaybetmiyor. Filmi belki benim gibi çok seveceksiniz, belki nefret edeceksiniz, ama bir şey kesin: kolay kolay aklınızdan çıkmayacak.

The Substance filmini 1 Kasım'dan itibaren kısıtlı sayıda sinemada ve aynı zamanda MUBI platformunda izleyebilirsiniz.


Benim Notum: 8,5 / 10


25 Ekim 2024

Smile 2

 




İki yıl önce çekilen ilk Smile ilginç bir fikirden yola çıkan başarılı bir korku filmiydi. 17 milyon dolar gibi düşük bir bütçeyle çekilen film tüm dünyada 220 milyon dolarlık gişe hasılatı yapınca, Paramount stüdyosu yöneticilerinin ikinci film için yönetmen Parker Finn'in kapısını çalmaları kaçınılmazdı. Finn, kendisine sunulan açık çeki çar çur etmemiş. Bu ikinci halka birçok bakımdan ilkinden daha iyi bir film. Smile 2, ilk filmin fikirlerini ve estetiğini alıp bunları ikiye katlıyor. Günümüz korku sinemasında pek  çok devam filmi önceki filmlerin sulandırılmış tekrarları gibi görünürken, Parker Finn ilk bölümü bir sıçrama tahtası olarak kullanıyor ve daha uzun, daha yoğun ve daha ürkütücü bir hikaye ile karşımıza geliyor. Film, önce Smile'ın sonundan kalan olay örgüsünün iplerini bağlıyor, ama sonra hızla kendi kimliğini geliştirmeyi ihmal etmiyor.

Smile 2'yi başarılı kılan iki faktör var: Birincisi, yazar/yönetmen Parker Finn'in sarsıcı bir görsel ve işitsel atmosfer yaratmadaki ustalığı. Bu genç yönetmenin sadece iki filmi olduğuna inanmak güç. Film izleyicileri gerçek ile hayali ayırt etmenin imkansız olduğu halüsinojenik bir kaos girdabına sürüklüyor. Finn, kuralları tersyüz eden kadrajları, tekinsizliği an be an hissettiren açıları ve türe yenilik getiren tercihleriyle yine çok başarılı bir iş ortaya koyuyor.  İkinci faktör ise başrol oyuncusu Naomi Scott'ın performansı. CV'si pek umut verici görünmese de (daha önce Power Rangers ve Charlie's Angels filmlerinde oynamıştı) Naomi Scott burada tüm filmi neredeyse tek başına sırtlıyor ve inandırıcı bir oyunculuk ile canlandırdığı karakteri benimsememizi sağlıyor. Şarkı söyleme yeteneği de ekstra bir artı yazdırıyor hanesine.

"Jump scare" denilen seyirciyi koltuğunda zıplatma amaçlı sahneleri biraz fazla kullanması ve süresinin bir 20-25 dakika kadar gereğinden fazla uzun tutulması ise filmin eleştirilecek noktaları olarak sayılabilir. Ama bu küçük kusurlarına rağmen, gerek yönetmenlik becerisi gerekse de başrol oyuncusunun mükemmele yakın performansı ile sağlam bir korku filmi var karşımızda.  

Smile 2'yi Türkiye'de şu anda sinemalarda izleyebilirsiniz.



Benim Notum: 7,5 / 10





11 Ekim 2024

Transformers One

 




İlk olarak 1984 yılında bir oyuncak serisi olarak ortaya çıkan, sonrasında animasyon TV dizisi ve çizgi roman olarak devam eden, 2007 yılından itibaren ise Michael Bay imzalı pahalı, gösterişli ama zeka seviyesi düşük filmlerle sinema perdelerimizi şenlendiren Transformers robotları animasyon dünyasına geri dönüyor. Bir origin/başlangıç öyküsü olarak kurgulanan Tranformers One'da sonradan birbirlerine düşman kesilseler de bir zamanlar kardeş gibi dost olan Optimus Prime ve Megatron'un Cybertron gezegenindeki anlatılmamış hikayesini izliyoruz.

2007-2023 arasında çekilen önceki yedi film hep dünyadaki insanlar ile Transformers robotları arasında gelişen olayları anlatıyordu, yani hep arada insanlar vardı. Burada ise sadece robot karakterler var, hiç insan yok. Bu da aslında animasyon formatı için iyi bir fırsat yaratıyor. Toy Story 4 filminden hatırladığımız yönetmen Josh Cooley özellikle aksiyon sahnelerinde oldukça iyi iş çıkartıyor. Ama elbette bu robotların fizyolojisi ile ilgili mantığı zorlayan bazı soruları sinemaya girmeden önce askıda bırakmak gerekiyor. Örneğin, makineler arasında cinsiyet diye bir şey olmadığına göre kadın robot nasıl oluyor, bu robotların hangi araca dönüşeceklerine kim karar veriyor, araç demişken dünyadan yüzbinlerce ışık yılı ötede yaşayan bu robotlar nasıl oluyor da hiç görmedikleri dünyadaki taşıtlara dönüşüyorlar? Vesaire vesaire...

Transformers One seksenli doksanlı yıllarda serinin televizyondaki çizgi filmlerini izleyerek büyümüş  hayranlarını fazlasıyla tatmin edecektir. Öte yandan benim gibi seri ile duygusal bir bağı olmayan seyirciler açısından da, karakter gelişimine önem veren iyi hikayesi, göz alıcı aksiyon sahneleri ve başarılı animasyonu ile sınıfı geçen bir film olmuş.  

Transformers One filmini Türkiye'de şu anda sinemalarda izleyebilirsiniz. 



Benim Notum: 7 / 10

30 Eylül 2024

Eylül Filmleri

 



Eylül ayında izlediğim filmler ve puanlarım:




Rebel Ridge 7,5









Film isimlerinin üstüne tıklayarak, o filmle ilgili detaylara ya da benim yorumlarıma ulaşabilirsiniz.

2024'te izlediğim film adedi: 93


Beetlejuice Beetlejuice

 





Beetlejuice Beetlejuice için sinemaya gitmeden önce evde 1988 yapımı ilk filmi yeniden izledim. Yanlış hatılamıyorsam, Michael Keaton'ın şöhret basamaklarını tırmanmasına vesile olan o ilk Beetlejuice filmi Türkiye'de sinemalarda gösterime girmemişti. Daha önce yüz kez oynatılıp başa sarılmış bir VHS video kasedin renkleri birbirine girmiş, kayan görüntüleri eşliğinde izlemiştim filmi. 

36 yıl sonra gelen bu devam filmi (ki bu süre devam filmleri arasındaki zaman aralığı bakımından bir rekormuş, bundan önceki rekor Top Gun'da) aslında ilk filmin ruhunu büyük ölçüde koruyor. Yönetmen Tim Burton, orijinalin güçlü yönlerine sadık kalmış, tekerleği yeniden icat etmeye çalışmamış. 2024 yapımı film bir karbon kopya olmadan ilk filmin yankısını yaratmayı başarmış. Artık bilgisayar teknolojisi çok gelişmiş olmasına rağmen,Burton yine CGI yerine "practical effect" kullanmayı tercih etmiş, yani fiziksel olarak ürettiği malzemelerle oluşturmuş filmdeki görselliği. 

Bu kez tek bir ana olay örgüsü yerine birkaç tane yan hikaye var. Ve bu küçük yan hikayeler oldukça da ilginç. Ben senaryoyu ilk filmden daha çok sevdiğimi rahatlıkla söyleyebilirim. Ayrıca bu kez çok daha fazla güldüm (özellikle Soul Train sahnesini hatırladıkça hala gülüyorum). Yönetmen Tim Burton, Dumbo ve Dark Shadows gibi bazı yanlış adımlar ve garip seçimlerden sonra Beetlejuice Beetlejuice ile tanıdık topraklara geri dönüyor. Geçmişteki iş ortakları ile birlikte projesini nostalji hissi ile sarmalayıp başarılı oluyor. Dünyanın bir başka Beetlejuice filmine ihtiyacı var mıydı tartışılır olsa da, film kesemizi dolduralım motivasyonundan ziyade, her sahnesi ile gözlerimizi şenlendiren gerçek bir yaratıcılığın perdeye yansıtılması sonucu ortaya çıkmış gibi görünüyor. Beetlejuice'un keyifli tuhaflığı ile seksenlerde tanışma fırsatı bulamayanlar için güzel bir fırsat.

Beetlejuice Beetlejuice filmini Türkiye'de şu anda sinemalarda izleyebilirsiniz.


Benim Notum: 7,5 / 10