30 Mart 2011

41. Barney's Version

Gösterişsiz ama akılda kalıcı karakterleri canlandırmasını çok iyi bilen Paul Giamatti, kendisine Altın Küre getiren bu rolde, ucuz televizyon dizileri yapımcısı Barney Panofsky olarak karşımızda bu kez. Kanadalı yazar Richler'in çok satan romanından uyarlanan film sıradan adam Barney'nin sıra dışı hikayesini anlatmaya 1974'te İtalya'dan başlıyor ve günümüze kadar getiriyor. Bu süre zarfında, Barney iki felaket evlilik geçirdikten sonra hayatının aşkı Miriam'ı buluyor. Aslında Barney'nin hayatına girip çıkan bu her biri birbirinden güzel kadınların onda ne bulduğu da sorgulanabilir. Ama zaten film Barney'i sempatik göstermeye çalışmıyor, onu kusurlarıyla tanımamızı ve kabul etmemizi istiyor. Bu sevimsiz adamın öyküsünü ilginç hale getiren ise hiç şüphesiz Paul Giamatti. 124 dakikalık filmin neredeyse her karesinde görünen  Giamatti müthiş bir iş çıkarıyor. Özellikle babası rolünde Dustin Hoffman ile karşılıklı oynadıkları sahneler görmelere değer. Son tahlilde, yer yer güldüren ama baştan sona belli bir hüznü ve "kaybetmişlik" duygusunu hep barındıran olgun bir hikaye var karşımızda. İzleyin. (8) SİNEMADA İZLENDİ

40. Tropa de Elite 2

Aşağıda 34 numaralı başlıkta bu filmin birincisinden bahsetmiştim.Yarbay Nascimento, özel ekibi ile birlikte geri dönüyor. Film müthiş bir hapishane isyanı bölümü ile açılıyor. Ancak daha sonra Rio'daki politikacıların suç örgütleri ile yeraltı ilişkilerine ve yolsuzluk hikayelerine biraz fazla kafayı daldırıyor. "Kimin eli kimin cebinde" bölümünde gereksiz detaylara girilmesi tempoyu düşürüyor. Ancak son yarım saatte yeniden toparlanıyor ve günümüz Rio'sundan çok sert ama etkileyici bir suç hikayesi olmayı yine başarıyor. Filmin Brezilya'da 12 milyon kişi tarafından izlendiğini ve tüm zamanların en çok gişe hasılatı yapan filmi olduğunu da ekleyelim. (7)

28 Mart 2011

39. Faster

Faster'ın afişinde son aylarda Türkiye'de çok duyageldiğimiz bir söz var: "geciken adalet, adalet değildir / slow justice is no justice". Ama tabii bu Hollywood hikayesinin tutukluluk süreleriyle filan bir alakası yok. Bir soygun sırasında arkadaşlarının ihanetine uğrayan ve kardeşi öldürülen Dwayne Johnson, hapisten çıktıktan sonra  ekip üyelerini tek tek haklıyor. Adı "Faster" olan bir filmde bol bol kovalamaca sahnesi ve aksiyon görmeyi bekliyorsunuz, ama öyle olmuyor. Anlaşılan yönetmen George Tillman "ben içi boş bir aksiyon çekmeyeceğim, karakterlerim tek boyutlu olmayacak" diye yataktan kalkmış. Bu iyi bir temenni, ama herkes bir John Woo olamıyor tabii. Tillman karakterlerin hikayelerini anlatacağım derken, filmin sarkmasına neden olmuş. Sonuçta filmden geriye akıllarda sadece siyah-beyaz bir 1970 Chevelle, Dwayne Johnson'ın ağaç kütüğü gibi ensesi ve kurbanının kafasına iki kez bir karış mesafeden ateş edip bir türlü öldüremeyen Billy Bob Thornton'ın beceriksizliği kalıyor. (5) 

25 Mart 2011

38. Ramona and Beezus

Bazen küçücük bir film sizi öyle etkiliyor, içinizi öyle ısıtıyor ki, filmin sinema sanatına yaptığı katkılarmış, yok ışık ve kamera kullanımıymış, teknik detaylarmış boşveriyorsunuz. Çocuk kitapları yazarı Beverly Clearly'nin "Ramona" kitapları serisinden sinemaya aktarılan film, 9 yaşındaki Ramona'nın gözünden ailesinin yaşadıklarını anlatıyor. Filmin en küçük oyuncusu Joey King'in yeteneğine hayran kalmamak ve sevimliliğinden etkilenmemek mümkün değil. Film ilk bakışta sadece küçük çocuklara hitap edecekmiş gibi gözükse de, işsizlik, boşanma, eski aşklar, vesaire gibi yetişkin konularını da ustalıkla ele alıyor ve aslında tam bir "aile filmi" olmayı başarıyor. Bana da sadece tavsiye etmek ve "bu film neden Türkiye'de gösterime girmedi" diye sormak kalıyor. 7-15 yaşları arasında çocukları olan bir aile babası ya da annesi iseniz, bu yazıyı okuduktan sonra ilk iş filmi bir yerlerden bulun. (Türkiye'de sinemalara gelmedi ama yasal DVD'si çıktı, D&R'larda satılıyor, Türkçe dublaj seçeneği de var). Evde bir "sinema gecesi" tertip edin, çoluk çombalak hep birlikte oturun, mısırları patlatın ve Ramona'yı izleyin. Bu kadar! (8)   

37. Waiting for Superman

Bu blogda ilk kez belgesel yazıyorum, iyi bir belgesel izlemeyeli ne kadar uzun zaman olmuş. An Inconvenient Truth'ta Al Gore ile birlikte küresel ısınmaya hepimizin dikkatini çeken yönetmen Davis Guggenheim bu kez kamerasını biraz daha lokal bir konuya, Amerikan devlet okullarındaki eğitim sistemine çeviriyor. Guggenheim problemleri çok anlaşılır bir şekilde ortaya koyuyor ve çözüm önerisini de vermeyi ihmal etmiyor. Film iki gerçeği çok çarpıcı bir şekilde gösteriyor: 1) İyi bir eğitimle en dezavantajlı öğrenciler bile başarıyı yakayabilir, 2) iyi eğitim maliyetli değildir; çünkü eğitim almayıp işe giremeyen, sonuçta da suça bulaşanların aslında devlete maliyeti eğitimin maliyetinden çok daha fazladır. Yönetmen çözümün adresi olarak da öğretmenleri gösteriyor ve başarısız öğretmenlerin başarısız nesiller yarattığını söylüyor. Az önce "lokal" dedim ama bunlar her ülkede geçerli gerçekler. Mesela filmi izledikten sonra, Türkiye'de düşük performanslı öğretmenlere ne oluyor, hadi onu geçtim, öğretmenler için bir performans değerlendirme sistemi var mı gibi sorular aklıma takılmadı değil. (7,5) 

23 Mart 2011

36. For Colored Girls

Yetenekleri sınırlı bir yönetmen olmasına rağmen, sadece zenci oyuncuların oynadığı birbirinden vasat filmleriyle Amerika'da siyah nüfus üzerinde belli bir etkisi ve popülaritesi olan Tyler Perry, bu kez oldukça iddialı bir yapımla karşımızda. Modern Amerika'da her biri farklı bir problemle karşı karşıya kalan dokuz zenci kadının birbiriyle kesişen  öykülerini anlatan For Colored Girls ödüllü bir tiyatro oyunundan beyazperdeye uyarlanmış. Whoppi Goldberg'den, Thandie Newton'a, Janet Jackson'dan (evet, Michael'ın kardeşi olan) yıllar önce Cosby ailesinin annesi olarak bildiğimiz Phylicia Rashad'a tüm oyuncular etkileyici performanslar ortaya koyuyorlar. Ancak ne yazık ki her tiyatro eseri sinemaya aynı başarı ile uyarlanamıyor. Tiyatro sahnesinde çok şiirsel bir etki yaratan bir monolog, sinemanın daha keskin gerçekliği içinde "tuhaf" kaçabiliyor. Keşke yönetmen Tyler Perry oyuna sadık kalmak için bu kadar kendini hırpalamasaymış. Yine de, sırf oyunculuklar için bile olsa şans verilebilecek bir film. (6,5)    

22 Mart 2011

35. Season of the Witch

Son zamanlarda kafayı büyülerle bozmuş Nicholas Cage'in filmlerinin başına artık sıfır beklenti ile oturduğum için, arada böyle vasatın biraz üstü yapımlar bile hoş bir sürpriz olabiliyor. Ortaçağda geçen bir şeytan çıkarma öyküsü olarak özetlenebilecek Season of the Witch, türe hiçbir yenilik katmasa da, senaryoda saçmalıklar olsa da baştan sona izleniyor, en azından uyutmuyor. Yolculuk boyunca çekimler, final sahnesindeki görsel efektler filan fena değil, Ron Perlman'ın varlığı da olumlu bir katkı sağlamış. Bu arada filme bir de alternatif isim önereyim, izleyenler anlar: "Şeytana Kafa Atan Adam"! (6)

19 Mart 2011

34. Tropa de Elite

Zaman zaman böyle farklı kıtalardan, farklı ülke sinemalarından iyi örnekler izlemek insanda nefes açıcı bir etki yaratıyor, bir tür "aydınlanma" sağlıyor. 2007 Brezilya yapımı Tropa de Elite (Elite Squad), bizi uyuşturucu çetelerinin hüküm sürdüğü, 12 yaşında çocukların ellerinde ağır silahlarla sokaklarda dolaştığı Rio'nun kenar mahallelerine götürüyor. Bu mahalleler, her sene televizyonlarda karnaval haberleri vesilesi ile izlediğimiz o "insanlar el ele tutuşsa, hayat bayram olsa" formatındaki Rio sokaklarından çok farklı. Film ele aldığı konu itibarı ile birkaç sene öncesinin Tanrıkent'ini (Cidade de Deus) anımsatıyor. Benzerlik sürpriz değil, çünkü iki filmin senaryo yazarları aynı. Öte yandan, Tropa de Elite o mahalleleri etkileyici bir dekor  olarak kullanırken, çeteler ile mücadele için kurulmuş bir özel time yeni seçilen iki genç polisin hikayesini anlatıyor. Yönetmen Padilha'nın dağınık anlatım tarzı ilk 45-50 dakika filmin içine girmeyi oldukça zorlaştırsa da, film bittiğinde "sabrettiğime değdi" diyorsunuz. İyi haber ise şu: filmin 2010 yılı yapımı bir de devamı var, Tropa De Elite 2. İzleyeceklerim listesine aldım bile... (8)        

15 Mart 2011

33. Jackass 3D

Johnny Knoxville ve arkadaşları bir zamanlar MTV'de yayınlanan televizyon şovlarının sinema versiyonu ile üçüncü kez karşımızda. Kısaca "şimdiye kadar denenmemiş hangi manyaklığı yapabiliriz" şeklinde özetlenebilecek 2-3 dakikalık gösterilerin uç uca eklenmesiyle oluşturulmuş bir yapım. Aslında yer yer çok komik bölümler de var (jet motoru, ördek avı, vb..). Ama keşke işin iğrençlik kısmını bu kadar abartmasalarmış. Bence aynı filmin bir de "kakasız/kusmuksuz" bir versiyonu olmalı, işte onu rahatlıkla tavsiye edebilirdim. Ancak bu hali ile film ancak midesi sağlam olanlara. (6) 

11 Mart 2011

32. Dinner for Schmucks

Türkiye'de gösterime girmeyen Dinner for Schmucks / Salaklar Sofrası'nda, çok zengin bir işadamı her sene malikanesinde özel bir parti düzenliyor: amaç gecenin sonunda kimin en "salak" konuğu bulup getirdiğini seçmektir. Patronunun gözüne girmek isteyen Tim (Paul Rudd) bu yemeğe katılmayı önce reddetse de, Barry (Steve Carrell) ile tanıştıktan sonra bu yemek için mükemmel adayı bulduğunu anlıyor.  Steve Carell bence şu anda Hollywood'daki en iyi komedyen. Burada da aslında çok  da matah olmayan bir filme o çocuksu enerjisiyle çok şey katmış. Bonus olarak bir de The Hangover'daki Zach Galifianikis var. Biraz uzun tutulmuş olsa da, 1998 yapımı Fransız orjinali (Le Diner de Cons) kadar başarılı olmasa da, izlemeye değer eğlenceli bir komedi (7).

31. True Grit

Tamam Jeff Bridges büyük aktör, kabul ediyorum; ama artık adamın pasaklı sarhoş hallerini, ağzını açmadan kelimeleri yuvarlayarak konuşmalarını izlemekten bana gına geldi. Geçen sene Oscar aldığı performansın (Crazy Heart) neredeyse aynısını sunmaya devam ediyor True Grit'te de. Joel ve Ethan Coen biraderlerin benim gözümdeki grafikleri biraz inişli çıkışlıdır. 1984'ten bu yana çektikleri 15 film içerisinde Blood Simple, Fargo, No Country For Old Men gibi bayıldıklarım olduğu kadar, laf kalabalığı içerisinde boğulup gitmiş ıskalamaları da yok değildir. Bu sene 10 dalda Oscar adayı olup hiçbirini alamayan True Grit de maalesef ikinci gruba dahil. Filme kötü demek mümkün değil, ama Coen kardeşler alamet-i farikaları olan "öldüren" diyalogları kullanırken yine biraz aşırıya kaçmışlar. (6,5)  SİNEMADA İZLENDİ  

10 Mart 2011

30. Rango

Bir ailenin evcil hayvanı olarak yalnız ama mutlu bir hayat yaşamakta olan bukalemun Rango, bir kaza sonucu çölde kayboluyor ve kendini "vahşi batı"daki bir kasabanın şerifi olarak buluyor. Rango biraz "tuhaf" bir film. Çocuklara hitap ettiğini söylemek zor; benim oğlum pek beğenmedi örneğin. E çünkü western filmlerine yapılan başarılı göndermeleri ve o farklı mizah duygusunu çocukların anlaması mümkün değil. Velhasıl, büyükler daha fazla benimseyecektir Rango'yu... Ayrıca artık neredeyse animasyon filmler için kural haline gelen 3D furyasına kapılmamış, renkleri pırıl pırıl bir     2D animasyon görmek de hoş bir sürpriz.(7) SİNEMADA İZLENDİ

29. The Adjustment Bureau

Hayatımızda olan bitenler ne kadar "özgür irademiz"in sonucu? Yoksa herşey önceden yazılmış bir plan, bir yazgı çerçevesinde mi ilerliyor? İşte bilim-kurgu yazarı Philip K.Dick'in 40 yıl önce yazdığı bir hikayeden uyarlanan  filmde, bir takım gri elbiseli adamlar (melekler?) her şeyin plana göre gerçekleşmesini sağlamakla görevliler. Matt Damon ve Emily Blunt da "gerçek aşk her engeli aşar" sözünü kanıtlamaya çalışan aşıklarımızı oynuyorlar. Aslında The Adjustment Bureau bir bilim-kurgu aksiyonundan ziyade iyi bir romantik film olarak görülebilir. Bu romantizmin oluşmasındaki en önemli etken Emily Blunt ve Matt Damon'ın kimyalarının çok iyi uyuşması. Daha ilk karşılaşmalarından itibaren bu ikilinin hep beraber olmalarını istiyorsunuz. Finaldeki mesajı da beğendim: Evet, hepimiz için önceden yazılmış bir kitap olabilir, ama bazen bu kitabın "gözden geçirilmiş yeni baskısı" da çıkabiliyor. (7) SİNEMADA İZLENDİ 

2 Mart 2011

28. Secretariat

"Bir yarış atının gerçek hikayesini aktaran bir Disney yapımı" deyince çoğunuzun burun kıvıracağından eminim, ama Secretariat pek çok bakımdan hem küçüklerin hem de yetişkinlerin ilgisini çekebilecek bir film. Öncelikle Diane Lane, hiç hesapta yokken ev hanımlığından at yetiştiriciliğine geçiş yapan hırslı Penny Tweedy rolünde oldukça başarılı. Yönetmen Randall Wallace yarış sahnelerinde kamerasını jokeyin bakış açısına koyarak bizi resmen yarışın içine sokmayı başarmış. Triple Crown denilen üç yarışı anlatırken, seyirciyi aynı çekimlerle sıkmamak amacıyla, her birini farklı bir anlatımla perdeye taşımış. Mesela ikinci yarışı (Preakness), sadece ailenin televizyonda izlediği canlı yayın görüntülerinden oluşturmuş. Bu arada bu çekimler yeniden canlandırma değil, 1973'teki Preakness'ın gerçek yarış görüntüleri imiş. Hele bir son yarış var ki (Belmont Stakes), finalde hakikaten insanın oturduğu yerden ayağa fırlayıp Secretariat'ı alkışlayası geliyor. "Tamam işte biliyoruz, Secretariat yarışı kazanacak, bunun nesi ilginç" demeyin, nasıl kazandığı önemli. (7) SİNEMADA İZLENDİ

1 Mart 2011

27. The Next Three Days

Cinayet suçundan hüküm giyen eşinin masum olduğuna inanan John, tüm temyiz yolları da tıkanınca, eşini hapisten kaçırmaya karar veriyor ve imkansız görünen bir kaçış planına girişiyor. Film, 2008 yapımı Fransız filmi "Pour Elle"in yeniden çevrimiymiş. Ben orjinalini izlememiştim, ama izleyenler onun çok daha iyi olduğunu söylüyorlar. Yine de Crash'in yetenekli yönetmeni Paul Haggis'in elinden çıkma The Next Three Days yeterince oyalayıcı ve ilgi çekici. İlk yarıdaki planlama aşaması biraz ağır tempoda seyretse de, filmin özellikle son 30 dakikası nefes nefese izleniyor. Yalnız senaryoda bir inandırıcılık sorunu olduğunu da söylemek lazım. Şimdi, filmi hiç izlemeden Russel Crowe'un şu yukarıda gördüğünüz afişteki haline bakıp ne düşünürsünüz: soğukkanlı bir polis, ya da bir kiralık katil filan, öyle değil mi? Ama işte filmdeki John Brennan aslında halim selim bir öğretmen. Filmin ilk bölümünde yaptığı çeşitli sakarlıklar ve planlama hataları bu sade vatandaş hali ile uyumlu, ama ikinci yarıda John ani bir metamorfoza uğruyor ve her ince ayrıntıyı planlayan, sanki CIA emeklisi bir profesyonele dönüşüyor. Bu hızlı geçiş hikayenin inandırıcılığını zedeliyor. Bunlara takılmazsanız, film güzel. (7)  SİNEMADA İZLENDİ