29 Nisan 2017

Get Out


Kim derdi ki, Amerika'da daha çok bir televizyon komedyeni olarak tanınan Jordan Peele bu kadar gelişmiş bir sinema duygusuna sahip olacak. Jordan Peele'in hem yazıp hem yönettiği Get Out korku gerilim sinemasında taptaze bir nefes. Daniel Kaluuya'nın başrolünde oynadığı filmde, Chris adlı siyahi bir genç, beyaz kız arkadaşı Rose'un ailesi ile tanışmak üzere haftasonu ailenin şehirden uzakta orman içindeki malikanesine gidiyor. Önceleri herşey normal gibi görünürken, Chris bu tuhaf ailenin pek tekin olmadığını yavaş yavaş öğrenmeye başlıyor.

Aynı film içerisinde hem baştan sona huzursuz izlediğimiz bir gerilimi yaratabilmek, hem de günümüz Amerika'sındaki ırkçılık problemine dair dahice dokundurmalar yapabilmek büyük bir başarı. Jordan Peele daha açılıştaki tek plan olarak çekilen sahne ile korku sinemasına olan yatkınlığını ve bu türü iyi hatmettiğini gösteriyor. Sonrasında müziği de çok iyi kullanarak, tedirgin edici bir atmosferi filmin sonuna kadar sürdüryor. Çok iyi yazılmış ve çalımlarla dolu bir senaryo eşliğinde yıllar öncesinden Alacakaranlık Kuşağını hatırlatan bir gerilim yaratmayı başarıyor. Peele aynı zamanda aralara serpiştirdiği zenci kültürünü temel alan taşlamalarla, komedyenlikten gelen mizah duygusunu da çok iyi yansıtıyor. Bu rahatlama bölümlerinde esas oğlanın zevzek kankası rolünde LilRel Howery harikalar yaratıyor. Jordan Peele'in son derece kıvrak kalemi güncel konulara değinmeyi ihmal etmiyor, ama bunu parmağı gözümüze sokmadan, çok ince bir şekilde yapıyor. Örneğin sonnlara doğru, Chris'in gece bir polis arabası ile karşılaştığı bir sahne var; bu sahnede, Amerika'da zencilere karşı polis şiddeti haberlerini hatırlamamak imkansız. Ama Jordan Peele bu sahnede önyargılarımıza çok zekice bir ters köşe yaptırıp, olayı beklenmedik bir şekilde çözümlüyor.

Sadece 4,5 milyon dolar bütçeyle ve sadece 28 günde çekilen Get Out şu ana kadar 190 milyon dolar gişe hasılatı elde etti. Bu aynı zamanda ilk filmini çeken yönetmenler arasında bir rekor. İyi film için illa büyük bütçeler gerekmiyor, biraz yaratıcılık yeterli. Get Out "bütün Hollywood yapımları birbirinin kopyası olmaya başladı artık" diyenlere ilaç gibi gelecek çok özgün bir korku gerilim hikayesi. Kaçırmayın.

Bu yorumun YouTube videosu

FRAGMAN

Get Out (2017) on IMDb

Benim Notum: 8 / 10




 

26 Nisan 2017

Silence



17. yüzyılda, iki Portekizli Katolik papaz, kayıp akıl hocalarını bulmak için Japonya'ya gidiyorlar. Hristiyanlığı yaymak adına Japonya'ya ayak basan iki genç misyoner Rodrigues ve Garupe, kendilerine tamamen yabancı bir kültürün egemen olduğu bu topraklarda, hiç beklemedikleri bir şiddet ve baskı ortamıyla karşı karşıya kalıyorlar. 

İlk filmini taa 1967 yılında çeken, yıllar içerisinde bize Taksi Şoförü, Kızgın Boğa, Sıkı Dostlar gibi başyapıtları sunmuş olan Hollywood'un efsanevi yönetmeni Martin Scorcese, 75 yaşında ve yönetmenlik kariyerinin ellinci yılında hala kalbur üstü filmler çekmeye devam ediyor. Aslında Silence alışageldiğimiz Scorcese filmlerinden çok farklı bir yapım. Bu Scorcese filminde Robert De Niro, Leonardo DiCaprio, mafya hikayeleri ya da birtakım suç ilişkileri yok. Tempo olarak oldukça ağır ilerleyen bir film Silence. Ama 2 saat 40 dakikalık süresine rağmen ilgiyle izleniyor.   

Meksikalı görüntü yönetmeni Rodrigo Prieto'nun bu sene Oscar'a aday olan görüntüleri enfes çerçeveler eşliğinde şiirsel bir atmosfer yaratıyor. Andrew Garfield Hacksaw Ridge'den hemen sonra, yine inancı için mücadele eden bir karakteri canlandırıyor. Garfield bu sene Hacksaw Ridge'deki rolü ile Oscar'a aday oldu, ama ben olsam onu bu filmdeki performansıyla aday gösterirdim. Oyunculuk anlamında filmin asıl sürprizi ise zalim yargıç Inoue'yi canlandıran Japon oyuncu Issei Ogata. Ogata'nın tarzı yer yer Inglorious Basterds'taki Christoph Waltz'u hatırlatıyor.

Filmle ilgili Türkiye'de çıkan bir iki yazıda, filmin hıristiyanlık propagandası yaptığını okumuştum. Ben buna pek katılmıyorum. Film daha çok inancına sıkı sıkıya bağlı olan insanların inançlarından vazgeçmeye zorlandıklarında nasıl davrandıklarına odaklanan içsel bir yolculuk. Scorsese bir başkasının hayatı için inancınızla sınansanız ne yaparsınız sorusunun peşine düşüyor. Finale kadar da bu sorunun cevabını açık bırakıyor. Film, hem hıristiyan papazların hem de Japon budistlerin bakış açısını sunuyor ve herhangi bir taraf tutmuyor. Papaz Rodriguez ve Japon engizisyonu arasında inanç sistemleri üzerine yapılan tartışmalar filmin bence en ilginç bölümlerini oluşturuyor. Misyonerlik faaliyetinin geçerliliğini sorgulayan senaryo, dini bahane ederek aslında ticaret yollarını geliştirmeyi amaçlayan Batı dünyasının sömürgeci yaklaşımına sağlam bir eleştiri getirmeyi de ihmal etmiyor.  

Silence'daki işkence görüntülerini izlemesi zor. Özellikle ilk yarıdaki çok ağır tempo da filme bağlanmayı güçleştiriyor. Ama sabretmeyi başarabilenler için Silence bir usta yönetmenin elinden çıktığı belli olan, ortaya ilginç sorular atan ve sinematografik açıdan da çok iyi çekilmiş bir film.   

Bu yorumun YouTube videosu


  Silence (2016) on IMDb

Benim Notum: 7,5 / 10

14 Nisan 2017

Ghost in the Shell

Ghost in the Shell 1995 yapımı ve yıllar içinde bir kült filme dönüşmüş olan bir Japon animesinin yüksek bütçeli Hollywood uyarlaması. Gelecekte geçen hikayede, kaza geçiren bir kızın beyni bir robota yerleştiriliyor ve bu robot siber suçlarla ilgilenen özel bir polis birliğine dahil ediliyor. 9.Bölüm denilen bu birlik Kuze adlı bir suçluyu avlamaya çalışırken, Scarlett Johansson'un canlandırdığı yarı insan yarı robot Binbaşı Mira da kendi geçmişi ile ilgili bazı sırları keşfediyor.

Ghost in the Shell öncelikle geleceğin dünyası ile ilgili göz alıcı tasarımları ile dikkati çekiyor. Bilim kurgu klasiği Blade Runner'ı ve biraz da Fifth Element'i hatırlatan fütüristik şehir görüntüleri gerçekten etkileyici. Diğer bazı bilim kurgu filmlerinde yaratılan soğuk ve ıssız kentlerin aksine, buradaki Tokyo benzeri New Port City içinde yaşam olduğu belli olan renkli ve canlı bir metropol.

Ama o nefes kesici görüntülerin yarattığı olumlu etki bir süre sonra yavaş yavaş sönmeye başlıyor. Görsellerdeki yenilikçi tavrı senaryoda göremiyoruz. Filmin yönetmeni Rupert Sanders yeni fikirler üretmektense, animeyi neredeyse birebir kopyalamayı seçmiş. Ama bunu yaparken de animedeki felsefi derinliği ıskalamış. Sonuçta elimizde Blade Runner, Robocop ve Matrix karışımı daha önce kırk kez gördüğümüz bir öykünün yeniden anlatıldığı yavan bir aksiyon kalmış. Ayrıca filmde ciddi bir akıcılık, bir tempo problemi de var.  

Scarlett Johansson kendisini kısıtlayan bir rolde elin geleni yapıyor. Ama sonuçta bir robotu canlandırdığı için duygularını çok fazla ifade edemiyor. Usta Fransız oyuncu Juliette Binochet ise herhalde “şöyle güzel bir para kazanayım da Riviera'daki 2.evin parası çıksın” motivasyonuyla kadroda yer alıyor.

Ghost in the Shell perdede çok güzel görünen bir film. O yüzden mutlaka sinemada, hatta mümkünse IMAX'de seyredilmeli. Tam bir görsel ziyafet. Ama filmle ilgili söyleyebileceğim pozitif şeyler de ne yazık ki bundan ibaret. Filmin adıyla bağlantı kurarak gidersek, çok cilalı janjanlı bir kabuk var ama maalesef ruhu yok.

Bu yorumun YouTube videosu

FRAGMAN

Ghost in the Shell (2017) on IMDb

Benim Notum: 6 / 10


9 Nisan 2017

Power Rangers

Power Rangers ilk olarak 1993 yılında bir Japon televizyon programından uyarlanarak  Amerika'da yayınlanmış, çocuklara ve gençlere yönelik bir süper kahraman dizisi. 1995 ve 1997’de çekilen iki filmin ardından, Power Rangers 20 yıl sonra yeniden sinemada. Bir grup gencin süper kahramanlara dönüşerek dünyayı yok etmeye çalışan kötülere karşı verdikleri mücadeleyi anlatan dizi, Japon "Super Sentai" serisini baz alıyordu. Hatta kahramanlarımızın kostümlü olduğu ve karate yaptıkları sahneler direkt Japon dizisinden apartılıyor, sadece aralara Amerikalı genç oyuncularla yapılan çekimler ekleniyordu. Bizde de yıllar önce Show TV'de gösterilen Power Rangers abartılı oyunculukları, kötü hazırlanmış kuklaları ve müsamere düzeyi makyaj kostüm çalışmalarıyla bizim Cüneyt Arkın'ın Dünyayı Kurtaran Adam'ını aratmıyordu.

Bu yeni sinema uyarlamasını izlemeye giderken, iyi bir film izleyeceğimi filan zaten beklemiyordum ama, hiç olmazsa biraz nostalji yaparız, yüksek bütçeli beyinsiz aksiyonu izlerken belki biraz eğleniriz diyordum. Ama maalesef o da yok. Çünkü film bir "origin story" olduğu için, hikayenin büyük bir kısmı gençlerin tanışması, kaynaşması ve okuldaki evdeki problemleriyle geçiyor. Power Rangers'a dönüşebilmeleri için aralarındaki farkları unutup, bir takım olmayı öğrenmeleri gerekiyor ve bu öğrenme süreci de pek uzun sürüyor. Görmeyi beklediğimiz hareketli aksiyon bölümü filmin son yarım saatine sıkışıp kalıyor. Orada da aksiyon sahneleri tam istediğimiz gibi değil. Mesela dizide konu filan çok aptalca olsa da aradaki karate sahneleri fena değildi, ama burada gençler Power Rangers'a dönüştükten sonra sadece bir tek dövüş sahnesi var, karateyi kısa kesip hemen Zord denilen hayvanımsı robotlarına biniyorlar. Dev robotlar işin içine girdikten sonra da film gürültülü bir Transformers savaşına dönüşüyor.

Power Rangers filmi, sadece 90'lı yıllardaki televizyon dizinin iflah olmaz meraklılarına ve çocukluğunda Power Rangers'cılık oynamış olanlara. Ben ise daha çok Voltron kuşağındanım.

Bu yorumun YouTube videosu

FRAGMAN

Power Rangers (2017) on IMDb

Benim Notum: 4 / 10


7 Nisan 2017

Life

Bilim-kurgu gerilimi Life'da dünyanın hemen tepesindeki uluslararası uzay istasyonunda görev yapan astronotlar, Mars'tan gelen toprak numuneleri içinde tek hücreli bir canlıya rastlıyorlar. Önceleri "işte uzayda hayatın kanıtı!" diye coşkuyla karşılanan bu yaşam formu, daha sonra hızla büyüyerek bir canavara dönüşüyor ve uzay aracının içinde dehşet saçmaya başlıyor.

Uzayda klostrofobik bir mekanda bir yaratıkla mahsur kalmak denince akla Alien filminin gelmemesi imkansız. Life aynı zamanda, uzaydan dünyaya sağ salim dönebilme temasıyla Gravity'den de izler taşıyor. Ama Daniel Espinosa'nın filmi hem Alien'a hem de Gravity'ye göre daha küçük ölçekli ve daha düşük bütçeli bir yapım. Herşey bir uzay istasyonunun içinde başlıyor ve bitiyor. Film boyunca da sadece altı astronotu görüyoruz.

Jake Gyllenhaal rol aldığı filmlerde genelde filmi taşıyan en önemli unsurdur ve performansıyla filmi taşır. Ama burada biraz da senaryoda canlandırdığı karakterin asosyal bir tip olarak yazılması nedeniyle oldukça silik kalıyor. Kadrodaki en pahalı Hollywood yıldızı Ryan Reynolds ise Deadpool 2'nin çekimlerine yetişeceği için olsa gerek, bir "merhaba" deyip ortadan kayboluyor.

Life herhalde yerçekimsiz ortamın en uzun süre canlandırıldığı film olarak sinema tarihine geçecek. Uzay istasyonundaki tüm astronotlar 100 dakikalık film boyunca havada geziniyorlar. CGI marifetiyle yaratılan bu ağırlıksız ortam, bazı kanlı sahnelerde kan damlacıklarının yere değil havaya doğru saçılması, ya da ağlayan bir karakterin gözyaşının yukarıya doğru akması gibi ilginç sahneleri de beraberinde getiriyor. Bilim adamlarından biri aslında felçli ve belden aşağısı tutmuyor. Ama yerçekimsiz ortamda herkes gideceği yere uçarak gittiği için, onun bu engeli de dezavantaj olmaktan çıkıyor. Bu arada onun bacaklarını hissetmemesi durumu, hikayedeki önemli bir virajda gerilimi arttıran bir unsur olarak senaryo yazarları tarafından akıllıca kullanılıyor. İstasyondaki yaşam son derece gerçekçi bir şekilde aktarılmış. Ama bu gerçekçilik sanki filmin lehine işlemiyor. Hikayenin sürekli sıkışık mekanlarda geçmesi, bir süre sonra yorucu olmaya başlıyor.

Life'ın ilk 3'te 2'lik bölümü daha başarılı. Yönetmen Espinosa özellikle yaratığın ilk ortaya çıktığı sahnelerde çok iyi bir gerilim yaratmayı başarıyor. Ama son bölümde film biraz klişelere teslim oluyor. Yine de son tahlilde ilgiye değer, ortalamanın üzeri bir bilim-kurgu gerilimi.

Bu yorumun YouTube videosu

FRAGMAN

Life (2017) on IMDb

Benim Notum: 7 / 10