31 Ekim 2011

97. In Time

İçinde en fazla "time" kelimesi geçen film olarak sinema tarihine geçecek olan In Time aslında orjinal bir fikre yaslanıyor. Gelecekte (ya da bir paralel evrende) bizim "vakit nakittir" sözü tam kelime anlamı ile yaşanıyor: Herkesin ne kadar ömrü kaldığı bileklerine kazınmış dijital bir sayaçta okunabiliyor ve insanlar para yerine ellerindeki zamanı kullanıyorlar. Örneğin bakkaldan ekmek almak istediğinizde hayatınızdan beş dakika düşüyor, diyelim iş yerinizden maaş alacaksınız ömrünüze bir ay ekleniyor, vs... Dediğim gibi fikir ilginç, ama bu ilginç fikir iyi bir senaryo ile desteklenmediğinde filme olan ilginiz de ancak 10-15 dakika sürüyor. Bilim-kurgu öğesini aradan çıkartın, geriye sıradan bir Bonnie ve Clyde benzeri kaçma kovalama hikayesi kalıyor. Fütüristik bilim-kurgu projelerini pek seven ve 1997 yapımı Gattaca ile bu konuda belli bir başarıya da ulaşan Andrew Niccol, hem yazıp hem yapımcılığını üstlenip hem de yönettiği bu filmde, bu kez ne yazık ki hedefi vuramıyor. İyi yönetilse 2011'in Inception'ı olabilecek bir fikir, kötü bir senaryo, ruhsuz oyuncular ve ağır aksak bir yönetim ile ne yazık ki gazı kaçmış kola kıvamında kalıyor. (5) SİNEMADA İZLENDİ

26 Ekim 2011

96. Bir Zamanlar Anadolu'da

Bir kere en baştan şunu söylemeli: Nuri Bilge Ceylan'ın 2,5 saatlik filminde boşa harcanmış bir saniye dahi yok ve ben bir an bile gözümü perdeden ayıramadım, bir dakika bile sıkılmadım. Bu filmin her anı, her sahnesi genel akışa ve konuya katkıda bulunuyor çünkü... Elbette Bir Zamanlar Anadoluda'ya (ve tüm Nuri Bilge Ceylan filmlerine) farklı bir akıl yapısı ile gitmek gerekiyor. Her dakika bir olayın olduğu, konuşmasız geçen sürelerin 30 saniyeyi aşmadığı "fast-food" Hollywood kurgusuna alışkın beyinler muhtemelen sıkılacak ve bu filmi "2,5 saatlik estetik bir sıkıntı" diye yaftalayacaklardır. Oysa bu benim gördüğüm en heyecanlı sıkıntı. Bu yazıyı asla entellektüel bir edayla, "siz anlamamışsınız ama ben anladım" havasında yazmıyorum. Hızlı ve Öfkeli'yi ve hatta -belli özellikleri ile- Transformers'ı bile beğenmiş bir sinema izleyicisiyim ben. Ama onların yeri ayrı, bu başyapıtın yeri ayrı...

Bir Zamanlar'ın konusunu bir cümle ile özetlemek mümkün: Bir cinayet sorgusu sonrasında bir savcı, bir doktor ve bir polis komiserinin başını çektiği bir grup insanın, ceseti aramakla geçirdikleri bir gecenin öyküsü... Ama asıl önemli olan  -her iyi sinema örneğinde olduğu gibi- konunun kendisinden ziyade, öykünün nasıl anlatıldığı. Yolculuk boyunca kenara köşeye bırakılmış detaylar gerek söz konusu cinayetin neden işlendiğine dair, gerekse savcı, doktor ve polisin kendi geçmişlerine ait küçük ipuçları veriyor. Nuri Bilge Ceylan tüm bu alt metinleri mükemmel oyunculuklar ve nefes kesen bir görsellikle sunuyor izleyicisine.

Oyunculuğu bir sonraki paragrafa bırakıp görsellikle başlayalım. Nuri Bilge Ceylan fotoğrafçılıktan gelen estetik meziyetlerini bir kez daha ustalıkla kullanmış. Filmin tüm bir ilk yarısını kaplayan gece çekimleri boyunca, gerek yakın plan portrelerde gerek ücra Anadolu coğrafyası görüntülerinde ışık/gölge kullanımı ve çerçevelemeler muhteşem. Ceylan'ın her bir sahne için bir ressam titizliğiyle çalıştığı, her bir plan için görüntü yönetmeni Gökhan Tiryaki ile birlikte oturup kafa yordukları açıkça hissediliyor.

Taner Birsel ve Muhammet Uzuner'in çok az kelime kullanarak çok şey anlatan oyunları görmelere değer. Daha  popüler bir isim olmasına rağmen Yılmaz Erdoğan'ın bol konuşmalı ve hareketli oyunu Birsel ve Uzuner'in sessiz ama güçlü performansları yanında sönük kalıyor. Ana karakterlerden olmasa da muhtarı canlandıran Ercan Kesal için de bir parantez açmak lazım. Nuri Bilge Ceylan'ın favori oyuncusu Kesal kısacık rolünde, sanki ortada bir senaryo yokmuş gibi doğal oynuyor. Bu arada Ercan Kesal'ın senaristlerden biri olduğunu ve 20 yıl önce bir taşra kasabasına doktor olarak tayin edildikten sonra yaşadıklarından esinlediğini de ekleyelim.

Şüphesiz ki, Nuri Bilge Ceylan seyircisinin filmleriyle bir ilişki kurmasını, o filmlerle konuşmasını bekliyor. O ilişkiyi kuramayanlar "ne bu ya böyle, adam iki saat ufka bakıyor" deyip kaçacaklar. Bu filmle konuşabilenleri ise mükemmel bir sinema deneyimi bekliyor. Bir Zamanlar Anadolu'da, çok katmanlı, birden fazla görülmeyi hak eden, insanda işi gücü bırakıp yönetmenlik eğitimi alma isteği uyandıran filmlerden. Nuri Bilge Ceylan'dan "yalnız ve güzel ülkesine" unutulmaz bir bakış. (9) SİNEMADA İZLENDİ  

  

13 Ekim 2011

95. Final Destination 5

Final Destination filmlerinden çıkınca insan garip bir şekilde sokakta daha bir tedirgin yürüyor: sanki her an bir vida gevşeyebilir, bir tabela kafanıza düşebilir ya da bir araba yoldan çıkabilir. Daha önceki dört filmden herhangi birini izlediyseniz konuyu zaten biliyorsunuz demektir, olay akışında hiçbir değişiklik yok: yine en başta bir kazayı rüyasında görerek arkadaşlarını ölümden kurtaran bir genç ve yine "ölümü aldatamazsınız" kuralının devreye girmesi ile ölmesi gerekenlerin tek tek ölmesi... Bir süre sonra zaten "acaba şu adam ölecek mi" sorusunu bırakıp "acaba nasıl ölecek" diye beklemeye başlıyorsunuz. Tabii ölümlerin hiçbiri de şöyle doğalgaz zehirlenmesi gibi sakin sakin olmuyor, illa ki bir parçalanma, bir fışkıran kan olacak. Filmin olumlu yanları da yok değil bu arada: baştaki köprü sahnesi müthiş bir ustalıkla çekilmiş, değme felaket filmlerine taş çıkartır. Ayrıca 3D teknolojisinin çok iyi kullanıldığını kabul etmek lazım. (6) SİNEMADA İZLENDİ

3 Ekim 2011

94. Shaolin

Çin yapımı Kung Fu filmleri artık çocukluğumuzun o ucuz görünümlü, sadece patada kütede dövüş sahnelerinden ibaret ultra sinemaskop yapımlarından bu yana epey yol aldı. Crouching Tiger Hidden Dragon'la başlayan, Hero ve Ip Man ile devam eden 2000 sonrası bir dizi Çin filminde, göz alıcı set dizaynları ve Hollywood prodüksiyonlarına taş çıkartacak bir yapım kalitesi hemen dikkati çekiyordu. Shaolin de bu trende uyuyor, ve savaşçı diktatörlerle Shaolin tapınağı rahiplerinin mücadelesini estetik kaygıları bir kenara bırakmadan anlatıyor. Öte yandan, filmin yüksek prodüksiyon kalitesi hikayenin önüne geçiyor ve özellikle ikinci yarıda film biraz sarkmaya başlıyor. Kısaca "tüfek icat oldu, mertlik bozuldu" şeklinde özetlenebilecek senaryo yeterince akıcı ve ilgi çekici değil. (6,5)