27 Ağustos 2013

"No"

Yıl 1988. Şili'de askeri darbe ile yönetime el koyan ve ülkeyi 17 yıl yöneten devlet başkanı General Augusto Pinochet, uluslararası baskılar sonucunda bir referanduma razı olur. "Evet" oyu çıkması Pinochet yönetiminin devamı anlamına gelmektedir. "Hayır" kampanyası yapanlar, propaganda döneminde televizyondaki 15 dakikalık süreyi doldurması için genç reklamcı Renee (Gabriel Gael Bernal) ile anlaşırlar. Renee alışılmamış bir yöntem izleyerek kampanyasını reklamcılığın esasları ve kapitalizmin tüketim ve satış politikaları üzerinden kurgular: Çekilen acıları göstermek yerine, dikta rejimi ile hesaplaşma sürecini mutluluk ve diğer pozitif kavramlarla oluşturur. Negatif bir kavram olan "no"ya bile pozitif anlamlar yükleyerek halkı mutluluğa davet eder. Yönetmen Pablo Larrain 80'ler havasını verebilmek için filmin tamamını eski usul bir VHS video kamerayla ve 4:3 formatında çekmiş. Öyle ki, sanki bir sinema filmi değil de, 80'lerden kalmış bir "home video" VHS kaset izliyoruz. Bu sayede araya atılan kampanyadan gerçek kesitler filmle çok iyi bütünleşmiş (1988 yılındaki "No" kampanyasının gerçek görüntülerini şuradan izleyebilirsiniz). No, özellikle yakın siyasal tarihle ilgilenenlerin ve iletişim öğrencilerinin mutlaka izlemesi gereken, yarı belgesel nitelikte başarılı bir film. (8)  

FRAGMAN

Not: Film Digiturk'te MovieMax Festival kanalında gösterimde.   

26 Ağustos 2013

The Place Beyond the Pines

Hollywood'un şu aralar en gözde iki genç aktörü Ryan Gosling ve Bradley Cooper'ı bir araya getiren The Place Beyond the Pines üç ana bölümden oluşan uzun bir edebiyat eseri gibi. İlk bölümde motoruyla lunaparkta gösteriler yapan serseri Luke'u (Ryan Gosling) tanıyoruz. Ryan Gosling'i Drive'da çok sevmiştim ama burada Drive'daki rolünün neredeyse birebir aynısını oynuyor. Bu gidişle bu az konuşan, içine kapanık, gizemli ağır abi karakteri bu çocuğun üzerine yapışıp kalacak. İkinci bölümde ise genç polis memuru Avery (Bradley Cooper) ile tanışıyoruz. Bu iki adamın hikayeleri bir şekilde kesişiyor, şimdi çok ipucu vermeyeyim. Üçüncü bölümde ise zaman çizgisinde 15 yıllık kocaman bir zıplama yapıyor ve babaların günahlarının oğulların hayatlarını nasıl etkilediğini izliyoruz. The Place Beyond the Pines, iyi çekilmiş, iyi oynanmış ve başladınız mı kendisini izlettirmeyi başaran kalburüstü bir film. Tek sıkıntı çok uzun olması ve aslında üç ayrı filmi besleyecek bir malzemenin tek seferde çıkarılmaya çalışılması. Hani sanki televizyon dizisi olsa daha uygun olacakmış. Yine de, eğer zaman ayırabilirseniz, Eva Mendes dahil oyuncu performansları ve güzel müziği ile tavsiye edeceğim bir yapım. (7,5)

FRAGMAN
  

22 Ağustos 2013

Mud

Amerikan film dağıtım şirketlerinin farklı coğrafyalardaki alıcılarla yaptıkları satış anlaşmaları zaman zaman ilginç durumlar ortaya çıkarabiliyor: Şu film 10 Mayıs'ta Amerika'da gösterime girdi, Temmuz ayında hala sinemalarda oynuyordu. Ben "bizim sinemalara gelse de gitsem" diye beklerken, film bir akşam televizyonda karşıma çıktı! Evet, D-Smart'ın Temmuz ayında "Kaçak Mud" adıyla gösterime soktuğu "Mud" aynı günlerde Amerikan sinemalarında hala gösterimdeydi. Hani "TV'de ilk kez" diye bir ibare vardır, bu güzel film "tüm dünya televizyonlarında ilk kez" Türk televizyonlarında gösterildi aslında. D-Smart çalışanlarının bu durumun farkında olmaması ve yeterince reklamını yapmaması ise ayrı bir konu elbet.

Mississippi nehrinin kenarında yaşayan ve Mark Twain romanlarından fırlamış gibi görünen iki çocuk nehirdeki bir ada üzerinde bir kanun kaçağıyla karşılaşırlar. Zamanla Mud ile aralarında bir bağ oluşur ve çocuklar bu esrarengiz adamın hem ödül avcılarından kaçmasına, hem de sevgilisi ile yeniden buluşmasına yardım etmeye karar verirler. Take Shelter'ın yönetmeni Jeff Nichols'tan yine doğa, aile ve saplantılar üzerine iyi bir film. Yıllar öncesinden Stand By Me'yi anımsatan öyküde özellikle çocuk oyuncular çok başarılı. Ancak  Matthew McConaughey için ayrı bir parantez açmak lazım: Yıllardır eften püften işlerde kendini paslandıran bu "southern" aksanlı adam bence kariyerinin en iyi performansını sergiliyor ve bir Oscar adaylığını hak ediyor. Mud sakin bir şekilde ilerleyen, sizi yormayan, süresi uzun olmasına rağmen sıkmayan, hayatın acımasız gerçeklerini kitap dilinde anlatan başarılı bir film. (7,5)

FRAGMAN

Not: "Mud" MovieSmart Gold kanalında gösterilmeye devam ediyor, örneğin 30 Ağustos Cuma gecesi izleyebilirsiniz.



15 Ağustos 2013

Side Effects

Filmin yönetmeni Steven Soderbergh, bu filmin çekeceği son sinema filmi olduğunu, bundan sonra televizyon projelerine ağırlık vereceğini duyurdu. Neden böyle bir karar aldı bilmiyorum ama, henüz 50 yaşını doldurmamış olmasına rağmen CV'sine 37 film sığdırabilmiş bu yetenekli ve becerikli yönetmenin en verimli olduğu bir yaşta sinemadan emekli olma kararına üzüldüm. 1989'da daha ilk filmi ile (çok sevdiğim "Sex, Lies and Videotape") Cannes'da Altın Palmiye almayı başaran Soderbergh'in sonrasında inişli çıkışlı bir grafiği oldu. Bu 37 film içinde Traffic, Contagion gibi başyapıtlar olduğu gibi, Ocean's serisi (Eleven, Twelve, Thirteen) ve son olarak Magic Mike gibi çok sıra işi yapımlar da vardı. Ama her filminde asgari bir özen duygusu, ışık ve renk kullanımında bir farklılık, bir detaycılık hep göze çarpardı.

Side Effects yönetmenin ustalığını konuşturduğu kaliteli filmlerinden. Depresyon tedavisi gören bir genç kadının hayatı, kullanmaya başladığı yeni bir ilacın beklenmeyen bazı yan etkileri nedeniyle alt-üst oluyor. Bu yan etkiler nedeniyle önce psikiyatr suçlanıyor. Ancak doktor bazı detayları sorgulamaya başlayınca örtünün altından çok farklı bir polisiye hikaye çıkıyor. Sürprizli ve ters köşeye yatıran finalleri sevenler Side Effects'i beğenecektir. Ancak bana filmin sonu biraz aceleye getirilmiş, biraz paldır küldür olmuş gibi geldi. Sinemadan çıkarken senaryodaki boşlukları ve mantıksızlıkları düşünürken buldum kendimi. Sonuç olarak çok iyi başlayan, sürükleyici devam eden ama olay örgüsündeki entrika gazının biraz fazla kaçması nedeniyle finalde eli ayağına dolaşan bir yapım. Yine de Soderbergh için izlenir. (7)

FRAGMAN

  

14 Ağustos 2013

Before Midnight

Bir kere benim gibi Before Sunrise (1995) ve Before Sunset'i (2004) izlemiş olanlar iki elleri kanda olsa da Celine ve Jesse ile yeniden buluşmaya koşacaklar. Her şey bir tarafa, bir "proje" olarak bu çok ilginç bir fikir: aynı yönetmen ve aynı başrol oyuncularının 9'ar yıl arayla yeniden bir araya gelebilmeleri ve aynı hikayeye devam edebilmeleri başlı başına ilgiye değer ve sinemada pek rastlanmayan bir durum, benim bildiğim başka örneği yok (10 yıl ara verip ikincisi çekilen çok film var da, bunu 18 yıl boyunca devam ettirebilen başka yok).

1995'te bir trende karşılaşan ve sabaha kadar Viyana'yı dolaşan bir Amerikalı delikanlı ve bir Fransız genç kız, 2004'te Paris'te yeniden bir araya gelmişler ve bu kez de akşama kadar sokakları arşınlamışlardı. Bu kez çok daha olgunlaşmış ve çoluk çocuğa karışmış çiftimizi Yunanistan'da buluyoruz. Format yine aynı: Film boyunca uzun tek plan çekimlerle Celine ve Jesse'nin kadın-erkek ilişkilerine, evliliğe, hayata ve ölüme dair konuşmalarını dinliyor, sanki onların peşinde dolaşan bir sinek gibi yürüyüşlerine eşlik ediyoruz. Kötü bir senaryo ya da vasat oyunculuk performanslarıyla böyle bir format çekilmez olabilirdi. Ama Ethan Hawke ve Julie Delpy'nin de yazılmasına iştirak ettikleri senaryo öylesine ilginç ve oyunculuklar öylesine gerçek ki... Film hiç bitmesin ve bu iki insan sabaha kadar konuşsunlar, hatta mümkünse eve gelsinler oturma odamızda da konuşmaya devam etsinler istiyorsunuz.

Bu üçüncü halka ile ilgili tek eleştirim şu olabilir: İlk iki filmde romantik bir heyecan duygusu da vardı, "acaba bir araya gelecekler mi" diye. Bu kez artık bir arada olduklarını zaten biliyorsunuz, bu da sanki biraz lezzeti azaltıyor. Ama yine de yaz filmlerinin patırtısı arasında kaçırılmayacak bir vaha. Eğer ilk iki filmi izlemediyseniz önce onları bir yerlerden edinin (DVD'leri mevcut), sonra da Before Midnight ile final yapın. (8)  

FRAGMAN

The Wolverine

Filmin afişini görenler "birkaç sene önce de bir Wolverine filmi yok muydu?" diye düşünebilirler. Evet, vardı: 2009 yılında yine Hugh Jackman'ın başrolünde oynadığı bir başka film "X-Men Origins: Wolverine" adıyla gösterime girmişti ve vasatı aşamayan başarısız bir yapımdı. Şimdi sanki hem yapımcılar, hem de Hugh Jackman "ilk denemede beceremedik, bize bir şans daha verin" der gibiler. Teslim etmek lazım, bu Wolverine ilkinden çok daha iyi. Hikayenin neredeyse tamamen Japonya'da geçmesi ve samuray kültürüne dair çeşitlemeler filme daha ağırbaşlı bir hava vermiş. Öyle ki, son yirmi dakikaya kadar (ah o yirmi dakikaya birazdan geleceğim) sanki bir çizgi roman uyarlamasından ziyade, diğer X-Men'lerden bağımsız, dramatik yapısı güçlü farklı bir hikaye izliyoruz. Ama sonra nedense Hollywood kuralları devreye giriyor, yapımcılar seyirciler arasında ellerinde mısırlarıyla oturan ve perdede cümbüş görmeyi isteyen 15-16 yaşlarındaki ergenleri hatırlıyor. Stüdyo yöneticileri "şimdi o çocukların beklentilerini karşılamazsak ayıp olur" diyor ve filmin son yirmi dakikasına garip bir robotumsu canavar ekleniyor. Ve bir anda bütün o samuray felsefesi, o "cool" hava pencereden uçup gidiyor. (6,5)

FRAGMAN