31 Aralık 2023

Aralık Fimleri




Aralık ayında izlediğim filmler ve puanlarım. "Yılın En İyileri" listesi de çok yakında burada.





Hayat 7,5

Showing Up 7,5


Saltburn 7

Maestro 7

Wonka 7


Priscilla 6,5


Leo 6,5




Film isimlerinin üstüne tıklayarak, o filmle ilgili detaylara ulaşabilirsiniz.

2023'te izlediğim film adedi: 150  😊


 

30 Aralık 2023

Anatomy of a Fall

 




Sandra, kocası Samuel ve on bir yaşındaki oğulları Daniel ile birlikte, Fransız Alpleri'ndeki ücra bir kasabada gözlerden uzak bir hayat yaşamaktadır. Bir gün Samuel dağ evinin önünde karların üstünde ölü bulununca polis önce bunun bir intihar mı cinayet mi olduğunu soruşturur. Düşmenin meydan gelişi ile ilgili birçok soru işareti cevapsız kalınca olayın cinayet olduğu varsayılır ve Sandra da baş şüpheli konumuna geçer. Bundan sonra başlayan mahkeme sürecinde bir yandan soruşturmanın detaylarını öğrenirken, bir yandan da Sandra ve Samuel'in arızalı ilişkilerinin derinliklerine doğru bir yolculuğa çıkarız.

Justine Triet’nin bu seneki Cannes film festivalinde en büyük ödül Altın Palmiye'yi kazanan filmi Anatomy of a Fall kısmen çetrefilli bir aile hikayesi, kısmen polisiye, büyük kısmı ile de bir mahkeme salonu draması. İzlediğimiz hikaye ön planda kelime anlamıyla bir adamın düşüşünü analiz ederken, filmin asıl meselesi bir ilişkiyi tüm açılardan incelemeye çalışmak ve aslında bir evliliğin "düşüş"ünü mercek altına almak. Triet bunu yaparken seyircisine bütün soruların cevaplarını vermiyor. Çünkü yönetmen seyircinin sadece eldeki verilere göre karar vermesini istiyor. Bu herkesin kendi yorumunu getirebileceği bir senaryo ve belki güzelliği de burada. Alman oyuncu Sandra Hüller zorlu bir karakteri çok iyi yorumluyor ve bu senenin en iyi kadın oyuncu Oscar'ına göz kırpıyor. 

Anatomy of a Fall baştan çok basit gibi görünen bir olayı katman katman açarak çarpıcı bir psikolojik analize dönüşen görkemli bir mahkeme draması, yılın en iyi yapımlarından biri.


Benim Notum: 8 / 10

23 Aralık 2023

Wonka

 



Wonka, 2005 yılında Johnny Depp'in, ondan çok önce 1971'de ise Gene Wilder'ın canlandırdığı Willy Wonka karakterinin henüz bir çikolata fabrikası kurmadan önceki günlerini anlatıyor. Çikolatasıyla ünlü bir şehirde bir mağaza açma hayalleri kuran genç ve fakir Willy Wonka, sektörün açgözlü çikolatacılardan oluşan bir kartel tarafından yönetildiğini keşfediyor ve bir Charles Dickens kitabından fırlamış gibi görünen Noodle adlı kız çocuğu ile birlikte bu çeteye karşı bir savaş başlatıyor.

Her ne kadar tanıdık ve sevilen bir karakterin etinden sütünden faydalanma dürtüsü ile çekildiği çok belli olsa da, Wonka yine de eğlenceli ve yaratıcı olmayı başaran bir aile filmi. Paddington filmleri ile tanıdığımız Paul King animasyon olmayan gerçek oyuncuların oynadığı aile filmleri çekme konusundaki becerisini bir kez daha gösteriyor, ilk sahneden itibaren seyirciyi yarı masal yarı gerçek bir görsel atmosfere sürüklüyor. Daha önceki iki filmden farklı olarak bu kez bir müzikal formatında geliyor hikaye karşımıza. Filmdeki müzikler ilk dinlendiğinde kulağa hoş gelse de, sinemadan çıktığımızda hiçbir şarkı aklımızda kalmıyor.  


Benim Notum: 7 / 10

17 Aralık 2023

May December

 



Carol ile çok sevdiğimiz yönetmen Todd Haynes'in son filmi bir skandalı merceğine alıyor. Gracie ve Joe yıllar önce tüm ülkeyi sarsan bir aşk yaşamışlar ve evlenmişler. Bu ilişkinin 90'larda tüm ülkeyi sarsmasının nedeni olay esnasında Gracie'nin 36 Joe'nun ise sadece 13 yaşında olması. Şimdi, olaydan yirmi yıl sonra artık sular durulmuş, Gracie ve Joe üç çocuklu bir aileye dönüşmüş iken, geçmişleriyle ilgili bir film için araştırma yapmak üzere bir Hollywood yıldızı evlerine çıkıp geliyor. Filmde Gracie'yi canlandıracak olan Elizabeth onu daha iyi anlamak için ailesiyle vakit geçirmeye karar verince aile dinamikleri bozulmaya ve üstü kapanmış yaralar açılmaya başlıyor.

1990'ların sonlarında Amerika'da gerçekten yaşanan (o olayda bir öğretmenle öğrencisinin ilişkisi söz konusuydu) Mary Kay Letourneau skandalına gevşek bir şekilde dayanan May December, bir yetişkin ile reşit olmayan bir kişi arasındaki ilişkinin tarafların yaşamları üzerindeki uzun vadeli etkilerini inceliyor. Todd Haynes, karakterleri şeytanlaştırmamaya dikkat ederken, psikolojik hasarın çok uzun bir süre gizli kalabileceğini gösteriyor, ta ki o hasarı ön plana çıkaracak bir şey ortaya çıkana kadar.

Her ne kadar filmin ön plandaki iki kadın karakterini canlandıran Natalie Portman ve Julianne Moore çok güçlü performanslar sergiliyor olsalar da, Joe rolündeki Charles Melton bence özel bir takdiri hak ediyor. Melton bir yarısı hep çocuk kalmış bu kararsız güvensiz yaralı adamı hep doğru notalara basarak oynuyor. Ben bu yazıyı yazarken yukarıda saydığım üç oyuncu da Altın Küre'ye aday gösterildi. Muhtemelen Oscar adaylıkları da gelecektir. 

May December muhteşem performanslarla süslenmiş müthiş bir karakter analizi. Todd Haynes'in karmaşık insan ilişkilerini keşfetme yeteneğini bir kez daha ortaya çıkaran yapım tam sinemadan çıktıktan sonra bir kafeye oturup arkadaşlarla uzun uzun üzerine sohbet edilecek filmlerden. Amerika'da Netflix'te yayınlanan May December Türkiye'de 29 Aralık'ta sinemalarda gösterime girecek. Kaçırmayın.


Benim Notum: 8 / 10  



30 Kasım 2023

Kasım Filmleri

 




Kasım ayında izlediğim filmler ve puanlarım:


The Killer 7,5 

Dumb Money 7,5


Nyad 7,5

Napoleon 7



Fair Play 7

* Passages 6,5

Sly 6,5


Film isimlerinin üstüne tıklayarak, o filmle ilgili detaylara ulaşabilirsiniz.

2023'te şu ana kadar izlediğim film adedi: 135


29 Kasım 2023

Napoleon

 



Ridley Scott'un son filmi, Fransız İmparatoru Napolyon Bonapart'ın iktidara yükselişini ve sonra da düşüşünü, eşi Josephine ile olan inişli çıkışlı ilişkisi paralelinde anlatıyor. Askeri bir deha mı sevimsiz bir megalomanyak mı olduğuna karar veremediğimiz bu dengesiz kişiliği, kariyerinin neredeyse tamamı arızalı adamları canlandırmakla geçmiş Oscar ödüllü Joaquin Phoenix perdeye taşıyor.

Önce artılar diyelim: Filmin savaş sahneleri olağanüstü. Artık 86 yaşına gelmiş usta yönetmen Ridley Scott epik tarihi hikayeler anlatmadaki başarısını bir kez daha tekrarlıyor. Daha önce bizlere Gladiator, Kingdom of Heaven ve The Last Duel gibi filmleri hediye etmiş emektar yönetmen, bizi yine savaş meydanlarının tam ortasına yerleştiriyor. Savaşın gidişatını en gerçekçi şekilde karşımıza getiriyor. Sahnelerin etkileyiciliği, olup bitenlere tanık olmamızdan kaynaklanıyor. Sahneler bittiğinde yaşanan muharebe hakkında neredeyse bir belgesel izlemiş gibi hissediyoruz kendimizi. Napolyon filmi sadece ve sadece o görkemli Austerlitz ve Waterloo savaş sekansları için bile izlenmeye değer, mümkünse büyük perdeli bir sinema salonunda.

Öte yandan, film Fransız Devrimi ile başlayıp Napolyon'un ölümüne dek süren 30 yıllık bir periyodu iki buçuk saat içinde anlatmaya kalkıştığı için bazı detayları sindire sindire anlamamıza fırsat kalmıyor. Daha çok bir maçın geniş özetini izliyor gibiyiz. Böyle olunca da, karakter gelişimine fazla zaman ayrılamıyor, Napolyon'un bazı şeyleri neden yaptığı tam anlaşılamıyor. Aslına bakılırsa, filmde gösterildiği kadarıyla karizma ve sosyal beceriden yoksun, sınırda otistik denilebilecek bir adamın peşinden koca bir ulusun neden gittiğine de pek cevap bulamıyoruz. Film, halkın Napolyon’u neden sevdiğini ve neden ona sadık kaldıklarını açıklama konusunda çok fazla zahmete girmiyor doğrusu. Ridley Scott, Napolyon'un 4,5 saatlik bir "director's cut" versiyonun hazır olduğunu ve bu genişletilmiş versiyonun Apple'ın streaming platformunda yayınlanacağını duyurdu. Bu iki saatlik ilave sürenin elimizdeki mevcut filmin anlatım eksikliklerini çözeceğini ümit ediyorum.


Benim Notum: 7 / 10



 

19 Kasım 2023

The Killer

 



Seven ve Fight Club gibi iki kült yapımın yönetmeni David Fincher son filminde profesyonel bir suikastçının hikayesini anlatıyor. Ters giden bir iş sonrasında soğukkanlı katilimiz kendi hayatına yönelik bir tehdidi ortadan kaldırmak için emir komuta zincirinde yukarı doğru tırmanmak zorunda kalıyor ve biz de iki saat sürecek bir insan avının ortasında  buluyoruz kendimizi.  

The Killer tam bir David Fincher filmi; karamsar, atmosferik, kasvetli ve sarkastik bir mizahla dolu. Filmde çok az diyalog olmasına rağmen konuşma eksik değil: izleyiciyi baş karakterin düşüncelerine sokmak için sürekli bir iç ses kullanıyor. Bu anlatım şeklini sinir bozucu bulan izleyiciler de olacaktır, ama kiralık katil olmanın kurallarına dair bu monologlar Michael Fassbender'ın canlandırdığı suikastçının zihnine sınırsız bir erişim de sağlıyor.

David Fincher, detaylara aşırı dikkati ve kılı kırk yarması ile ünlü bir yönetmen. İlginç bir şekilde bu hikayede anlattığı kiralık katilin yaşam felsefesi de yönetmenin karakterine çok uyuyor. Hatta bu filmin yönetmenin kendi içine baktığı ve sinema ideolojisini sorguladığı bir meta hikaye olduğu bile iddia edilebilir. 

Michael Fassbender tam bu rol için biçilmiş kaftan. Köşeli yüzü, donuk bakışları ve duygusuz ifadesi ile bu rolü ondan başka bir aktörün oynayabileceğini hayal edemiyorsunuz film bittiğinde. Fassbender kendini rolün içine kaptırıyor ve soğukkanlı tavrı izleyicilerin karakterle bağ kurmasını sağlıyor. Tilda Swinton da kısa ama enfes bir karşılaşma sahnesinde ona destek sağlıyor.

The Killer, David Fincher'ın en iyi filmlerinden biri değil. Kimse de bir Seven ya da bir Fight Club beklememeli. Ama kendine has tarzı olan bir yönetmenin bütün numaralarını sergilediği, Fassbender'in seyirciyi bir mıknatıs gibi çeken performansıyla büyüyen bir film. Yer yer rahatsız edici olsa da stilistik bir başarı. 

The Killer filmini Netflix'te izleyebilirsiniz.


Benim Notum: 7,5 / 10


31 Ekim 2023

Ekim Filmleri

 



Ekim ayında izlediğim filmler ve puanlarım:




Rye Lane 8



Theater Camp 7,5




Reptile 7


Saw X 7

The Burial 6,5





Film isimlerinin üstüne tıklayarak, o filmle ilgili detaylara ulaşabilirsiniz.

2023'te şu ana kadar izlediğim film adedi: 125


30 Ekim 2023

A Haunting in Venice

 



İkinci Dünya Savaşı sonrası Venedik'te geçen hikayede, artık emekli olmuş ve kendini inzivaya çekmiş eski dedektif Hercule Poirot isteksizce bir ruh çağırma seansına katılır. Burada ilk amacı kendi gözlem yeteneklerini kullanarak seansın baş konuğu olan medyumun foyasını meydana çıkarmaktır. Ancak o gece karanlık şatoda arka arkaya cinayetler işlenmeye başlayınca, katili bulma görevi bir kez daha pos bıyıklı dedektifimize düşer.

Kenneth Branagh, Murder on the Orient Express ve Death on the Nile'dan sonra üçüncü Agatha Christie uyarlaması ile bir kez daha kameranın hem önünde hem de arkasında. Agatha Christie'nin diğerlerine göre çok daha az bilinen bir kitabından adapte edilen senaryo klasik "katil kim" hikayesinin yanı sıra bu kez korku öğelerini de verimli bir şekilde kullanmış. Oyuncu kadrosu ilk filmdeki kadar ışıltılı olmasa da, bu filmin üçlemenin en iyisi olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Bunun nedeni de Kenneth Branagh'ın bu kez hem hikaye anlatımı hem de görüntü yönetimi anlamında daha farklı bir tarzı denemesi ve bu denemenin büyük ölçüde tutması. 
   
Olağan Agatha Christie motifleri hikayede yine mevcut: kapalı, klostrofobik bir mekan, her birinin hem cinayet işlemek için sebebi hem de masumiyet için bir mazereti olan şüpheliler listesi; ve Poirot'nun kapıyı kitleyip "bu gece buradayız dostlar" tiradı. Ancak bu kez Poirot cinayetlerin arkasında doğaüstü güçlerin de olabileceği yönünde bazı şüpheler duymuyor değil. Filmin gotik estetiği ve Branagh'ın alışılmışın dışındaki kamera hareketleri biz seyircileri de zaman zaman bu şüpheye ortak etmeyi başarıyor doğrusu. Öte yandan, film görsel açıdan belli bir başarıyı yakalasa da, ana hikaye, alt metinler ve karakter gelişimi alanlarında aynı tatmin edici seviyeye ulaştığını söyleyebilmek zor. Ama hikayedeki aksayan yönlerine rağmen, yaratılan atmosfer ve prodüksiyon kalitesi sayesinde Venedik’te Cinayet’i serinin önceki iki filmine kıyasla daha çok beğendim diyebilirim.


Benim Notum: 7 / 10




27 Ekim 2023

Killers of the Flower Moon

 



David Grann'in çok satan kitabından uyarlanan Killers of the Flower Moon Amerikan tarihinin pek bilmediğimiz karanlık bir sayfasını gün ışığına çıkartıyor. 1920'lerde Amerikan yerlileri önce yaşadıkları yerlerden kopartılıp Oklahoma'da özel bir bölgeye sürülüyorlar. Osage Nation denilen bu topraklarda petrol keşfedildiğinde, o arazinin tapusuna sahip Osage yerlileri birden bire Amerika'nın en zengin insanları oluveriyorlar. Ancak işin içine para, hırs ve açgözlülük girince kabile üyeleri birer birer esrarengiz biçimde ölmeye başlıyor; ta ki o yıllarda henüz yeni kurulan FBI gizemi çözmek için devreye girene kadar.

Bir kere en baştan şunun altını çizmek lazım: Yıl olmuş 2023, ve biz Martin Scorsese'nin yönettiği ve Robert De Niro'nun oynadığı "yeni" bir filmi sinemalarda izleyebiliyoruz. Bu sinemaseverler için ne büyük bir nimettir!.. İlk kez birlikte çalıştıkları 1973 yapımı Mean Streets filminden tam elli yıl sonra, biri 80 diğeri 81 yaşındaki bu iki usta hala döktürüyorlar, bangır bangır "biz bir yere gitmedik, burdayız" diyorlar.    

Günümüzde artık adınız Martin Scorsese değilse, Hollywood'daki stüdyoları üç buçuk saat uzunluğunda bir film için ikna etmeniz mümkün değil. Scorsese de zaten Paramount şirketinin yanı sıra Apple ile de anlaşarak filminin eninde sonunda Apple'ın streaming servisinde yayınlanacağını ve çoğunluk tarafından evde izleneceğini kabul ediyor, tıpkı bir önceki filmi The Irishman'de olduğu gibi. Filmin uzunluğu olumlu ve olumsuz yanları beraberinde getiriyor. En dikkatli izleyicinin bile bu kadar uzun süre boyunca yüksek bir konsantrasyon seviyesini sürdürebilmesi zor. Öte yandan filmin 206 dakikalık süresi Scorsese'nin anlatmak istediği hikayeyi, herhangi bir müdahale olmadan, kendi istediği gibi anlatmasına da olanak tanıyor. Film, bazı tempo sorunlarından muzdarip olsa da, perdede gördüğümüz o büyüleyici işçilik kalitesi yavaş geçen bazı bölümlerin üstesinden gelmemize yardımcı oluyor.

Robert De Niro ve Leonardo DiCaprio Scorsese'nin iki favori oyuncusu. Bunlardan De Niro, yönetmenin kariyerinin erken dönemindeki ünlü filmlerinin birçoğunda (Taxi Driver, Raging Bull, Goodfellas, Casino) rol alırken, son yıllarda bayrağı  DiCaprio devralmış gibi görünüyor (The Aviator, The Departed, Shutter Island, The Wolf of Wall Street). Rivayet odur ki, Leonardo'yu Scorsese'ye tavsiye eden de 1993 yapımı This Boy's Life filminde onunla birlikte çalışan Robert De Niro imiş. İşin ilginci, bu iki büyük oyuncu bir Scorsese filminde ilk kez bir araya geliyorlar. Filmin üçüncü önemli karakterini canlandıran Lilly Gladstone'un iki yüksek kalibreli ismin arasında ezileceğini düşünürsünüz, ama öyle olmuyor. Gladstone Mollie rolündeki abartısız, ölçülü ve sakin performansı ile filmin en akılda kalıcı parçalarından biri haline geliveriyor.   

Killers of the Flower Moon uzun süresine rağmen, ırkçılığa dair alt metinleri, karakterleri, anlatımı ve oyuncularının performanslarıyla seyredilmeyi hak eden bir film. Ayrıca artık her filmine "belki de bu son filmidir" gözüyle bakacağımız bir usta yönetmenin bir olgunluk dönemi şaheseri.


Benim Notum: 8 / 10

6 Ekim 2023

The Creator

 



Gelecekte yapay zekanın kontrolden çıkması sonrasında insanlarla yapay zekaya sahip robotlar arasında  bir savaş çıkar. Bu savaş sürerken, eski bir özel kuvvetler askeri olan Joshua yapay zekanın geliştirdiği ve tüm insanlığı yok etme gücüne sahip gizli bir silahı bulmakla görevlendirilir. Ancak düşman hatlarını aşıp robotların arasına dalan Joshua kendisine yok etmesi talimatı verilen dünyanın sonunu getirecek bu silahın özel güçlere sahip küçük bir çocuk olduğunu keşfeder.

Rogue One, Godzilla ve Monsters gibi filmlerin yönetmeni Gareth Edwards'ın çektiği bilim-kurgu filmi The Creator'ın elbette birçok artısı var. Bu artıların başında da filmin görsel gücü geliyor. Çok başarılı görsel efektler ve görüntü yönetmeni Greig Fraser'ın (Dune, The Batman) nefis görüntüleri eşliğinde Gareth Edwards fütüristik bir dünya inşa etme becerisini bir kez daha ortaya koyuyor. 80 milyon dolarlık bir bütçeyle çekilen film perdede sanki 250 milyon dolarlık bir bütçeye sahipmiş gibi görünüyor. Her zaman güvenilir Hans Zimmer'in müzikleri yaratılan başarılı atmosferi destekliyor. 

Ancak The Creator'ın temel problemi, filmi izlerken sürekli "ben bu filmi daha önce izlemiş miydim" duygusunun peşimizi bırakmaması. Çünkü seyrettiğimiz hikaye örgüsü Dune'dan, District 9'a, Blade Runner'dan Terminator'a içinde yapay zeka ve robotlarla savaşı içeren pek çok başka bilim-kurgu filminden aşina olduğumuz konseptleri sanki yeniden ısıtıp önümüze getiriyor. Filmdeki bütün Amerikan askerleri bir James Cameron filminin (Avatar, Aliens, Terminator) setinden ışınlanıp buraya gelmiş gibiler. Senaryodaki bir küçük çocuk ile kaçış ve yolda o çocuk ile kurulan duygusal bağ teması ise Logan'ı ve bu sene TV dizisi olarak izlediğimiz The Last of Us'ı akılllara getiriyor.  

Sonuç olarak, The Creator orjinal ve özgün olmayı pek beceremese de, titiz teknik detayları ve etkileyici görsel dünyası ile dikkat çeken, bilim-kurgu türünü sevenleri tatmin edecek bir yapım.   


Benim Notum: 7 / 10       

30 Eylül 2023

Eylül Filmleri

 



Eylül ayında izlediğim filmler ve puanlarım:


Past Lives 8,5


Talk to Me 7,5







Gran Turismo 6,5

Bottoms 6,5




Film isimlerinin üstüne tıklayarak, o filmle ilgili detaylara ulaşabilirsiniz.

2023'te şu ana kadar izlediğim film adedi: 109


19 Eylül 2023

Talk to Me

 



Avustralya'da bir grup arkadaş, mumyalanmış bir el kullanarak ölülerle iletişim kurabildiklerini keşfederler ve ev partilerinde bir eğlence aracı olarak bu ruh çağırma seanslarını kullanmaya başlarlar. Gençler sanki bir madde bağımlılığı gibi bu yeni heyecana kapılırlar. Ancak içlerinden biri fazla ileri gider ve hepsini yok etmekle tehdit eden korkunç bir doğaüstü gücü serbest bırakır.

Talk to Me, RackaRacka adını verdikleri YouTube kanalında komik videolar paylaşan Avustralyalı ikiz kardeşler Danny ve Michael Philippou’nun ilk uzun metraj sinema filmleri. Kardeşlerin YouTube kanalındaki videolara bakarsanız (şuradan bir göz atabilirsiniz), çekecekleri filmin deli dolu, zıpır bir aksiyon komedisi olmasını beklersiniz. Ancak Talk to Me, tam tersi son derece karanlık, ağır ama sindire sindire ilerleyen ve oldukça ürkütücü bir film. Kabul edelim, bir kötü ruh tarafından ele geçirilme teması korku sinemasında yüzlerce kez işlenmiş bir konu. Ama Philippou biraderler bu yorgun janra yepyeni bir hayat aşılamayı başarmışlar. Seyirciyi dakika başı dört kere yerinde hoplatmak yerine, derinlere işleyen bir terör duygusunu ve film bittikten sonra bile sizi bir süre bırakmayan bir rahatsızlık hissini yaratmayı tercih etmişler. Harika bir ses dizaynı da filmin etkileyiciliğini arttırıyor. 

Çekim bütçesi 4 buçuk milyon doları geçmeyen film, bu satırların yazıldığı an itibarı ile tüm dünyada 70 milyon dolar hasılat yaptı, yani maliyetinin neredeyse yirmi katı gelir elde etti. Sundance film festivalindeki ilk gösterimin ardından filmin dağıtımı için şirketlerin sıraya girmesi boşuna değil. Philippou kardeşlerin bir sonraki işlerini görmeyi dört gözle bekliyoruz.


Benim Notum: 7,5 / 10

15 Eylül 2023

Past Lives

 



Güney Kore'de yaşamakta olan 12 yaşındaki okul arkadaşları Nora ve Hae Sung, Nora'nın ailesinin Kanada'ya göç etmesi nedeniyle birbirlerinden ayrı düşerler. Tam 24 yıl sonra New York'ta birkaç günlüğüne tekrar bir araya gelen bu çocukluk aşıkları, geçmiş yılların muhasebesini yaparken bir yandan da kader, bağlılık, özlem ve yarım kalmış aşklar gibi kavramlarla yüzleşeceklerdir. 

Doksanlı ve ikibinli yıllarda bana "en sevdiğin film üçlemesi hangisi" diye sorsaydınız, büyük olasılıkla Richard Linklater'ın Ethan Hawke ve Julie Delpy'li Before üçlemesi derdim. Daha ortada bu blog sayfasının fikri bile yoktu ama olsaydı muhtemelen Before Sunrise 1995 yılının, Before Sunset de 2004 yılının en iyi filmleri listesine girerdi. İşte Kore asıllı Celine Song'un yönettiği Past Lives bana ilk bakışta Before filmlerini anımsattı. Ve yine o filmlerde aldığım lezzeti aldım. Senaryoyu da kaleme alan Celine Song belli ki kendi yaşamından detayları filme katmış. Çünkü onun ailesi de tıpkı filmdeki Nora gibi henüz o 12 yaşındayken Güney Kore'den Kanada'ya göç etmiş.

Past Lives derdini söylediklerinden ziyade söylemedikleri ile anlatan, sessiz ama çok güçlü bir film. Yönetmen bir duyguyu seyirciye aktarırken hiç telaş etmiyor. Ama işte o küçük sessizlikler, o sessizlikler esnasındaki kaçamak bakışlar öyle çok şey anlatıyor ki... Celine Song, uzun tek plan çekimlere ve sözlü olmayan anlara güvenerek, daha aceleci bir yaklaşımın gözden kaçıracağı ayrıntıları yakalıyor. Filmin sonunu tabii ki söylemeyeyim, ama sadece finaldeki o beş dakikalık sahne bile sözcüklere hiç başvurmadan, beden dilini ve sinema sanatını kullanarak duygular nasıl anlatılır konusunda bir ders niteliğinde. Bunun Song’un henüz ilk filmi olduğuna inanmak zor, çünkü kameranın arkasında sanki bu işi kırk yıldır yapıyormuşçasına güvenli, kendinden emin.

Sinema tarihinde karşılıksız aşka eşlik eden tatlı ıstırabı anlatan çok film yapılmıştır elbette, ama çok az film bastırılmış duyguları bu kadar yoğun ve derinden ele alabilir. Past Lives yaz sezonunun patırtısı gürültüsü arasında çıkıp gelen nefis bir sürpriz, bir vaha. Çok beğendim, çok etkilendim.


Benim Notum: 8,5 / 10


31 Ağustos 2023

Ağustos Filmleri

 



Ağustos ayında izlediğim filmler ve puanlarım:



Elemental 7



Joy Ride 6,5




Film isimlerinin üstüne tıklayarak, o filmle ilgili detaylara ulaşabilirsiniz.

2023'te şu ana kadar izlediğim film adedi: 97


25 Ağustos 2023

Blue Beetle

 



Uzaydan gelmiş mekanik bir böcek kendine simbiyotik ev sahibi olarak üniversiteden yeni mezun olmuş Latin kökenli Jaime Reyes'i seçer. Bu ortaklık gence olağanüstü güçler kazandırırken, Jamie Reyes de artık Blue Beetle diye anılan bir süper kahramana dönüşecektir. 

Blue Beetle benim daha önceden adını bildiğim bir süper kahraman değildi. Oysa ki çizgi roman olarak ilk kez ta 1939 yılında yayınlanmış. DC Comics şirketinden çıkan filmde başrolde Netflix'te yayınlanan Cobra Kai dizisinden tanıdığımız Xolo Maridueña yer alıyor. Mariduane sevimliliği ile bu klişelerle dolu filmi ayakta tutan en önemli faktör olarak öne çıkıyor. Filmin aksiyon sahnelerinde herhangi bir orjinallik yok. Blue Beetle'ı diğer süper kahraman filmlerinden ayıran en temel özelliği bir Latin Amerikalı aileyi alıp hikayenin tam ortasına yerleştirmesi. Jaime Reyes kötülerle savaşırken en büyük desteği arkadaşlarından ya da ekibinden değil doğrudan annesinden, babasından, kız kardeşinden, amcasından ve büyükannesinden alıyor. Aile sevgisi ve dayanışması, kötülere karşı bir koz haline geliyor. 

Blue Beetle çok şey beklenmeden izlenebilecek, aileyi ön plana çıkaran, hafif, yüzeysel ama eğlenceli bir süper kahraman filmi.


Benim Notum: 7 / 10

17 Ağustos 2023

Teenage Mutant Ninja Turtles: Mutant Mayhem

 



Spider-Verse filmlerinin animasyon sinemasında bir çığır açtığını söylemiştim o filmlerle ilgili yazılarımda. İşte şimdi Spider-Verse'ün araladığı o kapıdan başka filmler de giriyor, ne güzel! Artık animasyon filmleri (bizim çocukluğumuzdaki adıyla "çizgi filmler") sadece anne-babaların haftasonu AVM'lerde çocuklarını iki saatliğine sinemaya bırakmalarına vesile olan çerez yapımlar değil. Üzerlerinde çok emek harcanmış, birer sanat eseri olarak değerlendirilmeyi hak eden önemli işler.

Kanalizasyona atılan kimyasal bir maddeye maruz kalarak mutasyona uğrayan yarı insan yarı kaplumbağa ninja kardeşler ilk olarak 1990 yılında görünmüşlerdi sinema perdelerinde. O ilk filmi sinemada izlediğimi ve baya da sevdiğimi hatırlıyorum. Daha sonra 2010'lu yıllarda Megan Fox'lu bir kadro ile iki film daha yapıldı, ama Michael Bay yapımcılığında çekilen bu filmler bol görsel efektli, bol tantanalı ve kaçınılmaz olarak zeka seviyesi düşük filmlerdi. O filmlerdeki bol kaslı kaplumbağalar da ilk filmdeki dört kardeşin sevimliliğinden çok uzak, hatta düpedüz antipatik tiplerdi.

Şimdi, geçen sene Netflix'te çok sevilen hatta en iyi animasyon Oscar'ına aday da gösterilen The Mitchells vs the Machines'in ardındaki yaratıcı ekip TMNT'yi animasyon olarak yeniden getiriyor karşımıza. Film herşeyden önce muhteşem animasyon stili ile dikkatleri çekiyor. Sanki bir lise öğrencisinin okul defterinin arka sayfalarına çala kalem yaptığı eskizlere benzeyen bu çizimler izlediğimiz hikayeye müthiş bir dinamizm katıyor. Dört kardeşin seslendirmesini, daha önceki filmlerde olduğu gibi 27 yaşındaki koca adamlara yaptırmak yerine, gerçekten teenage yaşlarındaki  aktörleri tercih etmek de çok isabetli bir karar olmuş (filmi orjinal sesi ile izlediğimi ekleyeyim). Böylelikle bu birbirinin sözünü keserek konuşan hiperaktif gençlerin ergen muhabbetleri kulağa çok daha inandırıcı ve doğal geliyor. Filmin Oscarlı besteciler Trent Reznor ve Atticus Ross imzalı müzikleri bir harika. Ayrıca soundtrack'e itina ile yerleştirilmiş 80'li 90'lı yılların müthiş hiphop klasikleri filmi izlerken kafamızı yukarı aşağı sallamamıza sebep oluyor.      

Sinemalarda Spider-Verse devrimi devam ediyor. Daha fazlası için hazırız.


Benim Notum: 7,5 / 10

31 Temmuz 2023

Temmuz Filmleri

 



Temmuz ayında izlediğim filmler ve puanlarım:







Barbie 7


Suzume 7



Reality 6,5

Chevalier 6,5

Nimona 6





Film isimlerinin üstüne tıklayarak, o filmle ilgili detaylara ulaşabilirsiniz.

2023'te şu ana kadar izlediğim film adedi: 90



30 Temmuz 2023

Oppenheimer

 



Oppenheimer filmini tamamı dolu bir salonda izledim (abartmıyorum, tek bir boş koltuk yoktu). Üstelik de yazın sıcağının ortasında, hafta içi bir günün 12:30 seansında. Üç saat süren, bir kısmı siyah-beyaz çekilmiş, diyalog ağırlıklı, hadi adını koyalım, aslında "sanat filmi" denebilecek bir yapıma seyircinin bu kadar ilgi göstermesi beni çok mutlu etti, Türkiye'de (ve dünyada) sinema sektörünün geleceği açısından da fazlasıyla umutlandırdı. 

Oppenheimer, Christopher Nolan'ın çağımızın en önemli sinemacılarından biri olduğunu bir kez daha kanıtlayan bir başyapıt. Filmin konusunu aslında tek bir cümleyle özetlemek mümkün: II.Dünya Savaşının sonunda Hiroshima ve Nagazaki'ye'ya atılan atom bombasının proje sürecini ve bombanın mucidi ABD'li fizikçi Robert Oppenheimer'ın kendi içindeki vicdan muhasebesini izliyoruz film boyunca. Hem inanılmazı hem de korkunç olanı başaran sorunlu bir dehanın portresi geçiyor gözümüzün önünden. Ama asıl çarpıcı olan Nolan'ın bu konuyu anlatırken sinema dilini çok etkileyici bir şekilde kullanabilmesi. Görüntüler, ses, ışık, müzik ve prodüksiyon tasarımı ile soluksuz izlenen bir atmosfer yaratabilmesi. 

Daha çok tekniğin ön plana çıktığı The Dark Knight, Inception ve Tenet gibi aksiyon / bilim kurgu tarzında yapımlarla tanıdığımız Christopher Nolan Oppenheimer'de belki de şimdiye kadarki en kişisel ve en karakter analizi ağırlıklı eserini üretiyor. Elbette bu karakterleri başarılı bir şekilde perdeye aktarmakta oyuncuların rolü büyük: başta Cillian Murphy olmak üzere, Robert Downey Jr, Emily Blunt, Matt Damon ve Florence Pugh çok iyi performanslar sergiliyorlar. Cillian Murphy'nin en iyi erkek, Robert Downey Jr'ın ise en iyi yardımcı erkek oyuncu dallarında Oscar adaylıklarını şimdiden ilan edebilirim. Filmde rol alan yüksek kalibreli oyuncu listesi yukarıdakilerle sınırlı değil. Örneğin, son beş sene içerisinde en iyi erkek oyuncu Oscar'ını almış üç aktör, Gary Oldman, Rami Malek ve Casey Affleck filmde beşer dakikalık kısacık rolleriyle geçit törenine katılıyorlar. Bu da günümüzün önemli oyuncularının üçe beşe bakmadan yönetmen Christopher Nolan'la çalışma konusunda ne kadar istekli olduklarını gösteriyor. Son yılların yükselen bestecisi Ludwig Göransson imzalı müziklerin filme katkısını göz ardı etmek mümkün değil. Görüntü yönetmeni Hoyte von Hoytema'nın IMAX kameralarla çekilmiş görüntüleri ve Jennifer Lame’in montajı ise nefes kesici.

Christopher Nolan'ın sevmeyeni de çok. Ama benim gözümde adamı pamuklara sarmalı. Oppenheimer olağanüstü bir film. Devasa bir biyografi, büyüleyici bir dram, destansı bir yapım. Oyuncu kadrosunun harika performanslarıyla desteklenen görsel-işitsel bir ziyafet. Önümüzdeki beş ayda daha iyisi karşımıza çıkmazsa, bu senenin en iyi filmi.


Benim Notum: 9 / 10

29 Temmuz 2023

Barbie

 




Herşeyin mükemmel olduğu pembe Barbie diyarında o parti senin bu parti benim yaşayıp gitmekte olan Barbie, bir gün gerçek dünyada kendisi ile oynayan kız çocuğunun kaygılarını hissetmeye başlayınca, o "hayat bayram olsa" modundan çıkmaya başlıyor. Bu durumu düzeltmenin tek yolu gerçek dünyaya gidip o kız çocuğunun sorunlarını çözmektir. Hep plajda duran ama cankurtaran olmayan Ken de bu yolculukta ona eşlik edecektir.   

Greta Gerwig'in yönettiği ve neredeyse bir sosyal fenomene dönüşen Barbie filmi aslında oldukça  eğlenceli bir şekilde başlıyor. Filmin yapımcısı da olan Barbie bebeklerinin yaratıcısı Mattel firmasına yönelik meta espriler gayet iyi. Margot Robbie sanki bu rol için yaratılmış gibi. Ken rolündeki Ryan Gosling de filmin en komik anlarına imza atıyor. Barbie'nin gerçek yıldızının Robbie veya Gosling değil, yapım tasarımı olduğu da iddia edilebilir. Barbie oyun setlerinin sevgi dolu, gün ışığında yeniden yaratılan kurulumları, filmin ilk yarısını dolduran çılgın enerjiye ayak uyduruyor.

Yalnız ikinci yarıda film biraz odağını kaybediyor, feminist mesajlarını biraz kör parmağım gözüne şeklinde vermeye başlıyor. Bir de filmin hedef kitlesinin kim olduğu konusunda senaryo yazarlarının biraz kafası karışık sanki. Örneğin benim izlediğim seansta salonun yüzde doksanı teenager'lardan oluşuyordu. Ancak filmdeki birçok espri yaşı daha geçkin olanların anlayabileceği türden. Örneğin The Godfather, 2001: A Space Odyssey filmlerine yapılan harika göndermeleri 15-16 yaşında bir gencin anlaması mümkün değil. O yüzden bazı sahnelerde ben kahkahalarla gülerken yanımdaki koltuklarda oturan çocuklar bana tuhaf tuhaf baktılar.

Sonuç olarak, Barbie'nin parlak enerjisini, görselliğini ve esprilerini beğendim. Ama mesaj verme kaygısını ve senaryonun ikinci yarıda raydan çıkmasını pek beğenmedim.


Benim Notum: 7 / 10

23 Temmuz 2023

Mission: Impossible - Dead Reckoning Part One

 



1996'da usta yönetmen Brian De Palma'nın çektiği ilk film ile hayatımıza teşrif eden Mission Impossible serisi yedinci filme ulaşıyor. Bundan bir önceki bölüm Fallout bence serinin zirvesiydi ve o sene en iyiler listeme de girmişti. Christopher McQuarrie'nin yönettiği film özellikle aksiyon sahnelerinin icrasındaki teknik mükemmellik ile gözlerimizi kamaştırmıştı. Fallout ile ilgili blogdaki yazımı "bundan sonraki bölümlerde bu seviyeyi nasıl aşacaklar, merak ediyorum" diyerek tamamlamıştım. Öngörüm doğru çıktı, aşamamışlar. Dead Reckoning tek başına değerlendirildiğinde elbette iyi bir film, ama gerek aksiyon gerekse de hikaye bakımından Fallout'un gerisinde kaldığı da kesin.

Günümüzün popüler konusu kontrolden çıkıp insanlığı tehdit eden yapay zekayı ana düşman olarak hikayeye yerleştiren Dead Reckoning bir Mission Impossible filminde olması gerekenler listesindeki her kutuya bir tik atıyor: arabalı ve motorlu heyecanlı kovalamaca sahneleri, son saniyede durdurulan bombalar, maske takıp kılık değiştirmeler ve elbette Tom Cruise'un yine dublör kullanmadan gerçekleştirdiği yönetmenine kalp krizi geçirten ve ölüme meydan okuyan atlamalar. Ancak bu sefer sanki önce bu heyecanlı "set piece"ler kafada tasarlanmış, daha sonra buna hikayeyi nasıl uydururuz diye düşünülmüş gibi. Yani daha filmi çekmeden önce kesin bir gün yönetmen McQuarrie ile Tom Cruise bir araya gelmişler, "bu filmde şöyle bir şey yapalım: kahramanımız motorsikletle bir tepeden aşağı atlasın, paraşütle hareket halindeki bir trene dalsın" diye sahneyi tasarlamışlar. Ama emek verenlerin hakkını da teslim edelim, filmdeki bazı aksiyon sahneleri yine de çok başarılı çekilmiş, örneğin en sondaki bütün o tren vagonları sekansı yüreğimizi ağzımıza getiriyor.     

Dead Reckoning Part One senaryodaki zayıflıklarına ve küçük kusurlarına rağmen baştan sona heyecanla izlenen bir aksiyon ve casusluk filmi. Lunaparkta geçirilen eğlenceli bir iki buçuk saat. Şu anda sinemalarda izleyebilirsiniz.


Benim Notum: 7,5 / 10  

14 Temmuz 2023

Asteroid City

 



Wes Anderson ile inişli çıkışlı bir ilişki grafiğimiz var: Eleştirmenler yaptığı her işe ayılıp bayılsa da, ben kendisinin o aşırı stilize tarzına hep biraz mesafeli yaklaştım. 2021 yılındaki The French Dispatch ise belki de şimdiye kadar gerçek anlamda beğendiğim ilk Wes Anderson filmi oldu. Çünkü ilk kez stilin yanı sıra filmde anlatılan öyküler de ilgimi çekti, karakterlerin başına neler geleceğini önemsedim. Bu son filmi Asteroid City'de ise maalesef üstad o içine bir türlü giremediğimiz "malzemenin önüne geçen tarz" hikayelerine geri dönmüş.

Her Wes Anderson filminde olduğu gibi burada da Hollywood'da kim var kim yoksa sıraya dizilmişler. Tom Hanks'ten Scarlett Johansson'a, Edward Norton'dan Bryan Cranston'a, Willem Dafoe'dan Margot Robbie'ye kadar bir dolu yıldız oyuncu önümüzden geçip gidiyor. Şüphesiz ki, bu bakması güzel bir film. Prodüksiyon tasarımı en üst seviyede. Her bir sahne aynı zamanda mükemmel bir fotoğraf karesi. Filmin her saniyesi için titizlikle uğraşıldığını filmi izlerken hissediyorsunuz. O renkler, o pastel tonlar, o kadrajlar aklımıza kazınıyor. Ama filmde anlatılan hikaye ile aramızda bir türlü duygusal bir bağ kuramıyoruz. Filmdeki her karakter sanki "ben şu anda bir Wes Anderson filmindeyim, o yüzden böyle tuhaf konuşmam gerekiyor" dercesine, baston yutmuş gibi kameraya bakıp, uzun monologlar sıralıyor. 

Asteroid City'nin bir "Wes Anderson filmi" olduğunu anlamanız yaklaşık on saniye sürüyor ve bu muhtemelen filmin en büyük dezavantajı. Anderson'ın stili yaptığı projelere o kadar işlemiş ki, artık şekil anlatının önüne geçmeye başlamış. Yönetmen sanki kendi yarattığı markanın esiri olmuş ve hayranlarının beklediği bu olduğu için sürekli kendine has özelliklerini ikiye katlama ihtiyacı duyuyor. Onun bu tarzını sevenler için Asteroid City güzel bir buluşma olabilir. Bu tarzı sevmeyenlerin ise filmi gördükten sonra fikirlerinin değişme ihtimali çok düşük. Ben hala ortalarda bir yerdeyim.   

Benim Notum: 7 / 10

   

30 Haziran 2023

Haziran Filmleri

 



Haziran ayında izlediğim filmler ve puanlarım:





The Beasts 7,5


The Flash 7




BlackBerry 6,5


Delicious 6,5

Fast X 6,5



Film isimlerinin üstüne tıklayarak, o filmle ilgili detaylara ulaşabilirsiniz.

2023'te şu ana kadar izlediğim film adedi: 74