Herşeyin mükemmel olduğu pembe Barbie diyarında o parti senin bu parti benim yaşayıp gitmekte olan Barbie, bir gün gerçek dünyada kendisi ile oynayan kız çocuğunun kaygılarını hissetmeye başlayınca, o "hayat bayram olsa" modundan çıkmaya başlıyor. Bu durumu düzeltmenin tek yolu gerçek dünyaya gidip o kız çocuğunun sorunlarını çözmektir. Hep plajda duran ama cankurtaran olmayan Ken de bu yolculukta ona eşlik edecektir.
Greta Gerwig'in yönettiği ve neredeyse bir sosyal fenomene dönüşen Barbie filmi aslında oldukça eğlenceli bir şekilde başlıyor. Filmin yapımcısı da olan Barbie bebeklerinin yaratıcısı Mattel firmasına yönelik meta espriler gayet iyi. Margot Robbie sanki bu rol için yaratılmış gibi. Ken rolündeki Ryan Gosling de filmin en komik anlarına imza atıyor. Barbie'nin gerçek yıldızının Robbie veya Gosling değil, yapım tasarımı olduğu da iddia edilebilir. Barbie oyun setlerinin sevgi dolu, gün ışığında yeniden yaratılan kurulumları, filmin ilk yarısını dolduran çılgın enerjiye ayak uyduruyor.
Yalnız ikinci yarıda film biraz odağını kaybediyor, feminist mesajlarını biraz kör parmağım gözüne şeklinde vermeye başlıyor. Bir de filmin hedef kitlesinin kim olduğu konusunda senaryo yazarlarının biraz kafası karışık sanki. Örneğin benim izlediğim seansta salonun yüzde doksanı teenager'lardan oluşuyordu. Ancak filmdeki birçok espri yaşı daha geçkin olanların anlayabileceği türden. Örneğin The Godfather, 2001: A Space Odyssey filmlerine yapılan harika göndermeleri 15-16 yaşında bir gencin anlaması mümkün değil. O yüzden bazı sahnelerde ben kahkahalarla gülerken yanımdaki koltuklarda oturan çocuklar bana tuhaf tuhaf baktılar.
Sonuç olarak, Barbie'nin parlak enerjisini, görselliğini ve esprilerini beğendim. Ama mesaj verme kaygısını ve senaryonun ikinci yarıda raydan çıkmasını pek beğenmedim.
Benim Notum: 7 / 10
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder