28 Aralık 2015

The Visit

1999 yılında The Sixth Sense gibi bir başyapıta imza atmış olan M. Night Shyamalan, bu başarısını Unbreakable, Signs ve The Village ile sürdürmüş, 2006'daki Lady in the Water ile düşüşe geçmeye başlamıştı. Sonrasında gelen The Happening ve The Last Airbender gibi felaketler ise sinema dünyasında onun için "artık bu adam bitti" denmesine yol açmıştı. Son yıllarda hiçbir büyük stüdyo artık onu filmlerinde yönetmen olarak görmek istemediğinden, Shyamalan oldukça küçük bir bütçeyle ve tanınmamış oyuncularla çektiği The Visit'in tüm masraflarını kendi cebinden karşıladı. The Visit bir anlamda bu Hint asıllı yönetmenin "yeşil sahalara geri dönüşünün" bir müjdecisi gibi... Henüz tam formunu bulmasa da, iyi bir sinemacının özüne dönüş işaretlerini görebiliyoruz. Altıncı His'ten hatırladığımız ürpertiler ve sürprizli finaller bu filmde de mevcut. Her ne kadar "found footage" (amatör kamera çekimi) tekniğinden artık gına gelse de, Shyamalan iyi bir bahaneye bağlamış bu tercihini: İki kardeş, doğduklarından beri görmedikleri anneanne ve dedelerinin evinde bir hafta geçirmeye gidiyorlar ve döndüklerinde annelerine gösterebilmek amacıyla tüm bu ziyareti kameraya kaydediyorlar. Yani biz aslında çocukların çektiği bir belgeseli izliyoruz. Başta herşey güzel gidiyor, ancak anneanne ve dedenin tuhaf davranışlarıyla birlikte ortam gerilmeye başlıyor. Amatör kamera tekniği bir gerçeklik duygusu yaratma ve ürperti düzeyini arttırma adına işe yarasa da, benim bu tür filmlerde hep itiraz ettiğim bir nokta var: Seni öldürmeye niyetli kötü bir adam peşinden kovalarken, sen hala çekim yapmaya devam mı edersin, yoksa pılıyı pırtıyı bırakıp canını kurtarmaya mı bakarsın? Bu tür mantığı zorlayan detaylara takılmazsanız, iyi oyunculara sahip, yer yer gerçekten korkutmayı başaran ilginç bir film.


FRAGMAN

The Visit (2015) on IMDb

Benim Notum: 7 / 10

25 Aralık 2015

Nadide Hayat

"Nadide Hayat" Çağan Irmak'ın en iyi filmlerinden biri değil. 2011 yılındaki Dedemin İnsanları bence yetenekli hemşehrimizin en iyi işiydi. Geçen seneki Unutursam Fısılda da onun kadar olmasa da başarılıydı. Nadide Hayat sözünü ettiğim bu iki filmin de gerisinde kalıyor bence. Böyle bakıldığında Çağan Irmak için aşağıya doğru giden bir trendden söz edilebilir. Ancak Irmak seyircisini avucunun içine almayı, onların duygularına hitap etmeyi iyi bilen bir yönetmen olduğunu bir kez daha gösteriyor. Eski usül Yeşilçam öykülerini andıran Nadide Hayat seyirciyle sıcak temas kuran, eğlenceli bir film. Bunda Demet Akbağ'ın -her zaman olduğu gibi- çok başarılı performansının rolü büyük. Eşini kaybettikten sonra hayatında köklü değişiklikler yapmaya kararlı ellili yaşlardaki bir ev kadınını canlandıran Akbağ özellikle komedi konusundaki başarısını bir kez daha sergiliyor. Yan roller için ise maalesef aynı şeyi söyleyemiyoruz. Başta Nadide'nin üniversiteli genç arkadaşları olmak üzere yardımcı roller iyi işlenmiş karakterler haline gelemiyor, karikatürize kalıyorlar. Animasyonlarla pekiştirilmiş, konuşan balıklar, caretta'lar vesaire gibi rüya sahneleri ise dikkati dağıtmaktan öte bir etki yaratmıyor. Nadide Hayat'a bir Çağan Irmak filmi diye gitmek sizi hayal kırıklığına uğratabilir. Yer yer komedi unsurları barındıran, sıcak bir kendini keşif ve kuşak çatışması hikâyesi niyetine sinema salonunun yolunu tutmak daha risksiz bir tercih olur.

FRAGMAN

Nadide Hayat (2015) on IMDb

Benim Notum: 6,5 / 10

22 Aralık 2015

Star Wars: The Force Awakens

Son yıllarda şahit olduğum en yüksek beklenti seviyesi ile sinemalarımıza teşrif eden Star Wars'un bu yeni bölümü sadece beklentileri karşılamakla kalmıyor, üstüne bir şeyler koymayı da başarıyor. Filmin, orjinal üçlemeye çok büyük saygı ve sevgi duyan bir ekibin elinden çıktığı çok belli. Ama bu saygı duruşu 1977'deki filmi aynen kopyalama boyutuna ulaşmıyor. Mesela bu sene yaz aylarında izlediğimiz Jurassic World biraz öyleydi; Jurassic World orjinal Jurassic Park'ın gazı kaçmış bir versiyonu gibiydi. The Force Awakens ise bir yandan veteran kadroya gereken önemi verirken, yeni karakterleri ve gayet de sağlam hikayesiyle yepyeni heyecanlar yaratmayı başarıyor. Daha önceki altı bölümde hiç görmediğimiz -ve aslında eksikliğini hissettiğimiz- kıvrak bir mizah duygusu da hoş bir yenilik olarak filmden alınan keyfi arttırıyor.

Filmin ufak tefek kusurları yok mu? Elbette var. Yönetmen J.J.Abrams'ın yeni ve genç yüzlere fırsat verme politikası özellikle Rey (Daisy Ridley) ve Finn (John Boyega) karakterleri göz önüne alındığında çok iyi işlerken, kadrodaki her genç için bunu söylemek mümkün değil ne yazık ki. Örneğin Harry Potter'daki Bill Weasley olarak bildiğimiz Domhnall Gleeson karanlık tarafın generali rolünde hiç de inandırıcı durmuyor. Bir de, filmin ilk yarısı nasıl geçtiğini anlamadığımız  müthiş bir dinamizme sahipken, ikinci yarının ortalarında düşman karargahına bir girelim bir çıkalım, sonra tekrar girelim derken tempo biraz düşüyor. Bu iki küçük nazar boncuğu filmin genelinden duyduğumuz memnuniyeti pek zedelemiyor. Film sona erdiğinde "bölüm 8 bir an önce gelsin, güç bizimle olsun" diyerek salondan ayrılıyoruz.

Herşey bir tarafa, bu Star Wars mitolojisinin sinematografik öğeler dışında benim için kişisel bazı özel anlamları da var: Oğlumla birlikte bir hafta önceden ilk gün için biletlerimizi alıp dört gözle filmin gösterime girmesini beklemek, yeni filmi beklerken evde bir "Star Wars maratonu" yapıp daha önceki altı bölümü yeniden izlemek, sinema salonunda ışıklar kararıp perdede siyah üzerine mavi fontlarla "long time ago in a galaxy far far away" yazısından hemen sonra Star Wars'un ana tema müziği gümbür gümbür girdiğinde tüm salonla birlikte çocukça bir heyecanla alkışlamaya başlamak (alkışı galiba biz başlattık), Leia ve Han Solo'nun ilk karşılaştıkları sahnede ağlayacak gibi olmak, filmden sonra araya sıkıştırılmış gizli ipuçlarını, mesela kimin kimin çocuğu olabileceğini ve bundan sonraki bölüme dair teorilerimizi ailecek dakikalarca tartışabilmek. Bütün bunlar az şey mi? Mastercard reklamındaki gibi, filmlere puan veririz de, bunların karşılığı "paha biçilmez"...

FRAGMAN

Star Wars: The Force Awakens (2015) on IMDb

Benim Notum: 9 / 10

16 Aralık 2015

Steve Jobs

"Biz daha iki sene önce bir Steve Jobs filmi izlememiş miydik" diye sordu eşim sinemaya gitmek üzere evden çıkarken... "İzlemiştik" dedim, "ama bu kez karşımızda daha iyi oyuncular ve daha iyi bir yönetmen var". İki sene önceki JOBS, bir televizyon filmi havasında başlayıp biten, Ashton Kutcher'ın Jobs'a fiziksel benzerliği dışında elle tutulur bir yanı olmayan, yavan bir işti. Usta bir yönetmen ve tecrübeli bir senaryo yazarının elinden çıkan “Steve Jobs” ise çok daha profesyonelce tasarlanıp çekilmiş bir film. Yönetmen Danny Boyle ve senaryo yazarı Aaron Sorkin, iki sene önceki o yüzeysel filmin yapmak isteyip de beceremediği her şeyi bu kez gerçekleştirmişler. Filmin yandaki afişinde senarist Aaron Sorkin'in adının öne çıkarılması boşuna değil (normalde film afişlerinde senaryo yazarının adı pek geçmez). 1993'te henüz 32 yaşındayken A Few Good Men'i yazan, 2011'de The Social Network ile en iyi senarist Oscar'ını kazanan bu adam müthiş diyaloglar yazmayı çok iyi beceriyor.

Yönetmen Danny Boyle hikayeyi standart bir biyografi şeklinde anlatmak yerine, çok ilginç bir kurguyu tercih etmiş: Tıpkı üç perdeli bir tiyatro oyunu gibi, Steve Jobs'ın 1984, 1989 ve 1999'da gerçekleştirdiği üç ayrı ürün lansmanına gidiyor ve sahne arkasındaki olayları izliyoruz. Bir yandan konferans hazırlıklarını yetiştirmek için telaşlı bir koşuşturmaca yaşanırken, bir yandan da Jobs'ın kuliste eşi, kızı ve eski iş ortaklarıyla diyaloglarına şahit oluyoruz. Bu noktada teknik bir ayrıntı: 1984'teki sahneler 16mm kamera ile, 1988'dekiler 35mm ile ve son olarak 1999 ise dijital kamera ile çekilmiş. Bu ilginç tercih filme görsel bir derinlik kazandırırken, farklı dönemleri, yani oyunun farklı perdelerini, birbirinden ayrıştırabilmemizi de kolaylaştırmış.

Dört dalda Altın Küre ödüllerine aday olan Steve Jobs, diyaloglara dayanan bir film. Bu diyaloglar sayesinde Jobs'ın kariyerini, özel hayatını, insani yönlerini ve duygu dünyasını daha iyi tanıyor ve onu daha iyi anlayabiliyoruz. Danny Boyle diyaloglu sahnelerde nefes nefese ilerleyen bir yakın planlar şovu sunuyor. Başta Michael Fassbender ve Kate Winslet olmak üzere oyuncular da mükemmel performanslarıyla anlatıma katkı veriyorlar.

Çok çok çok beğendim... Bu sene 9 puan verdiğim iki filmden birinin çılgın bir aksiyon (Mad Max: Fury Road), diğerinin ise tamamen konuşmalara dayalı bir yapım olması ise ilginç bir seçki oluşturmuş. Aslında Steve Jobs da bir bakıma "kelimeler için aksiyon filmi". Bana "ne tür filmlerden hoşlanırsın" diye soranlara verdiğim bir cevap var: Bir filmle ilgili beğeni düzeyimi filmin türü belirlemez. "İyi tür" diye bir şey yoktur, iyi yönetmen, iyi senaryo, iyi oyunculuk vardır.


FRAGMAN

Steve Jobs (2015) on IMDb

Benim Notum: 9 / 10



11 Aralık 2015

Bridge of Spies

Steven Spielberg'in bir zamanlar "bir eğlenceli film, bir Oscarlık film" şeklinde özetlenebilecek bir film çekme düzeni vardı. Hatta Jurassic Park ile Schindler's List'i aynı sene içerisinde (1993) çıkarmışlığı da vardır. Son senelerde ise "eğlencelik" kısmında sadece yürütücü yapımcılığı üstlenip yönetmenliği genç arkadaşlara bırakırken, kendisi Lincoln, War Horse gibi Akademi üyelerinin pek seveceği tarzda yapımlara odaklanmış gibi görünüyor. Bridge of Spies da bu kategoriden.

Soğuk savaş yıllarında Amerikalı bir avukat, bir Sovyet casusunu mahkemede savunmakla görevlendiriliyor. Sonrasında da CIA adına doğu Berlin'de yürütülen bir değiş-tokuş pazarlığına dahil oluyor. Gerçek bir hikayeyi perdeye yansıtan Bridge of Spies, Bond tarzı bir casusluk filmi değil, beş dakikada bir hareketli bir sahne, bir kovalamaca, bir patlama, bir çatışma filan olmuyor, hatta hemen hemen hiç aksiyon yok. Coen biraderlerin elinden çıkma senaryoda asıl gerilim konuşmalarda, mahkeme sahnelerinde ve yürütülen pazarlık görüşmelerinde. Bu sahnelerde Spielberg ışık kullanımıyla, kamera açılarıyla ve farklı çekim teknikleriyle bütün maharetini konuşturuyor. Ancak film düz bir çizgide ilerliyor, o eskiden bildiğimiz "Spielberg büyüsü"nü bize pek vermiyor. Kötü bir film mi, asla değil, sinemadan memnun ayrıldım mı, kesinlikle evet. Peki bir kez daha izlemek ister miyim? İşte o biraz şüpheli.

FRAGMAN

Bridge of Spies (2015) on IMDb

Benim Notum: 7 / 10

1 Aralık 2015

The Martian

Bizi Alien (1979) ile, Gladiator ile tanıştırmış bir adamın filmlerine hala sinemalarda gidebiliyoruz, yıl olmuş 2015. Bir kere en başta bu altı çizilmesi gereken özel bir durum, değil mi? Artık 78 yaşına gelmiş olan emektar Ridley Scott, arada Exodus gibi ıskalamaları olsa da, hala ustalığını konuşturabiliyor. 80 yaşını kutlarken de Alien'ın yeni devam filmi Alien: Covenant ile karşımızda olacak, şu an onun çekimleri ile uğraşıyor.

The Martian, bir NASA görevi sırasında öldü sanılarak Mars'ta bırakılan astronot Mark Watney'nin, hiçbir bitkinin yetişmediği, çöllerle kaplı bir gezegende, tek başına hayatta kalma çabalarını anlatıyor. Böyle bir hikayenin çok depresif olması beklenir, ama The Martian öncelikle içerdiği mizah duygusu ve iyimser bakış açısı ile dikkati çekiyor (SONRADAN EDIT: Film "En İyi Komedi" dalında Altın Küre'ye aday oldu!!) Bu havanın yaratılmasında Matt Damon'ın başarılı oyununun katkısı büyük. Ayrıca Jessica Chastain'den Kate Mara'ya, Jeff Daniels'den Sean Bean'e tüm kadro da göz dolduruyor. Yıllar önce Tom Hanks'in oynadığı bir Castaway filmi vardı. Andy Weir’in romanından uyarlanan The Martian'ı da bir çeşit “Mars'taki Castaway” olarak değerlendirmek mümkün. NASA mühendislerinin Mark Watney ile iletişim halinde simülasyon modellerle yaptığı çalışmaları ise Apollo 13'ü hatırlatıyor. Çin'in kurtarıcı olarak senaryoya dahil edilmesi, filmin Asya pazarındaki gişesi için düşünülmüş zorlama bir numara olarak sırıtıyor. En sonda tüm dünya insanlarının -Londra'da Trafalgar meydanında filan- toplanıp dev ekranlardan nefeslerini tutarak Watney'nin akıbetini izlemeleri gibi Independence Day tarzı klişeler ise, aslında çok iyi çekilmiş bir filmin bir üst kademeye yükselmesini engelliyor. Sonuç olarak; müzikleri, görüntüleri, parlak oyuncuları, akıcı diyalogları ve baştan sona pozitif bir tavırla ele alınmış hikayesiyle The Martian akıp gidiyor.

FRAGMAN

  The Martian (2015) on IMDb

Benim Notum: 7,5 / 10