29 Haziran 2010

100. Away We Go

(50 gitti 100 kaldı. "Yılın yarısına geldik ama n'aber?" demeyin, tatilde açığı kapatacağım alimallah.) Doğmak üzere olan bebeklerini nerede yetiştireceklerine karar vermek için bir şehirden diğerine seyahat eden, bu arada da zaman zaman komik, çoğu zaman da tuhaf şahsiyetlerle karşılaşan Burt ve Verona’nın maceraları. "American Beauty" ve "Revolutionary Road"un yönetmeni Sam Mendes bu kez daha küçük, daha "bağımsız film" tadında bir film yapmış. Senaryo yer yer gerçekten güldürmeyi başarıyor. Özellikle Montreal'deki "sevgi böceği" üniversite hocası rolünde Maggie Gyllenhaal'li bölümler harika. Ama onun dışında filmin genelinde bir "kendini gereğinden fazla ciddiye alma" ve herşeye derin anlamlar yükleme havası hakim. Bu da tempoyu zaman zaman çok aşağıya çekiyor. (6,5)

10 Haziran 2010

101. Shrek Forever After

Shrek3'teki hayal kırıklığından sonra, bu son bölüm seriye güzel bir veda olmuş. 2001 yılında hayatımıza giren bu yeşil dev animasyon sinemasına yepyeni bir boyut getirmişti. Masal kahramanlarını yeniden canlandıran öykü çocukların ilgisini çekmeyi başarırken, satır aralarına yerleştirilmiş bazı espriler serinin aslında çocuklardan ziyade yetişkinlere hitap ettiğini düşündürüyordu. Bu son bölümde de Shrek bir orta yaşlı evli erkeğin kimlik bunalımı ile karşı karşıya. Film sona erdiğinde hemen yerinizden kalkmayın, son jenerikte dört bölüm boyunca izlediğimiz ana karakterler serinin akılda kalan şarkıları eşliğinde perdede geçit yapıyorlar, izlemeye değer. (7)

9 Haziran 2010

102. Veda

Veda'nın temel problemi 2 saatlik bir süreye Atatürk'ün doğumundan ölümüne tüm hayatını sığdırmaya çalışması bence. Böyle olunca derinlikli anlatılması gereken birçok ilginç ilişki güme gidiyor. Örneğin, Salih Bozok'un Atatürk'e bağlılığının nasıl geliştiğini hiç anlayamıyoruz. Mustafa Kemal'in çocukluk ve gençliğini oynayan küçük oyuncuların son derece acemice performansları yüzünden ilk 35 dakika boyunca bir türlü filmin içine giremiyoruz. Performans demişken, filmin tüm oyuncu kadrosunda bir "abartılı oynama / rol kesme" zaafı var zaten, ki bu da filme konsantre olmayı zorlaştırıyor. Sonrasında, Fikriye ve Latife bölümlerinde film biraz toparlanır gibi oluyor ve ilgi çekici olmaya başlıyor. Atatürk'ün tüm hayatını resmi tarihe saygı duruşu şeklinde ve belgesel benzeri bir kurguyla anlatmaya çalışmak yerine, sadece Mustafa Kemal - Fikriye - Latife üçlüsüne odaklanmış bir hikaye çok daha başarılı bir film ortaya çıkarabilirdi. (5)

8 Haziran 2010

103. [Rec] 2

İlk filmi izleyenler mutlaka bir hevesle bu devam filminin de başına oturacaklardır. Ancak maalesef Azalan Verim Kanunu (Law of Diminishing Returns) sadece  iktisatta değil, sinemada da geçerli: "Bir filmin sonundaki rakam büyüdükçe, filmin başarısı düşer". Sinema tarihinde bunun sadece bir-iki istisnası vardır; hemen hatırladıklarım The Godfather 2 ve Spiderman 2. Bunlar dışında kural geçerlidir; film adında bir rakam görüyorsanız sakının. Rec2'de de "acaba bu koyundan bir post daha çıkarabilir miyiz?" demişler, ama olmamış. Mekan aynı, çekim yöntemi aynı (el kamerası), kötü adamlar aynı (zombiler) olunca, bari çeşni olsun diye katılan din adamı, şeytan çıkarma, The Exorcist motifleri konuyu sulandırmaktan öte bir işe yaramamış. (6)

4 Haziran 2010

104. [Rec]

Bir televizyon muhabiri ve kameramanın, gece vardiyası boyunca Barcelona itfaiyesi çalışanlarına eşlik etme sevdası, bir evden gelen yardım çağrısı sonrasında korkunç bir kabusa dönüşür. Bu filmin Hollywood versiyonu Quarantine’i daha önce izlemiştim, ama şüphesiz bu İspanyol (daha doğrusu Katalan) orjinali çok daha başarılı ve ürpertici. Son yıllarda korku filmlerinde sıkça kullanılan “el kamerası ile çekim” tekniği (Blair Witch Project, Cloverfield, Paranormal Activity, vs..) ilk kez bu kadar amacına ulaşıyor ve yaratılan gerçeklik hissi gerilimi müthiş arttırıyor. “Korku filmi severim” diyenlerin mutlaka izlemesi gereken bir yapıt. Artık sinemada izleyin diyemeyeceğim, çünkü film 2007 yapımı. Bu yüzden DVD’sini evde geç saatte, karartılmış bir odada ve mümkünse 5+1 ses düzeni ile izleyin. Ama yanınızda biri olsun :)  (8)

105. Romantik Komedi

Çok şey beklenmeden izlenebilecek "Sex and the City" kıvamında bir Türk filmi. Reklam yönetmenliğinden gelen Hakan Kırvavaç, canlı renkler, başarılı dekorlar, göz alıcı mekanlarla reklam estetiğini beyazperdeye taşıyan ve oldukça "şık" görünen bir iş çıkarmış. Mutlaka "Amerikan özentisi" diyenler de çıkacaktır, ama ben eğlendim. Daha önce hiç görmediğim Sedef Avcı'yı ve şimdiye kadar sadece "futbolcu Arda'nın sevgilisi" olarak tanıdığımız Sinem Kobal'ı oldukça başarılı buldum.Cemal Hünal ise maalesef hala Issız Adamı oynamaya devam ediyor. Başta dediğim gibi, çok şey beklenmeden izlenebilecek ve hoşça vakit geçirtecek bir şehir masalı.(7)