28 Eylül 2016

84. Sully


Bir haftadır arka arkaya vasatı aşamayan yapımlarla haşır neşir olduktan sonra, işi bilen bir yönetmenin elinden çıkma bir film izlemek, kızgın kumlardan serin sulara atlamak gibi (no pun intended)... 77 yaşına girmesine rağmen, hala sağlam filmler çekmeye devam eden Clint Eastwood bu kez başrol oyuncusundan da büyük destek alıyor. Lise yıllarımda izlediğim Splash (1984)'ten bu yana yaklaşık elli filmde oynayan, başka bir ifadeyle benim yetişkin sinema seyirciliği hayatımın tamamında gözümün önünde olan Tom Hanks, son yıllarda Meryl Streep'in erkek versiyonu halini aldı: hangi filmde oynasa o filmin en güçlü parçası oluyor, hangi role el atsa bir Oscar adaylığı konuşuluyor. Sully'deki sakin, gösterişsiz, "bakın ben büyük oyuncuyum" demeyen ama etkileyici performansıyla da ödül sezonunda aday listelerinde hiç şüphesiz yerini alacak. 

2009 yılında bizim haber bültenlerimize de yansıyan gerçek bir olayı anlatan filmde, Hanks iki motoru birden arızalanan bir Airbus A320'yi 155 yolcusu ile birlikte, kimsenin burnu bile kanamadan Hudson nehrine indirmeyi başaran kaptan pilot Chesley 'Sully' Sullenberger'i canlandırıyor. Filmde olaylar kronolojik sırayla anlatılmıyor, hikayenin sonunu herkes bildiği için, kazanın ertesi sabahı ile başlıyoruz. Herkes Sully'yi kahramanlığından dolayı tebrik etmektedir, sigorta şirketi ve güvenlik kurulu hariç... Onlar, acaba Sully uçağı nehire değil de, havaalanına indirebilir miydi, yani aslında kahramanlık şöyle dursun, 155 yolcunun hayatının gereksiz yere tehlikeye atıldığı bir sorumsuzluk mu söz konusu, bunu araştırıyorlar. Yürütülen soruşturma boyunca olay günü ile ilgili bazı detaylar öylesine başarıyla veriliyor ki, filmin ortalarına doğru siz de "acaba" demeye başlıyorsunuz. Eastwood, olayı farklı bakış açılarından son derece gerçekçi bir şekilde tekrar tekrar yeniden canlandırırken, tansiyonu yükseltmeyi de başarıyor. Sonunu bilmenize rağmen yine de geriliyorsunuz. "Gerçekçi" demişken, şu küçük detayı eklemeden geçemeyeceğim: Filmlerde bir uçağın içi genelde hep olduğundan daha büyük görünür, çünkü orası aslında gerçek bir uçak değil oluşturulmuş bir settir. Burada ise yönetmen Clint Eastwood, özellikle kabin içinde mekânın darlığını, kalabalığını bire bir yansıtan gerçekçi bir tarz benimsiyor. İlk kez uçağın içi gerçekten bir A320'nin içi... “Sully” senaryosu kadar kurgusu, kamera kullanımı ve görsel efektleriyle de öne çıkan (özellikle nehre iniş ve kabus sahneleri) başarılı bir yapım.


Sully (2016) on IMDb


Benim Notum: 7,5 / 10

27 Eylül 2016

83. Suicide Squad

Eleştirmenlerden aldığı kötü puanlar nedeniyle bu filmi izlemeyi ertelemiştim, birkaç ay sonra evde izlerim diyordum. Ama Amerika'da 8, Türkiye'de 7 haftadır box office listelerinde ilk ondan düşmeyince, bari gösterimden kalkmadan sinemada izleyeyim dedim. Hemen peşinen söyleyeyim, Suicide Squad o kadar da kötü bir film değil. Böyle düşük beklentiyle gitmenin de bu faydası oluyor, çok kötüye kendimi hazırladığım için hayal kırıklığı yaşama ihtimalim azalıyor. Artılar: 1-Deadshot rolünde Will Smith iyi. bu kalabalık kadro içerisinde karakter gelişimi beklemek hayal belki ama, Smith canlandırdığı kiralık katilin içinde birazcık kalmış insanlık kırıntısını başarıyla perdeye yansıtıyor. 2-Harley Quinn rolünde Margot Robbie şaşılacak derecede iyi. Şimdiye kadar daha çok aptal sarışın rollerinde gördüğümüz Avustralyalı aktris, birkaç tahtası eksik Quinn karakteri ile kadroda öne çıkıyor. "Öne çıkıyor" demişken hemen buradan eksilere geçiş yapalım. Filmin tanıtımlarında çok sık görünen ve normalde öne çıkması beklenen Joker, neredeyse filmde hiç yok gibi. Birkaç sahnede "geçiyorken uğruyor" ve bir-iki satır laf ediyor, o kadar. Filmin genel problemi ise şöyle eli yüzü düzgün, sürükleyici bir olay örgüsüne sahip olmaması. Senaryo o kadar sallapati ki, bir süre sonra bu çatlaklar çetesinin başına ne geldiğini umusamıyoruz. Onların bir takım olabileceğine de asla inanmıyoruz. Sonuç olarak Sucide Squad ilginç olmayan bir hikayeyle ve birbirinden kopuk sahnelerle ilerleyen, duygusuz bir özel efekt şovundan öteye gidemiyor.

FRAGMAN

Suicide Squad (2016) on IMDb

Benim Notum: 6 / 10

26 Eylül 2016

82. Neighbors 2: Sorority Rising

İki yıl önceki ilk Neighbors'da, küçük bebekleriyle sakince yaşamaya çalışan Radner ailesi, yanlarındaki evi tutan üniversite öğrenci kulübü üyelerinin çılgın partilerinden kurtulmaya çalışıyorlardı. Bu ikinci filmde ise tek değişen ilk filmdeki erkek öğrenciler yerine bu kez kız öğrencilerin komşu eve taşınması. Gerisi aynı... Yüzelli filmi tamamlayacağız derken arada böyle işkencelere de maruz kalıyoruz mecburen. "Bir daha Seth Rogen filmi izlemeyeceğim" demeye yelteniyorum, ama adam bazen de gidiyor Steve Jobs gibi çok sevdiğim bir filmde de rol alabiliyor. Geriye kalan tüm filmleri ise bol kusmuk/penis/ot içeren tuvalet komedileri. Muhafazakar ya da aşırı ahlakçı filan da değilim ama, "acaba edepsizlikte sınırları ne kadar zorlayabiliriz" motivasyonu bir senaryonun ana eksenini oluşturuyor ve anlatılan hikayenin önüne geçiyorsa, çok da keyif alamıyorum o filmden.

FRAGMAN

Neighbors 2: Sorority Rising (2016) on IMDb

Benim Notum: 3 / 10

25 Eylül 2016

81. Barbershop: The Next Cut

Chicago'nun "south side" denilen kesiminde babadan kalma berber dükkanını işletmeye devam eden Calvin, bir yandan da oğlunu mahallede tırmanan çete şiddetinden uzak tutmaya çalışıyor. Barbershop filmlerinin üçüncüsü, tıpkı ilk iki filmde olduğu gibi zenci mizahı diyebileceğimiz ve benim pek sevemediğim bir komedi türüne yaslanıyor. Bir salona doluşmuş on-onbeş kişi neredeyse tüm film boyunca bir tiyatro sahnesindeymiş gibi monologları sıralayıp duruyorlar. Film bittiğinde kendinizi -pek de komik olmayan- bir sitcom'un üç bölümünü arka arkaya izlemiş gibi hissediyorsunuz. Gevezelik bölümlerini çıkarıp, sokak çeteleri ile ilgili dram kısmını arttırsalar sanki daha iyi bir film çıkacakmış ortaya.

FRAGMAN

Barbershop: The Next Cut (2016) on IMDb

Benim Notum: 4,5 / 10

24 Eylül 2016

80. Criminal

Criminal yıllar önceki Face/Off'u hatırlatan bir hikaye çerçevesinde, öldürülen bir CIA ajanının hafızasının tehlikeli bir suçlunun zihnine aktarılmasını konu alıyor. Bir alttaki başlıkta Mel Gibson için söylediklerim kısmen burada Kevin Costner için de tekrarlanabilir. Yıllardır Dances With Wolves'daki ışıltısını arayan, ama oynadığı vasat filmlerdeki, hep aynı mülayim adam kişiliği ile bir türlü o günlere dönemeyen Costner, çok farklı bir role soyunup sadist bir katili canlandırdığı Criminal'da bence uzun zamandır en iyi performansını sergiliyor. Ama filmin geri kalanı için aynı övgü dolu sözleri söyleyebilmek mümkün değil. Elinde ilginç bir çıkış fikri ve Gary Oldman, Tommy Lee Jones, Ryan Reynolds gibi her yönetmenin ağzının suyunu akıtacak bir kadro olmasına rağmen, İsrailli yönetmen Ariel Vromen bu malzemeden olması gerektiği gibi çok iyi bir ziyafet çıkaramamış. Senaryodaki mantık hataları bir süre sonra sürükleyici olabilecek bir konunun önüne geçiyor ve filmden alınan keyfi zedeliyor. Boş bir günde vakit geçirmek için izlenebilir.

FRAGMAN

Criminal (2016) on IMDb

Benim Notum: 6 / 10

23 Eylül 2016

79. Blood Father

Hoşgeldin Mel Gibson!.. Son yıllarda Expendables 3, Machete Kills gibi ikinci sınıf aksiyon filmlerindeki kötü adam rolleriyle güzelim kariyerinin üstüne sifonu çekecekmiş gibi görünen Avustralyalı aktör, bence 2002'deki Signs'dan beri en iyi performansıyla nihayet kendine geliyor. Fransız yönetmen Jean- François Richet imzalı Blood Father, 17 yaşındaki kızını suç çetelerinin elinden kurtarmaya çalışan bir babanın öyküsünü anlatıyor. Hikayeyi duyunca, bunu Taken tarzı bir aksiyon gibi düşünmemek lazım. Blood Father, daha çok hapisten yeni çıkmış alkol bağımlısı bir babanın, yıllardır görmediği ve kendisinden belki de daha kötü durumdaki kızı ile yeniden bir bağ kurma çabasını anlatan aksiyon soslu bir dram. Orta bölümlerinde temposu düşse de, Gibson hatırına izlenebilecek düşük bütçeli ama kişilikli bir yapım.

FRAGMAN

Blood Father (2016) on IMDb

Benim Notum: 6,5 / 10


22 Eylül 2016

78. Me Before You

Çok zengin, yakışıklı, iyi eğitimli ve sportmen genç bir iş adamı, geçirdiği trafik kazası sonucu felç oluyor. Onun bakıcılığını yapmak üzere işe alınan fakir ama her daim neşeli genç kız ise onu hayata tutundurmaya çalışıyor. Me Before You, daha beşinci dakikasında filmin geri kalanında neler olacağını sahne sahne tahmin edebileceğiniz, hedef kitlesi ve niyeti çok belli bir melodram. Sevgilileri ile sinemaya gelmiş genç kızlar göz yaşlarını tutamasınlar diye her şey düşünülmüş. Öyle ki, biri yetmez belki diye, bir değil iki tane Ed Sheeran şarkısı (Thinking Out Loud ve Photograph) bile var filmde. Aslında bu tür romanslara kategorik olarak karşı değilim, çok sevdiğim romantik hikayeler de vardır. Ama keşke şu başroldeki Emilia Clarke'ın sürekli otuz iki dişini gösteren abartılı "sevgi böceği" halleri olmasaydı...  

FRAGMAN

Me Before You (2016) on IMDb

Benim Notum: 5 / 10

9 Eylül 2016

77. Don't Breathe


Bu yaz "iyi korku filmleri" sezonu oldu. Önce muhteşem The Conjuring 2, sonra mütevazı ama ilginç Lights Out, şimdi de Sam Raimi'nin himayesinde genç Uruguaylı yönetmen Fede Alverez'den Don't Breathe. Diğer ikisinden farklı olarak, bu kez ruhlarla cinlerle değil de, insanoğlunun içindeki kötülük ve şiddetle haşır neşir oluyoruz. Detroit'te yaşayan işsiz güçsüz üç genç, zengin olma hayaliyle kör ve yaşlı bir adamın evini soymaya kalkıyorlar, ama geceyarısı eve girdikten sonra kör adamın sandıkları kadar aciz ve savunmasız olmadığını kötü bir tecrübe yaşayarak görüyorlar. "Nefesini Tut" isminin ne kadar uygun bir başlık olduğunu filmi izleyince görüyorsunuz. Üç yıl önce Evil Dead remake'i ile dikkatimizi çeken yönetmen Fede Alverez, karanlık bir dünyada seslerin öne çıkması konseptini film boyunca çok iyi kullanmış. Sinemada filmi izlerken birçok sahnede tıpkı filmdeki oyuncular gibi kendimi nefesimi tutmuş bir şekilde beklerken buldum. Sanki nefes alırsam perdedeki kötü adam beni de duyacakmış gibi... Neredeyse tamamı tek bir mekanda, bir evin içinde geçen filmde, yönetmen Alverez kamera hareketleri ve çok başarılı bir ses miksajıyla seyirciye o evin içerisindeymiş hissini veriyor. Kaçma, saklanma ve kovalamacanın bizde yarattığı stres filmin son sahnesine kadar bitmiyor. Demek ki, bu umut vaad eden Uruguaylı başarılı yönetmeni takip etmeye devam edeceğiz.

FRAGMAN

Don't Breathe (2016) on IMDb

Benim Notum: 7,5 / 10

8 Eylül 2016

76. Star Trek Beyond

Yeni nesil Star Trek filmlerinin ilk ikisini (Star Trek 2009 ve Into Darkness 2013) J.J.Abrams çekmişti. Abrams o filmlerin PR kampanyaları sırasında "ben aslında Trekkie değilim, Star Wars'cuyum" diye birkaç kere utana sıkıla itiraf etmişti. Sonunda çocukluk rüyasına kavuştu ve geçen sene Star Wars'un gönüllerimizi şenlendiren yeni epizodunu çekme şerefine nail oldu. Star Trek'teki yönetmen koltuğunu ise Fast and Furious'lardan tanıdığımız Justin Lin'e devretti. Star Trek Beyond iyi bir yaz aksiyonu. Ancak kabul etmek gerekir ki, bu son halka Abrams'ın yönettiği ilk iki filmdeki yaratıcılığa ve mizah duygusuna sahip değil. Justin Lin, Star Trek'in 50.yaşını kutladığı bir senede Atılgan'ın mürettebatına ve orjinal televizyon dizisine bir saygı duruşunda bulunmak istemiş. Öyle ki, hem oyuncular arasındaki diyaloglar hem de olay akışı, ilk iki filme göre, yıllar önceki Uzay Yolu dizisini çok daha fazla hatırlatıyor. Sanki diziden bir bölümün yüksek bütçeli genişletilmiş bir versiyonunu izliyoruz. Bu iyi bir şey mi tam emin değilim, ama orjinal diziyi sevenlerin nostaljik tadlar alacağı kesin.

FRAGMAN

 Star Trek Beyond (2016) on IMDb
 
Benim Notum: 7 / 10

6 Eylül 2016

75. Daddy's Home

1990’ların ortalarında televizyon programı “Saturday Night Live”da parlayan Will Ferrell, kendi kuşağının en yetenekli ve uzun soluklu komedyenlerinden biri. “Anchorman” gibi parlak filmleri bir yana, ben onu özellikle Oscar ve Altın Küre gibi ödül törenlerinde, konuk sunucu olarak sahneye çıkıp yaptığı kısa şovlarda pek komik bulurum. Ferrell bu kez, iki üvey çocuğunun sevgisini kazanmak ve kendini baba olarak kabul ettirmek için elinden geleni yapan Brad Whitaker karakterini canlandırıyor. Tam çocuklarla bir bağ kurmaya başladığı sırada deri ceketli, motosikletli biyolojik baba Dusty Mayron (Mark Wahlberg) çıkıp geliyor ve iki erkek arasında “kim daha iyi baba” rekabeti başlıyor. Sean Anders'ın yönettiği film başroldeki iki yetenekli aktörünün potansiyellerini tam olarak kullanamamış maalesef. Daddy's Home birkaç sahnesinde gerçekten güldürmeyi başarsa da (Ferrel'ın kaykay ve motosiklet üzerinde ya da basketbol sahasında yaptığı sakarlıklar) bu komik anlar sadece düşme kalkmalarla kısıtlı kalıyor; filmin genelinde elle tutulur düzgün bir senaryo yok. Aşağıdaki iki buçuk dakikalık fragmanı izlediğinizde, neredeyse filmdeki bütün komik sahneleri de görmüş oluyorsunuz. Sadece iflah olmaz Will Ferrel hayranlarına tavsiye edilebilecek vasat bir komedi.

FRAGMAN

Daddy's Home (2015) on IMDb

Benim Notum: 5 / 10

4 Eylül 2016

74. Krampus

Biz sadece Noel Baba'yı bilirdik, meğer onun bir de anti-tezi varmış. Özellikle orta Avrupa'da (Almanya, Avusturya, Macaristan, vesaire) yaygın olan bir inanışa göre, Noel zamanı Noel Baba iyi çocuklara hediyeler dağıtırken, onun korkutucu yol arkadaşı Krampus da kötü çocuklara cezalar verirmiş. Bizdeki "seni iğneci teyzelere veririm" misali, Avrupa'da da "uslu durursan Noel Baba, uslu durmazsan Krampus gelir" diye korkuturlarmış çocukları. İşte kakara kikiri bir Christmas hikayesi gibi başlayan filmimiz, evin küçük oğlu Max'in "hay lanet olsun böyle yılbaşına" tarzı çemkirmeleri sonucu Krampus'un teşrif etmesiyle bildiğin korku filmine dönüşüyor. Yıllar öncesinden Gremlins'e benzeyen olay örgüsünde, PG-13'ün sınırlarını zorlayan dehşet sahneleri beklentilerin üzerine çıksa da, filmin temel problemi bu dehşete maruz kalan ailenin sevilir bir yanının olmaması. Hele öyle sinir bozucu bir enişte var ki, "Krampus şunu halletse de kurtulsak" diyorsunuz.    

FRAGMAN

Krampus (2015) on IMDb

Benim Notum: 6 / 10

3 Eylül 2016

73. Nerve

Tam da Pokemon Go çılgınlığının zirve yaptığı bir dönemde, akıllı telefon ve sosyal medya çağının tehlikelerine dikkat çeken Nerve sinemalarımızda. Julia Roberts’ın yeğeni Emma Roberts'ın başrolde oynadığı film, isteyen herkesin akıllı telefonlarıyla katılabildiği “Nerve” adlı hayali bir online oyun etrafında şekilleniyor. Oyuna girişte "Oyuncu" ya da "Gözcü" olmayı seçiyorsunuz. Oyuncular kendilerine verilen görevleri yaparak para kazanırken, Gözcüler de para ödeyerek onları seyrediyor. Amerikan gençliğinin yabancısı olmadığı “truth or dare" (gerçek ya da cesaret) oyununun “dare” kısmını temel alan bir oyun bu. Yabancı biriyle öpüşmek, sokaklarda iç çamaşırlarıyla dolaşmak gibi zorlayıcı görevler giderek ciddileşiyor, hatta tehlikeli ve kriminal bir hal almaya başlıyor. "Şöyle hızlı, tempolu ve eğlenceli bir şeyler izleyelim" diyenleri tatmin edebilecek bir yapım Nerve. Ancak perdede gördüklerinizde biraz mantık, biraz gerçeklik aradığınızda hikaye fıslamaya başlıyor. Örneğin, bu kadar tehlikeli ve illegal olduğu belli olan bir oyun neden hemen yetkililerce kapatılmaz, bunu sorgulamamanız gerekiyor. Filmin flöresan görüntülerine eşlik eden elektronik müzik başlarda ilginç gelirken, yönetmenlerin (filmin iki yönetmeni var) "her sahneye bir müzik bulalım" takıntısı filmi giderek uzun bir video-klip haline dönüştürüyor. Sonuç olarak, Roberts-Franco ikilisinin uyumuyla ve renkli görüntüleri ile ayakta kalan Nerve daha çok smartphone jenerasyonu için tasarlanmış gibi görünen, hızla tüketilebilecek bir eğlencelik; beyninizin açma-kapama düğmesini kapalı konuma getirmek şartıyla...

FRAGMAN

Nerve (2016) on IMDb

Benim Notum: 6,5 / 10