Son bir senedir sinema salonunda izlediğim ikinci film olan Shang-Chi and the Legend of the Ten Rings, Marvel sinematik evrenindeki yeni fasılın başlangıcını temsil ediyor. Dört haftadır Amerika gişe hasılatı listesinin zirvesinde yer alan (Türkiye box office listesinde de iki hafta bir numarada kaldı) filmi iki bölüme ayırarak değerlendirmek lazım. Filmin ilk yarısı Marvel filmlerinde şimdiye kadar gördüğümüz en başarılı aksiyon sahnelerini bize sunuyor. Bu ilk bölümde müthiş bir koreografi ile oluşturulmuş uzakdoğu dövüş sanatlarını içeren sahneler adeta bir baleyi andırıyor. Sürekli titreyen bir kamera yerine, kimin ne yaptığını rahatlıkla seçebildiğimiz geniş plan çekimler 70'lerin Bruce Lee filmlerini ya da daha yakın zamanlardan Crouching Tiger Hidden Dragon'u hatırlatıyor.
Daha önce The Glass Castle ve Just Mercy gibi çok daha düşük bütçeli, karakter ağırlıklı filmlerle tanıdığımız yönetmen Destin Daniel Cretton, Shang-Chi'de de aslında işleri basit tuttuğunda ve ayakları yere basan bir hikaye anlattığında daha başarılı sonuçlar alıyor. İkinci yarıda ise -artık stüdyonun zorlamasıyla mıdır bilinmez- film o güzelim koreografili yumruk yumruğa dövüş sekanslarını bir kenara bırakıp klasik Marvel formülünü uygulamaya karar veriyor. Bu bölümde bol bilgisayar efektli, bol uçan kaçan yaratıklı, bol patlamalı çatlamalı sahneler filmin özgünlüğünü de bir nebze zedeliyor.
İkinci yarıdaki hafif düşüşe rağmen sinemadan memnun ayrıldım. Tıpkı filmde canlandırdığı Shang-Chi (ya da Shaun) karakteri gibi kendisi de küçük yaşta Çin'den Amerika'ya göç etmiş Simu Liu yepyeni bir aksiyon yıldızı olarak parlıyor. Tamamı Asya kökenli oyunculardan oluşan bu yetenekli kadronun Marvel evreninde bundan sonra neler yapacağını merakla bekliyorum.
Benim Notum: 7,5 / 10
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder