6 Ocak 2016

1. In the Heart of the Sea

Bu sene izlediğim ilk film In the Heart of the Sea, 1820 yılında geçen ve meşhur Moby Dick romanının yazılmasına esin kaynağı olmuş gerçek bir olayı anlatıyor. Önceleri Jaws benzeri bir "sen mi yaman ben mi yaman" hesaplaşması olacak gibi görünen senaryo, sonra rota değiştiriyor ve Pasifik Okyanusu'nun ortasında yaşanan bir hayatta kalma mücadelesine dönüşüyor. Ha şimdi hareketlendi, şimdi hareketlenecek derken, dev balinanın göründüğü dört-beş dakika dışında film bir türlü hareketlenmiyor ve dakikalar boyunca denizin ortasında kayıklarda sallanıp duran aç susuz adamları izliyoruz. O andan itibaren de "biz bu okyanus ortasında hayatta kalma hikayesinin alasını üç sene evvel Life of Pi'da izlememiş miydik" sorusu beynimizi kemirmeye başlıyor. Üstelik bu filmde karakter gelişimi safhası cılız kaldığı için, sandaldaki adamların hayatta kalıp kalmamaları bizi çok da fazla ilgilendirmiyor. Filmin karanlık gri renk paleti ve sıkışık görüntüsü sürekli bir stüdyo ortamında olduğumuzu hissettiriyor ve o hedeflenen açık denizlerde epik macera duygusunu bir türlü seyirciye geçiremiyor. Kameranın arkasında Ron Howard gibi çok usta bir yönetmen (Apollo 13, A Beautiful Mind, Rush) olmasına rağmen, beklentilerin tam olarak karşılandığını söylemek zor. Filmin başlarında, Essex gemisinden sağ kurtulan Nickerson karakteri, olayları büyük bir hevesle dinlemeye gelen yazar Herman Melville’e "hayal kırıklığına uğrayacaksın" derken sanki ironik şekilde seyirciye de bir mesaj veriyor. Yine de çok fazla yerden yere vuruyor gibi olmayayım, Ron Howard’ın özellikle balina avı ve fırtına sahnelerinde gerçekten seyre değer bir iş çıkardığını da söylemek lazım.

FRAGMAN

In the Heart of the Sea (2015) on IMDb

Benim Notum: 6 / 10

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder