Tesadüf, tam bir sene önce, 27 Şubat 2012'de bu blogda "Fetih 1453" için yazdığım yazıyı şu cümlelerle bitirmişim: "Yatırılan paraların fazlasıyla geri dönmesi, yüksek bütçeli yeni prodüksiyonlar konusunda yapımcıları iştahlandıracaktır. Bunu da son tahlilde Türk sinema endüstrisi için olumlu bir gelişme olarak kabul etmek lazım. Belki bundan sonraki yüksek bütçeli yapımlarda teknik üstünlüğün yanısıra biraz zeka pırıltısı da olur". İşte Yılmaz Erdoğan'ın 11 milyon TL bütçeli son filmi tam da bunu beceriyor: Kelebeğin Rüyası tüm teknik departmanlarda dünya standartlarını -yakalamayı bırakın- epey bir geçmeyi başarırken, oyunculukları ve hikayesiyle de "harcanan her kuruş helal olsun" dedirtiyor.
1941 yılının Zonguldak'ında yoksulluk ve dönemin illeti verem hastalığı ile boğuşan iki genç şairin oldukça hüzünlü hikayesini anlatan Kelebeğin Rüyası, fragmanını gördüğüm ilk andan itibaren görüntülerine vurulduğum bir filmdi. Filmin kendisi de beklentilerimi hiç yanıltmadı. Daha açılışta, madendeki o kesintisiz 4 dakikalık tek plan çekimle birlikte "n'oluyoruz, nereye geldik, bu hakkaten bir Türk filmi mi?" diyorsunuz. Sonrasında da film görselliğiyle izleyiciyi tereddütsüz sarıp sarmalıyor. Görsellikte filmin çıtayı bu kadar yükseğe koymasını sağlayan şüphesiz ki usta sinematograf Gökhan Tiryaki’in varlığı. "Bir Zamanlar Anadolu’da” ve “Dedemin İnsanları” gibi filmlerin vazgeçilmez görüntü yönetmeni Tiryaki’nin bu kusursuz atmosferi yaratmadaki payı büyük.
Peki ya Kıvanç Tatlıtuğ'a ne demeli? Bir zamanlar Best Model of the World seçilerek magazin basınının radarına giren bu genç adam, televizyonda Gümüş ve Behlül (Aşk-ı Memnu) olduğu dönemlerde -genç kızların hayranlığı dışında- açıkçası pek de ciddiye alınmıyordu. İlk olarak Kuzey Güney dizisindeki performansıyla "bunda iş var galiba" dedirten Tatlıtuğ, Muzaffer rolü ile yılların önyargısını yıkarak oyunculuktaki rüştünü herkese ispat ediyor. Rolü için geçirdiği fiziksel değişim bir yana, o solgun, hastalıklı şairi canlandırırken sergilediği üstün performanstan sonra artık kimsenin kalkıp da Tatlıtuğ’a "hoş ama boş manken çocuk" muamelesi yapması mümkün değil. Oyunculuklar demişken, Farah Zeynep Abdullah'ın da tam bir keşif olduğunu eklemeliyim.
Geçen Pazar günü Oscar ödülleri verildiğine göre, bir sonraki Oscar törenine önümüzde tam bir yıl var. Kelebeğin Rüyası gerek dramatik yapısı, gerek sanat yönetimi ile "ben Oscarlık filmim" diye bas bas bağıran bir yapım. Bana birçok karesi ile 1988'in Cinema Paradiso'sunu anımsattı mesela. Yılmaz Erdoğan ve ekibi en iyi yabancı film kategorisinde Türkiye'ye akademi ödülleri tarihindeki ilk adaylığını getirirse benim için sürpriz olmaz. (Aralık ayında GÜNCELLEME: Kelebeğin Rüyası Türkiye'nin Oscar aday adayı oldu, ama kısa listeye giremedi.) (9)
1941 yılının Zonguldak'ında yoksulluk ve dönemin illeti verem hastalığı ile boğuşan iki genç şairin oldukça hüzünlü hikayesini anlatan Kelebeğin Rüyası, fragmanını gördüğüm ilk andan itibaren görüntülerine vurulduğum bir filmdi. Filmin kendisi de beklentilerimi hiç yanıltmadı. Daha açılışta, madendeki o kesintisiz 4 dakikalık tek plan çekimle birlikte "n'oluyoruz, nereye geldik, bu hakkaten bir Türk filmi mi?" diyorsunuz. Sonrasında da film görselliğiyle izleyiciyi tereddütsüz sarıp sarmalıyor. Görsellikte filmin çıtayı bu kadar yükseğe koymasını sağlayan şüphesiz ki usta sinematograf Gökhan Tiryaki’in varlığı. "Bir Zamanlar Anadolu’da” ve “Dedemin İnsanları” gibi filmlerin vazgeçilmez görüntü yönetmeni Tiryaki’nin bu kusursuz atmosferi yaratmadaki payı büyük.
Peki ya Kıvanç Tatlıtuğ'a ne demeli? Bir zamanlar Best Model of the World seçilerek magazin basınının radarına giren bu genç adam, televizyonda Gümüş ve Behlül (Aşk-ı Memnu) olduğu dönemlerde -genç kızların hayranlığı dışında- açıkçası pek de ciddiye alınmıyordu. İlk olarak Kuzey Güney dizisindeki performansıyla "bunda iş var galiba" dedirten Tatlıtuğ, Muzaffer rolü ile yılların önyargısını yıkarak oyunculuktaki rüştünü herkese ispat ediyor. Rolü için geçirdiği fiziksel değişim bir yana, o solgun, hastalıklı şairi canlandırırken sergilediği üstün performanstan sonra artık kimsenin kalkıp da Tatlıtuğ’a "hoş ama boş manken çocuk" muamelesi yapması mümkün değil. Oyunculuklar demişken, Farah Zeynep Abdullah'ın da tam bir keşif olduğunu eklemeliyim.
Geçen Pazar günü Oscar ödülleri verildiğine göre, bir sonraki Oscar törenine önümüzde tam bir yıl var. Kelebeğin Rüyası gerek dramatik yapısı, gerek sanat yönetimi ile "ben Oscarlık filmim" diye bas bas bağıran bir yapım. Bana birçok karesi ile 1988'in Cinema Paradiso'sunu anımsattı mesela. Yılmaz Erdoğan ve ekibi en iyi yabancı film kategorisinde Türkiye'ye akademi ödülleri tarihindeki ilk adaylığını getirirse benim için sürpriz olmaz. (Aralık ayında GÜNCELLEME: Kelebeğin Rüyası Türkiye'nin Oscar aday adayı oldu, ama kısa listeye giremedi.) (9)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder