Yaz sezonunda sinemalarda doğru dürüst film olmayınca, evde geçmiş senelerden kalan eksiklerimi kapatıyorum. Criticker.com sitesinde "2010'lu yılların en popüler 100 filmi" listesindeki filmlerin 99'unu gördüğümü fark edince, görmediğim tek filmi de temizleyip tulum çıkarmak şart oldu.
Terrence Malick çok kendine özgü bir yönetmen. Ortalama beş yılda bir film çekiyor ve çekti mi de bütün Hollywood yıldızları onun filminde oynamak için sıraya giriyor. 2011 yapımı The Tree of Life'da da Brad Pitt, Sean Penn ve Jessica Chastain gibi A sınıfı yıldızlar bir araya gelmiş. Ancak "Brad Pitt ve Sean Penn varmış, mutlaka izleyelim kız" diye ekran başına geçenler, eminim küçük bir şok yaşamışlardır. Çünkü bu son derece kişisel, had safhada içe dönük bir film. Her ne kadar o yıl Cannes'da Altın Palmiye ödülü almış olsa da, hatırlıyorum, film gerek eleştirmenleri gerekse seyirciyi ikiye bölmüştü. "Yılın en iyi filmi" diyenler de oldu, "nefret ettim" diyenler de. Ben biraz ortalarda bir yerdeyim.
Filmin konusunu anlatmak zor ama bir deneyeyim: Orta yaş bunalımı geçirmekte olan, hali vakti yerinde bir iş adamı Jack (Sean Penn) sık sık çocukluğuna geri dönüyor ve 50'li yıllarda Teksas'ın bir kasabasında babası (Brad Pitt) annesi (Jessica Chastain) ve iki erkek kardeşi ile geçirdikleri günleri hatırlıyor. Ailenin yaşadığı büyük bir trajedi sonrasında hem küçük Jack hem de özellikle anne Tanrı'yı, doğayı ve hayatı sorgulamaya başlıyor. İşte bu noktada Terrence Malick "en başta bir toz bulutu vardı" diyor ve bize resmen evrenin doğuşunu gösteriyor. Yanlışlıkla National Geographic kanalına geçtiğimizi düşündüğümüz o 20 dakika boyunca, uzayı, okyanusları, ormanları, şelaleleri ve dinozorları (evet evet dinozorları) izliyoruz. Sonrasında film Jack'in babasıyla ilişkilerine dair kısa kısa kliplerden oluşan bir montaj şeklinde devam ediyor.
Şimdi böyle makaraya alınca filmi sevmeyenler arasında olduğum düşünülebilir. Aslında tuhaf bir şekilde sevdim. Bir kere Terrence Malick görsel yönü çok kuvvetli bir sinemacı. Filmi izledikten sonra o muhteşem görüntüler ve müzikler uzunca bir süre aklınızdan çıkmıyor, neden olduğunu bilmeden etkileniyorsunuz. Bir operadan ya da çok güzel resimlerle dolu bir sanat galerisinden çıkmış gibi hissediyorsunuz. Beynimizin sağ tarafını bol bol çalıştırmamızı sağlayan, mantığımızdan ziyade sezgilerimize seslenen bir sanat eseri The Tree of Life.
Benim Notum: 7 / 10
Terrence Malick çok kendine özgü bir yönetmen. Ortalama beş yılda bir film çekiyor ve çekti mi de bütün Hollywood yıldızları onun filminde oynamak için sıraya giriyor. 2011 yapımı The Tree of Life'da da Brad Pitt, Sean Penn ve Jessica Chastain gibi A sınıfı yıldızlar bir araya gelmiş. Ancak "Brad Pitt ve Sean Penn varmış, mutlaka izleyelim kız" diye ekran başına geçenler, eminim küçük bir şok yaşamışlardır. Çünkü bu son derece kişisel, had safhada içe dönük bir film. Her ne kadar o yıl Cannes'da Altın Palmiye ödülü almış olsa da, hatırlıyorum, film gerek eleştirmenleri gerekse seyirciyi ikiye bölmüştü. "Yılın en iyi filmi" diyenler de oldu, "nefret ettim" diyenler de. Ben biraz ortalarda bir yerdeyim.
Filmin konusunu anlatmak zor ama bir deneyeyim: Orta yaş bunalımı geçirmekte olan, hali vakti yerinde bir iş adamı Jack (Sean Penn) sık sık çocukluğuna geri dönüyor ve 50'li yıllarda Teksas'ın bir kasabasında babası (Brad Pitt) annesi (Jessica Chastain) ve iki erkek kardeşi ile geçirdikleri günleri hatırlıyor. Ailenin yaşadığı büyük bir trajedi sonrasında hem küçük Jack hem de özellikle anne Tanrı'yı, doğayı ve hayatı sorgulamaya başlıyor. İşte bu noktada Terrence Malick "en başta bir toz bulutu vardı" diyor ve bize resmen evrenin doğuşunu gösteriyor. Yanlışlıkla National Geographic kanalına geçtiğimizi düşündüğümüz o 20 dakika boyunca, uzayı, okyanusları, ormanları, şelaleleri ve dinozorları (evet evet dinozorları) izliyoruz. Sonrasında film Jack'in babasıyla ilişkilerine dair kısa kısa kliplerden oluşan bir montaj şeklinde devam ediyor.
Şimdi böyle makaraya alınca filmi sevmeyenler arasında olduğum düşünülebilir. Aslında tuhaf bir şekilde sevdim. Bir kere Terrence Malick görsel yönü çok kuvvetli bir sinemacı. Filmi izledikten sonra o muhteşem görüntüler ve müzikler uzunca bir süre aklınızdan çıkmıyor, neden olduğunu bilmeden etkileniyorsunuz. Bir operadan ya da çok güzel resimlerle dolu bir sanat galerisinden çıkmış gibi hissediyorsunuz. Beynimizin sağ tarafını bol bol çalıştırmamızı sağlayan, mantığımızdan ziyade sezgilerimize seslenen bir sanat eseri The Tree of Life.
Benim Notum: 7 / 10
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder