26 Ekim 2015

Black Mass

Mafya ile FBI arasındaki tehlikeli ilişkileri anlatan Black Mass'de Johnny Depp, Boston’lu ünlü organize suç çetesi lideri James “Whitey” Bulger'ı canlandırıyor. Transcendence, Mortdecai, Dark Shadows, vesaire gibi seri felaketlerden sonra Johnny Depp'in son yıllardaki en iyi performansı olduğuna şüphe yok. Ancak hikaye çok düz bir şekilde anlatılmış ve duygusal olarak filme bağlanmak zor. Belki de bunun nedeni filmde kendinizi özdeşleştirebileceğiniz bir baş kahramanın, bir "esasoğlan"ın olmaması. Çünkü hikayede hemen hemen herkes kötü. Yönetmen Scott Cooper bu anlamda Black Mass'ten bir Goodfellas yaratmaya çalışmış ama Scorcese'nin klasiğinde diyaloglar ve karakterler o kadar iyi yazılmıştır ki baştan sona ilgiyle izlersiniz. Burada ise Johnny Depp'in döktürdüğü sahneler dışında hikaye çok sığ ilerliyor. Sadece Depp'in yeniden aktörlüğe dönüşünü kutlamak için izlenebilir.

FRAGMAN

Black Mass (2015) on IMDb

Benim Notum: 6,5 / 10

23 Ekim 2015

The Intern

Yetmiş yaşını aşmış dul ve emekli Ben Whittaker (Robert De Niro) yaşlı vatandaşlar için başlatılmış özel bir stajyerlik programına başvuruyor ve bir e-ticaret firmasının genç ve işkolik patronu Jules Ostin’in (Anne Hathaway) asistanı oluyor. Temelde gençlerin hayata bakışı ile yaşlıların hayata bakışını karşılaştıran The Intern, "feel-good" komedilerin kraliçesi Nancy Myers tarafından yazılmış ve yönetilmiş. "Tecrübenin asla yaşlanmayacağı” ana fikri üzerinde dolaşan senaryo, aslında hem iş hayatına hem de aile hayatına dair hoş mesajlar da içeriyor. Robert De Niro, “mütevazı bir ekip oyuncusu” olarak hayatın içinden gelen, kendi halinde bir emekli rolünde filme çok şey katmış. Klişeler batağına saplanma riskine sahip film, De Niro sayesinde suyun üzerinde kalmayı başarıyor ve belli ölçüde bir ilgiyi hak ediyor. Çok şey beklememek kaydıyla keyifle izleyeceğiniz bir yaş ve kuşak çatışması, başarı ve mutluluk arama hikayesi.

FRAGMAN

The Intern (2015) on IMDb

Benim Notum: 7 / 10

21 Ekim 2015

Amy

Hikayenin sonunu bilmenize rağmen sizi derin bir hüzne sürükleyecek kadar etkili bir yapım Amy. 27 yaşında alkol zehirlenmesi sebebiyle hayatını kaybeden, çağımızın en yetenekli soul ve caz divalarından Amy Winehouse'un belgeselini, gerçek yaşam öykülerini aktarmadaki ustalığını daha önce Senna ile ispatlamış Asif Kapadia yönetmiş. Kapadia tıpkı Senna'da olduğu gibi yine takdirlere şayan bir arşiv çalışması yapmış. Filmin neredeyse tamamı gerçek haber görüntüleri ve amatör kamera çekimlerinden oluşuyor. Sonradan eklenen yeni bir çekim ya da olayları anlatan bir dış ses yok. Bu da filme müthiş bir otantisite katmış. Anlatılan dönemin 2004-2011 yılları arası olması, yani hemen hemen herkesin elinde kameralı bir cep telefonu taşıdığı bir çağa denk gelmesi, ironik bir şekilde bu genç kız hakkında şaşırtıcı derecede fazla video kaydına sahip olmamızı sağlamış. Bu sayede gerçek görüntüler eşliğinde Amy'nin dokunaklı kişisel hikayesini izlerken, bir yandan da çok iyi bildiğimiz Amy şarkılarının arkasındaki hikayelere birinci elden şahit olma imkanı buluyoruz. Asif Kapadia’nın belgeseli büyük bir müzisyenin yanı sıra, küçük bir kızın hayatını da anlatıyor bize. En saf, en acı, en dokunaklı haliyle. Uzun zamandır kalbime bu kadar dokunan bir belgesel izlememiştim. Kapanışı Amy ile yapalım: şuraya tıklayınız.

FRAGMAN

Amy (2015) on IMDb

Benim Notum: 8,5 / 10

19 Ekim 2015

The Walk

6 Ağustos 1974 sabahı New York'taki Dünya Ticaret Merkezi'nin iki kulesi arasına gerdiği tel üzerinde "korsan" bir yürüyüş yapan Fransız ip cambazı Philippe Petit'nin gerçek hikayesi öncelikle CGI efektleri ile dikkati çekiyor. 11 Eylül saldırılarında yerle bir olmuş bu devasa kuleler tüm film boyunca sanki bir başrol oyuncusu gibi gözümüzün önünde arz-ı endam ediyorlar ve hiçbir karede bu binalar bilgisayarda yeniden yaratılmış gibi görünmüyor. Filmin son bölümündeki yürüyüş sahnelerindeki 3D kullanımı da gerçekten nefes kesici, yükseklik korkusu olanlar izlerken kasılabilirler. Görsel efektlerdeki tartışmasız başarıyı bir kenara koyarsak, filmin ufak tefek kusurları da yok değil. Öncelikle ekibi oluşturma, malzemeleri yerleştirme vesaire gibi yürüyüşe hazırlık çalışmalarıyla geçen filmin ilk yarısında temponun zaman zaman sarktığını ve filmin ikinci yarısındaki seviyeyi yakalayamadığını söyleyebilirim. Bir de Joseph Gordon-Levitt'in film boyunca perdenin önüne geçip bir sunucu gibi yaşadıklarını anlatması, "işte o an gerçekten çok korkmuştum" filan demesi bir tuhaf olmuş. Yönetmen Robert Zemeckis neden böyle bir varyeteye gerek duydu bilmiyorum, ama filmin böyle "elimizden tutup" ne hissetmemiz gerektiğini kelimelerle dikte etmesi kendi adıma gereksiz ve dikkat dağıtan bir manevraydı. Yine de, o unutulmaz yürüyüş bölümü için görülmesi gereken bir yapım (İstanbul ve Ankara'dakiler: Henüz şansınız varken bir IMAX salonunda izleyin).

FRAGMAN

 The Walk (2015) on IMDb

Benim Notum: 7,5 / 10

15 Ekim 2015

Pawn Sacrifice

Amerikalı satranç ustası Bobby Fischer ile Rus rakibi Boris Spassky'nin 1972 yılında İzlanda'da yaptığı ve "yüzyılın maçı" olarak tarihe geçen satranç karşılaşmasının hikayesi. O yılların medyası için Soğuk Savaş’ın satranç tahtasına uyarlanmış hali gibi olan bu mücadeleyi izlerken, aynı zamanda Bobby Fischer'ın psikolojik sorunlarına da tanıklık ediyoruz. Ancak film bizleri Fischer'ın iç dünyasına sokmakta güçlük çekiyor. Benzer bir hikaye olarak John Nash'in hayatını konu alan A Beautiful Mind hemen akla geliveriyor. Genç bir dahinin yavaşça zihninin kontrolünü kaybetmesi ve paranoyaklaşması o filmde çok daha etkileyici bir biçimde anlatılmıştı. Burada ise Tobey Maguire'ın oyunundan mıdır, senaryonun çocukluk / gençlik yıllarını çabuk geçmesinden midir nedir, Bobby Fischer'a karşı herhangi bir sempati duyamıyoruz. Çok etkileyici olabilecek bir gerçek yaşam hikayesi çok düz bir şekilde anlatılmış. Gelecekte Fischer’ın dehasını ve sorunlarını anlatan daha iyi filmler çekilecektir diye düşünüyorum.

FRAGMAN

Pawn Sacrifice (2014) on IMDb

Benim Notum: 6 / 10


9 Ekim 2015

Everest

Everest, dünyanın en yüksek tepesine tırmanan bir grup dağcıyı, hazırlık aşamasından zirveye çıkışa, sonrasında da geri dönüşe kadar  adım adım takip etmemizi sağlayan neredeyse belgesel tadında bir yapım. Anlatılan hikayenin gerçek olduğunu ve 1996 yılında yaşandığını ekleyelim. Film öncelikle bilgilendirici yönüyle dikkati çekiyor: "Bir Boeing 747'nin uçuş yüksekliğindeki" hava ve çevre koşullarında aslında normal bir insan oğlunun yaşayamaması gerekiyor. Birçok yardımcı araç gereç ve öncesinde aylar süren iklime alıştırma çalışmaları sayesinde dağcılar bu son derece zor tırmanışı becerebiliyorlar (en azından bir kısmı). Film, daha önceleri "oh ne güzel, bol bol temiz hava, güzel manzara" diye baktığımız dağcılık işinin hiç de uzaktan göründüğü gibi olmadığını kafamıza çakıyor. Ancak senaryonun çok fazla karakterle tıka basa dolu olması filmin dramaturjik yönünü olumsuz etkiliyor. İzleyiciler olarak sayıları yirmiyi bulan karakteri iki saatlik bir filmin içinde yeterince tanıyamadığımızdan onları pek fazla umursamıyoruz. Dolayısıyla karakterlerin hayatta kalıp kalmamasının heyecanını da tam anlamıyla hissedemiyoruz. Son tahlilde, etkileyici görüntüleri ve öğretici yanı için izlenebilecek bir yapım.

FRAGMAN

Everest (2015) on IMDb

Benim Notum: 7 / 10

7 Ekim 2015

Sicario

"2011'in En İyileri" listemdeki Incendies ve "2013'ün En İyileri"nden Prisoners'ın yönetmeni Denis Villeneuve, bir kez daha yılsonu listeme girecek gibi görünüyor. Demek ki artık Kanada'nın Fransızca konuşulan bölgesinden (Quebec) çıkıp gelen bu genç adamın, çağdaş sinemanın en iyi yönetmenlerinden biri olduğunu kabul etmemiz gerek. Villeneuve'ün bir sonraki projesinin yeni Blade Runner filmi olduğunu öğrenmek ne heyecan verici!..

Sicario, Meksikalı bir uyuşturucu kartelinin tepesindeki ismi ele geçirmeyi amaçlayan uzun soluklu bir operasyonun detaylarını anlatıyor. Aslına bakarsanız hikayede belki çok farklı, çok yenilikçi bir unsur yok, örneğin Incendies'deki gibi şok edici bir gerçekle karşılaşmıyoruz. Ancak yaratılan atmosfer o kadar başarılı ki... Villeneuve, Prisoners'da da birlikte çalıştığı görüntü yönetmeni Roger Deakins'in de katkılarıyla, filmin karanlık ve umutsuz öyküsünü etkileyici karelerle perdeye yansıtmayı başarıyor. Hangi birini anlatmalı: Örneğin 4-5 tane CIA jipinin sınırdan Meksika'ya geçişini gösteren havadan yapılmış çekim.... Sonuçta ortada olan biten bir şey yok, ama öylesine ustaca yapılmış bir çekim ki, o sahne boyunca koltuğunuzun köşesinde doğrulup gözlerinizi perdeden ayıramıyorsunuz. Ya da gece çekimleri... Hep görmüşüzdür, sinemada gece sahnelerinde nedense karakterlerin yüzüne bir yerlerden bir ışık vurur. Sözde etraf zifiri karanlıktır ama biz herşeyi ayna gibi görürüz. İşte Sicario'da öyle değil, karanlık ilk defa gerçekten karanlık. Silahların konuşmaya başladığı operasyon sahneleri ise bana -yine çok sevdiğim- Zero Dark Thirty'yi anımsattı. Elbette filmde sadece çatışma sahneleri, uçuşan kurşunlar yok. “Sicario”nun farklarından biri, sinemada defalarca gördüğümüz derin devlet eleştirisini tekrar etmekten ziyade sorunu daha insani bir boyuta taşıması. Dennis Villeneuve, suç batağında yaşayan Meksika halkına duyarlı bir bakış getirmenin yanısıra çetelere karşı savaşanların ahlaki çelişkilerini de açıklıkla anlatıyor. Kolay kolay karşınıza çıkmayacak sağlam ve çarpıcı bir film.

Not: Tıpkı bir alttaki Mr.Holmes gibi Sicario'nun da Türkiye sinemalarında şöyle bir görünüp, bir hafta sonra hemen gösterimden kalkması ne acı... İyi filmleri sinemada yakalayabilmek için ciddi çaba gerekiyor.

FRAGMAN

Sicario (2015) on IMDb

Benim Notum: 8,5 / 10

28 Eylül 2015

Mr. Holmes

Özel dedektifliği bırakalı otuz yıl olmuş, artık 90 yaşına gelmiş ve belleğini yavaş yavaş yitiren bir Sherlock Holmes, yıllar önce emekli olmasına sebep olmuş travmatik bir meseleyi yeniden hatırlamaya ve çözmeye çalışıyor. Yetenekli yönetmen Bill Condon (Gods and Monsters, Dreamgirls) harika bir senaryodan yola çıkarak karşımıza inceliklerle dolu bir film getiriyor. Başlarda nereye bağlanacağını bilemediğimiz üç farklı öykünün heyecanı ve ilginçliği giderek yükseliyor. Başta karmaşık görünen olayların örgüsü ustalıkla çözülüyor ve aykırı gözüken öykülerin içi dolduruluyor. Hepsinden önemlisi de bütün o polisiye entrikaların ardından son derece sıcak ve insancıl bir mesaj ortaya çıkıyor. Mr. Holmes insan olmanın değerini, anlamını anlatan o güzel, ince ruhlu filmlerden.  

FRAGMAN

Mr. Holmes (2015) on IMDb

Benim Notum: 8 / 10

23 Eylül 2015

No Escape

Adı belirtilmeyen (ama büyük olasılıkla Kamboçya olan) bir "güneydoğu Asya" ülkesine tayin edilen Amerikalı bir mühendis, ülkede çıkan vahşi bir ayaklanmanın tam ortasında kalıyor ve ailesini bu cehennemden kurtarmaya çalışıyor. Filmi hikayedeki ahlaki boyuta hiç takılmadan sadece teknik olarak değerlendirirsek, aslında oldukça başarılı bir gerilim olduğunu söyleyebiliriz. Korku filmlerinden gelme yönetmen John Eric Dowdle yarattığı tekinsiz atmosferle bizi baştan sona avucunun içine almayı beceriyor. Olaya daha politik açıdan yaklaşmayı tercih eden hassas ruhlar ise senaryodaki doğuya ve üçüncü dünya ülkelerine fazla üstten ve küçümseyici bakan, “zalim çapulcular / şahane batılılar” tavrından rahatsız olabilirler.      

FRAGMAN

No Escape (2015) on IMDb

Benim Notum: 7 / 10

21 Eylül 2015

The Man from U.N.C.L.E.

Guy Ritchie'nin yönettiği The Man from U.N.C.L.E. 60'lı yılların soğuk savaş temalarıyla dolu ajan filmlerine selam göndermeyi amaçlayan bir yapım. O dönemin tarzına, giyim kuşamına meraklıysanız hoşunuza gideceği kesin. Ancak hikaye örgüsü yeterince ilginç değil. Açılıştaki aksiyon sahnesi oldukça başarılı olsa da, filmin ikinci yarısındaki çatışma ve kovalamaca bölümleri aynı seviyeyi koruyamıyor. Filmde önce bir olayı gösterip, sonra "bakın aslında şöyle olmuştu" diyen Ocean's Eleven tarzı sekanslardan bolca var. Bu bölümler bir tane olsa tamam da, 4-5 kere tekrarlanınca insan izlediği her sahneye "bakalım bunun altından ne çıkacak" diye bakmaya başlıyor. Sonuç olarak, 1960’lar nostaljisiyle dolu, son derece biçimci, şık ama öyküsü yavan bir ajan filmi.  

FRAGMAN

The Man from U.N.C.L.E. (2015) on IMDb

Benim Notum: 6 / 10

4 Eylül 2015

Kraftidioten

Çok sevdiğim İskandinav sinemasından başarılı bir örnek daha. Oğlunu öldüren mafyadan intikam almaya çalışan kar küreme makinaları operatörü "örnek vatandaş" Nils'in hikayesi. Baştan sona karlar üzerinde geçen bu Norveç yapımı suç hikayesi içerdiği kara mizah ile hemen Coen kardeşlerin Fargo'sunu hatırlatıyor. Farklı lezzetleri özleyenlere...

FRAGMAN

In Order of Disappearance (2014) on IMDb

Benim Notum: 7,5 / 10

2 Eylül 2015

The Age of Adaline

İnandırıcılığı zorlayan birtakım mucizeler sonucunda sürekli 29 yaşında kalan ve aynı fiziği hep koruyan Adaline'ın hikayesi. Çağımızda birçok insanın ulaşmaya çalıştığı "ebedi gençlik" kavramı, bu hikayede Adaline'ı hep kaçmaya ve yalnızlığa sürükleyen bir tür lanet olarak sunuluyor. Ancak filmimiz genç kalmanın yarattığı sorunlar üzerine düşündürmekten ziyade öncelikle bir aşk hikâyesi anlatmayı hedefliyor. Televizyon dizileri ile şöhrete ulaşan Blake Lively, narin ve mesafeli tarzıyla Adaline rolüne çok iyi oturmuş. Aslında ilginç bir çıkış noktasına sahip olan The Age of Adaline belirli bir noktadan sonra tesadüfler ve sürprizlerle iyiden iyiye eski usul bir aşk filmi kıvamına geliyor ve başlangıçtaki ilginçliğini kaybediyor. Nicholas Sparks romanlarını seven romantiklerin daha fazla hoşuna gidebilir.

FRAGMAN

The Age of Adaline (2015) on IMDb

Benim Notum: 6 / 10

20 Ağustos 2015

Southpaw

Southpaw bildiğimiz Rocky formülünü modern soslarla servis eden bir boks filmi. Zirvedeyken herşeyini kaybetme, sonra yaşlı bir antrenör ile sıfırdan başlama teması özellikle Rocky 3 ile çok benzerlikler taşıyor. Ancak kameranın arkasında işinin ehli bir yönetmen, önünde de iyi oyuncular olunca, hikaye ne kadar tahmin edilebilir olsa da keyifle izleniyor. Training Day ve The Equalizer gibi filmlerin yönetmeni Antoine Fuqua'nın boks karşılaşmalarını çekerken kamerayı seyircinin göz hizasına yerleştirmesi, ringdeki boksörün yaşadıklarını birebir hissetmemizi sağlıyor ve gerçeklik duygusunu arttırıyor. Daha altı ay önce Nightcrawler ile bizi şaşırtan Jake Gyllenhal, yine sadece fiziksel değişimle yetinmeyip, duruşu konuşması ile tamamen rolün içine giriyor ve bize gerçek hayattaki aktörü unutturuyor. Antrenör rolündeki Forrest Whittaker ve küçük kızı oynayan Oona Laurence da çok iyiler. Eğer bu film ABD'de yazın değil de Kasım ayında gösterime girseydi oyunculuk dallarında üç Oscar adaylığı gelebilirdi; ama Akademinin hafızası kısa sürelidir, büyük olasılıkla Oscar vakti geldiğinde bu performanslar unutulacak.

FRAGMAN

Southpaw (2015) on IMDb

Benim Notum: 7 / 10


13 Ağustos 2015

Pride

Bazen farklı uçlarda yer alan sınıflar, aynı zorba güç tarafından hırpalandıklarında, özgür, eşit, adaletli bir yaşam için aynı ortak paydada birleşirler; işte o zaman önyargılar yıkılır, ezberler bozulur (Gezi'de de biraz bunu yaşamadık mı?). 1984 yılında İngiltere’de greve giden maden işçileri için destek kampanyası başlatan bir grup eşcinsel aktivistin gerçek hikâyesini anlatan Pride da bizi dayanışmanın özüne, gerçek anlamına götürüyor. İngiliz aktör Stephen Beresford'un, BAFTA ödülü kazanan bu ilk senaryosu, İngiliz işçi sınıfının tarihindeki önemli bir olaya büyük bir sevgi, duyarlılık ve sorumluluk duygusuyla yaklaşıyor, ayrıca içerdiği keskin ve tipik İngiliz mizahıyla da dikkat çekiyor. Yönetmen Matthew Warchus, harika bir oyuncu kadrosunun desteğiyle farklı uçlardaki karakterler arasındaki kaynaşmayı filmin asıl gücü haline getirmeyi başarıyor. En önemlisiyse filmin içerdiği ve önerdiği o benzersiz hoşgörü mesajı. Pride, inandırıcı karakterleriyle öne çıkan, dayanışmanın anlam ve önemini vurgulayan duygusal, eğlenceli bir film.

FRAGMAN

Pride (2014) on IMDb

Benim Notum: 8 / 10

11 Ağustos 2015

Mission: Impossible - Rogue Nation

Yaklaşık yirmi yıla yayılan Mission Impossible filmlerinin her bölümü başka bir yönetmen tarafından çekilmiş ve her yönetmen de kendi tarzını bu seriye yansıtmıştı. Örneğin Brian De Palma'nın yönettiği ilk film daha çok casusluk entrikaları ile öne çıkarken, Güney Koreli aksiyon ustası John Woo'nun yönettiği ikinci film yönetmenin kendine haz stilize aksiyon sahneleri ile doluydu. Dubai'deki gökdelen sahnesi ile hatırlayacağımız 2011 yapımı Ghost Protocol ise belki de serinin zirvelerinden biriydi. Bu beşinci halka aslında biraz Ghost Protocol ile birinci filmin güzel bir karışımı gibi. Kahramanlarımız iyi yazılmış bir senaryo ile bir yandan çeşitli entrikaları, gizemleri çözmeye çalışırken, bir yandan da Fast and Furious filmlerini aratmayacak görkemli aksiyon sahneleri izliyoruz. Bunlardan özellikle Fas'ta geçen motosikletli takip bölümünün sinemada gördüğüm en iyi kovalamaca sahnelerinden biri olduğunu söylemeliyim. Başından beri Mission Impossible filmlerinin yapımcılığını da üstlenen Tom Cruise, bir anlamda çocuğu gibi gördüğü bu "franchise" için yine tüm benliğini ortaya koyuyor. Hemen başta, havalanmak üzere olan dev bir uçağa sıçrayıp, uçağın dışında bir süre asılı kaldığı sahne de dahil olmak üzere, Cruise tüm film boyunca dublör kullanmamış. Seriye yeni katılan kadın ajan rolündeki İsveçli aktris Rebecca Ferguson ise hem güzelliği hem dövüş sahnelerindeki ustalığı ile filme müthiş katkı sağlıyor. Eminim ileride kendisinden çok söz ettirecek.

FRAGMAN

Mission: Impossible - Rogue Nation (2015) on IMDb

Benim Notum: 7,5 / 10

28 Temmuz 2015

Ant-Man

Diğer Marvel üstün-yapımları gibi kalabalık bir kadroya ve gökyüzünden düşen şehirler tarzında şaşaalara sahip olmayan, oldukça alçak gönüllü bir bilimkurgu / aksiyon filmi. Ama bence güzelliği de bu kendini ciddiye almayan tavrından geliyor. Filmde birçok doğru seçim yapılmış. Öncelikle Ant-Man´i canlandıran Paul Rud´ın mizaha yetenekli ve sempatik bir aktör olması bir oyuncu seçimi başarısı. Tür olarak bilimkurgu ve aksiyon ağırlıklı olsa da, ince bir mizah duygusu tüm filme hükmediyor. Süper kahraman filmlerinde komedinin değil, trajik bir karanlığın ve psikolojik alt metinlerin tercih edildiği bir dönemde “Ant-Man”in aksi yönde ilerlemesi bir cesaret örneği.

FRAGMAN

Ant-Man (2015) on IMDb

Benim Notum: 7,5 / 10


15 Temmuz 2015

Run All Night

Fragmanı izlediğinizde bunun bir nevi Taken 4 olduğunu düşünebilirsiniz. Yine Liam Neeson, yine aksiyon, yine ailesini koruyan eski bir suikastçi. Ancak, bu film Taken serisinden biraz daha farklı. Bir kere Taken 3'ten kesinlikle çok daha iyi (Taken 3 o kadar kötüydü ki, blogda yazmaya bile değer görmedim). Ayrıca karakter gelişimine önem veren senaryosu ve mafya aile ve polis üçgeninde seyreden karanlık öyküsü ile bir sabun köpüğü olmamayı başarıyor. Filmin tamamının bir gecede başlayıp bitmesi hikayeye tempo katıyor. Görsel efektler ve patlamalar çatlamalarla dolu aksiyonlar yerine, eski usül suç ve hesaplaşma hikayelerini sevenler Run All Night'a bir şans verebilirler.

FRAGMAN

 Run All Night (2015) on IMDb

Benim Notum: 7 / 10

10 Temmuz 2015

Terminator Genisys

Sinemaya oğlum ve onun bir arkadaşı ile birlikte gitmiştik. Filmden sonra oğlumun arkadaşı dedi ki: "ilk iki filmi izlemediğimiz için ben konuyu pek anlayamadım". Onu şöyle yanıtladım: "valla ben ilk dört filmi de izledim, ama ben de bir şey anlamadım"... "Madem Arnold valilik işlerini filan bırakıp yeniden sinemaya döndü, e bir Terminatör yakışır artık" deyip serinin beşinci filmini yapmaya kalkan yapımcılar, Sarah ve John Connor'ın zaman çizgisi üzerindeki hikayelerini öyle bir karıştırmışlar ki, olayları mantıklı bir düzleme oturtmak mümkün değil. Hikayeyi boşver aksiyona bak desek, aksiyon sahneleri de öyle pek akılda kalıcı olmamış; mesela taa 24 sene önce çekilen Terminator 2'nin (o kadar oldu mu yahu) aksiyon sahneleri bu filmden çok daha başarılıydı. Filmden geriye sadece "bari gemiyi ben kurtarayım" diyen 70'lik Arnold'un sempatik performansı kalıyor. Sonuç olarak, ilk iki Terminator filmine büyük bir saygısızlık olarak gördüğüm nafile bir para kazanma çabası. Kafayı boşaltıp izlenebilecek bir haftasonu eğlencesi diyeceğim ama, bu yazın filmleri de hep öyle olmaya başladı.

FRAGMAN

Terminator Genisys (2015) on IMDb

Benim Notum: 5 / 10

25 Haziran 2015

Chappie

Neill Blomkamp'in yokuş aşağı gidişi devam ediyor: 2009 yılında çağdaş ve özgün bir bilim-kurgu örneği olan, benim de o yılın "en iyi 10'u" arasına seçtiğim District 9 ile herkesin dikkatini çeken bu genç Güney Afrikalı yönetmen, 2013'te Matt Damon'lı Elysium ile ilk hayal kırıklığını yaratmıştı. Chappie ise ne yazık ki Elysium'un seviyesini bile yakalayamıyor. Öykü, suçun kontrolden çıktığı yakın geleceğin Johannesburg şehrinde geçiyor. Yazılımını yaptığı polis robotlarıyla büyük başarı yakalayan genç mühendis Deon (Dev Patel), insan gibi öğrenen, düşünen ve karar veren yeni bir robot yapmaya çalışırken işler sarpa sarıyor: Prototip robot Chappie bir suç çetesinin eline geçiyor. Aslında filmin kadrosunda, aynı şirkette çalışan kötü adam Hugh Jackman gibi bir cevher varken, film nedense Chappie'nin bu suç çetesiyle geçirdiği zamana odaklanıyor ve bir saat boyunca son derece itici tipler olan çete elemanlarının robotumuza "gangster" olmayı öğretmesini izliyoruz. İnandırıcı ve etkileyici karakterlere sahip olmayan, sadece başarılı aksiyon sahneleriyle ayakta durmaya çalışan, bahse konu robotlar gibi "mekanik" bir bilim-kurgu.

FRAGMAN

Chappie (2015) on IMDb

Benim Notum: 5,5 / 10

16 Haziran 2015

Jurassic World

1993 yapımı Steven Spielberg imzalı Jurassic Park pek çok açıdan sinema tarihinde çığır açan bir yapımdı. Bir kere hem görsel efektler hem de ses efektleri bakımından daha önce görmediğimiz teknolojik yeniliklerle bizi tanıştırmıştı. Film gösterime girmeden önce fragmanlarında dinozorlar özellikle gösterilmemişti. Sonrasında filmi izlerken dev bir T-Rex'i kanlı canlı karşımızda gördüğümüzde gözlerimize inanamamıştık. Ses olarak da yanılmıyorsam, Türk seyircisinin Dolby Digital ses düzeni ile ilk kez tanıştığı filmdi. Kadıköy Süreyya sinemasında filmi izlerken yaklaşan dinozorun ayak seslerinde o bangır bangır basları karnımda hissettiğimi hatırlıyorum. Sadece teknik departmanlarda değil, senaryo ve yönetim olarak da Steven Spielberg'in tüm dehasını yansıttığı bir proje olmuştu Jurassic Park. Peki Steven Spielberg'in aynı sene içerisinde hem Jurassic Park'ı hem de bol Oscar'lı Schindler's List'i çektiğini hatırlar mısınız? Öylesine becerikli bir adamdı muhterem.

Dönelim bugüne. 22 yıl sonra gelen bu devam filmi yeni nesilleri Jurassic evreni ile tanıştırmak için iyi bir fırsat. Oğlum bayıldı örneğin. Mısırın yanında iyi giden güzel bir haftasonu eğlencesi olduğunu söyleyebilirim. Ama ne yazık ki, orjinal Jurassic Park'ı görmüş bizler için ilk filmdeki o yaratıcılığı, senaryodaki zekice buluşları bu filmde bulmak mümkün değil. Bu daha çok "dinozorlar geliyor, kaçın" şeklinde özetlenebilecek bir film olmuş. Spektaküler görüntülerine rağmen, iki boyutlu karakterler ve klişelerden sıyrılamayan, hazır malzemeden yeni postlar çıkarmanın peşine düşmüş ticari bir yapım. Ama yine de kendini seyrettirmesini biliyor.

FRAGMAN

Jurassic World (2015) on IMDb

Benim Notum: 6,5 / 10


9 Haziran 2015

San Andreas

Filmin senaryosunu beş-altı kelime ile toparlamak mümkün: "California'da depremler olur ve The Rock insanları kurtarır." Başka? Başka da pek bir şey yok aslında. Öte yandan, bu filme gidip, "ben hayal kırıklığına uğradım" diyeni de dövmek lazım herhalde. Yani ne bekliyordunuz ki?.. San Andreas en azından vaad ettiklerini tamamen karşılıyor: Çok başarılı özel efektlerle dolu görkemli ve gürültülü bir felaket filmi. Doğrusu filmin gerilim duygusuna, CGI kullanımına ve özenli kurgusuna diyecek yok. Ancak arka arkaya gelen depremlerin, tsunamilerin yol açtığı yıkımı perdeye yansıtmada oldukça maharetli olan yönetmen Brad Peyton, iş hikayedeki inceliklere ve karakter geliştirmeye geldiğinde tökezlemeye başlıyor. Tüm yaratıcılığını görselliğe harcamış olan San Andreas, "felaket filmi" denen türün meraklılarını hissettirdiği adrenalinle tavlamayı başarıyor. Fakat yavan hikâyesi nedeniyle izlendiği an unutulacak bir filmden öteye de geçemiyor.

FRAGMAN

San Andreas (2015) on IMDb

Benim Notum: 6,5 / 10


1 Haziran 2015

Black Sea

İkinci Dünya Savaşı sırasında Karadeniz'de batan altın yüklü bir denizaltıyı bulmak için maceraya atılan bir kaptanın (Jude Law) ve tekinsiz mürettebatının hikayesi. "Denizaltı temalı film" denince hemen akla geliveren bir Das Boot ya da bir The Hunt for Red October değil belki, ama yine de bir denizaltının klostrofobik ortamını başarıyla seyirciye aktaran ve merak duygusunu düşürmeden izleten iyi bir macera filmi. İskoç aksanıyla oynayan Jude Law filmin en güçlü kozu.

FRAGMAN

Black Sea (2014) on IMDb

Benim Notum: 7 / 10

26 Mayıs 2015

Mad Max: Fury Road

Filmin 95. dakikası civarlarında ana karakterlerimiz geriye dönüp kaleyi ele geçirmeye karar verdiklerinde, "nasıl yani" diyorsunuz, "dahası da mı var?". Çünkü o vakte kadar yoğun aksiyondan ve adrenalin yüklemesinden zaten bitap bir hale gelmişiz. Ama George Miller en iyisini en sona saklamış. Mad Max: Fury Road'u izlediğinizde, kameranın arkasındaki yönetmenin 20'li yaşlarda asi, çılgın, uçuk bir genç olduğunu düşünebilirsiniz. Film o derece enerjik, o derece avangard. Ama taa 1979 senesinde bizi Mel Gibson'la tanıştıran ve daha sonra iki Mad Max filmi ile seriyi devam ettiren George Miller, ilk filmden neredeyse 40 yıl sonra yeniden işbaşı yapıyor ve artık 70 yaşına gelmesine rağmen, o eski "Mad Max atmosferini" yeniden canlandırmayı başarıyor, ve hatta biraz daha geliştirerek. Miller, kostümleri, silahları, otomobil, kamyon, alet edevat tasarımlarıyla kıyamet sonrasının motorize vahşetini, uygarlığın bittiği noktayı etkili bir görsel deneyim olarak yaşatıyor bizlere. Bilgisayar efekti içermeyen, gerçek araçların ve dublörlerin kullanıldığı inanılmaz aksiyon sekansları, mükemmel set tasarımları ve Furiosa rolünde unutulmaz bir kadın kahraman bu benzersiz deneyime eşlik ediyor.

Aksiyon sineması tarihine baktığımızda, bazı filmlerin kilometre taşları olduklarını görürüz: 1981 Raiders of the Lost Ark, 1988 Die Hard, 1991 Terminator 2, 1999 The Matrix, 2008 The Dark Knight sadece gişe başarısı elde etmekle kalmadılar, sinemada aksiyonu yeniden tanımlayan filmler olarak tarihe geçtiler. Gönül rahatlığıyla (ve yüksek sesle) söyleyebilirim ki Mad Max: Fury Road aksiyon sinemasında bir kilometre taşıdır. Bu sene gördüğüm en iyi film ve uzun süredir gördüğüm en iyi aksiyon filmi. Eğer 80'li yıllardaki Mel Gibson'lı Mad Max filmlerini izlediyseniz ve o filmlerdeki post apokaliptik dünya size hitap ediyorsa, bu haftasonu işi gücü bırakıp Fury Road'u izlemeye gidin. Küçük bir uyarı: Eğer daha önce hiç Mad Max filmi izlemediyseniz, bu filmdeki "delilik" düzeyi size biraz aşırı gelebilir. Bir de kesinlikle 18+ olduğunu söylemem lazım, yanılıp da çoluk çombalak gitmeyin.  

ARALIK 2015 EDIT: Mad Max Fury Road "En İyi Film" ve "En İyi Yönetmen" dallarında Altın Küre'ye aday oldu. Oscar'a da aday olacak.

OCAK 2016 EDIT: Mad Max Fury Road "En İyi Film" ve "En İyi Yönetmen" dahil tam 10 dalda Oscar'a aday oldu.

FRAGMAN

 Mad Max: Fury Road (2015) on IMDb

Benim Notum: 9 / 10

21 Mayıs 2015

Still Alice

Julianne Moore'a bu seneki En İyi Kadın Oyuncu Oscar'ını kazandıran Still Alice'i izlemeden önce, her zamanki "kadın oyunculara 3 derste garantili Oscar kazandırma yöntemi"nin Moore için de işletildiğini düşünmüştüm: yıllardır tanıdığımız bildiğimiz güzel bir kadın oyuncu alınır, büyük bir fiziksel değişim ile çirkinleştirilir ve ödüller beklenir. Örnekleri çok var: Halle Berry (Monster's Ball), Nicole Kidman (The Hours), Charlize Theron (The Monster) ve Kate Winslet (The Reader). Ama yanılmışım... Alzheimer hastalığına yakalanan bir profesörün hikayesini anlatan Still Alice'te Julianne Moore filmin son 10 dakikasına kadar dış görünüş olarak pek değişmiyor, alımlı halinden bir şey kaybetmiyor. Moore, hayatı boyunca aklıyla bir yerlere gelmiş ve takdir toplamış başarılı bir öğretim görevlisinin yavaş yavaş hafızasının silinmesine tanıklık etmesini, son derece abartısız ve nüanslı bir oyunla perdeye yansıtmış. Başka bir oyuncunun elinde kolayca melodrama kayabilecek bir malzeme Moore'un Oscar'ı hakeden performansı sayesinde gerçekçi bir şekilde anlatılabilmiş. Öte yandan, bir televizyon filmi kıvamında ilerleyen filmde Julianne Moore'un oyunu dışında çok fazla övülecek bir taraf da yok.

FRAGMAN

Still Alice (2014) on IMDb

Benim Notum: 6,5 / 10

13 Mayıs 2015

It Follows

Korku sineması ile elektronik müzik arasındaki bu dayanılmaz kimyanın sebebi nedir; bir synthesizer'dan çıkma notalar neden ürperti katsayısını böyle arttırır (aşağıdaki FRAGMAN yazısının üstüne tıklayarak ne demek istediğimi daha iyi anlarsınız)? It Follows öncelikle müzikleriyle 70'lerin sonu, 80'lerin başlarındaki Halloween, The Thing, The Fog gibi John Carpenter klasiklerine bir saygı duruşu niteliği taşıyor (ki o filmlerin müziklerini de bizzat John Carpenter kendisi yapmıştı). Zaten filmin genelinde de bir retro 80'ler havası hakim. Yönetmen David Robert Mitchell, arka arkaya gelen bol kanlı şiddet sahneleri yerine, gerilimi başarılı bir sinematografi ile vermeyi tercih etmiş. Şeytani bir güç tarafından izlenme teması çok özgün değilse de, tüyleri ürperten biçimde verilebilmiş. Filmin dekorunu oluşturan terk edilmiş banliyö semtleri ve boş büyük binalarıyla ekonomik durgunluğu simgeleyen tekinsiz Detroit sokakları filmdeki rahatsız edici tonun etkisini arttırıyor. It Follows belki çok korkutucu olmayan mütevazı bir gerilim, ama korku türüne ve korku sineması tarihine meraklılar için değerli bir maden niteliğinde.  

FRAGMAN

It Follows (2014) on IMDb

Benim Notum: 7,5 / 10