16 Şubat 2012

The Artist

Amerika ve İngiltere'deki bazı sinema salonları, The Artist'in bir "sessiz film" olduğunu bilmeden içeri giren ve filmin ortasında salondan çıkan seyircilere bilet paralarını iade etmişler. İzmir'de bizim izlediğimiz salonda da, hemen arkamızdaki sırada oturan yirmili yaşlarda gençlerden oluşan gruptan "eh yani Orçun, bizi getirdiğin filme bak!" şeklinde isyan nidaları yükseliyordu. Eminim Türkiye'de de bilet parasını geri isteyen olmuştur. Evet en baştan şuraya kayıt düşelim: Tamamı sessiz, tamamı siyah-beyaz çekilmiş deneysel bir film bu. Fransız yönetmen Michel Hazanavicius 1920'lerin havasını yaratmak için teknolojiyi kullanmaktan özellikle kaçınmış. Örneğin, artık tüm perdeyi kaplayan sinemaskop filmlere alıştığımız şu günlerde, The Artist eski Hollywood yapımlarının en/boy oranı olan 4/3 formatı ile çekilmiş. Ayrıca filmin hiçbir sahnesinde zoom kullanılmamış. Bu teknoloji yoksunluğunun, katıksız nostaljik bünyeler dışında, filme bağlanmayı olumsuz etkilediği kesin, en azından bende öyle oldu. Günümüz sinema endüstrisine hizmet eden tüm ses teknisyenlerini ve tüm ses efekti uzmanlarını saygıyla andım film boyunca, "ne değerli adamlarmış" dedim.

Filmi kötülüyor gibi de olmayayım, The Artist kendi içinde belli bir mizah duygusunu barındıran, kendisiyle dalga geçmeyi becerebilen samimi bir film. Sessizliğin ortasında kıkırdamanıza yol açacak son derece ilginç hoşluklar içeriyor. Aday olduğu en iyi film Oscar'ını da 27 Şubat tarihinde büyük olasılıkla alacaktır, ilk işaretler onu gösteriyor. Benim ölçülerimde ise Oscarlık film, birkaç kez izlemek isteyeceğim filmdir. The Artist'e gittiğime pişman mıyım, asla değilim. Peki bir kez daha izlemek ister miyim?.. Yok almayayım. (6,5)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder