İncir Reçeli aslında ilgi çekici bir şekilde açılıyor. Karakterlerin doğallığı, diyalogların hayatın tam ortasından kopup gelmesi filme ısınmamızı kolaylaştırıyor. Evinin kapısına gelen Metin'in "hassiktir ya, sigara almayı unutmuşum" demesi gibi günlük konuşmalar bunlar. Ancak bir süre sonra, o baştan çıkarıcı içtenlik kaybolmaya başlıyor. İki sevgili evin her tarafını mumlarla donatıp, çıplak bir şekilde karşılıklı bağdaş kurup birbirlerine büyük laflar etmeye başladıklarında, yukarıda sözünü ettiğim samimiyet duygusu da pencereden uçup gidiyor. Zaten filmin neredeyse tüm ikinci yarısı "bana bir şeyi sevme hakkını vermediler, ben de incir reçelini sevdim" tarzında post-it cümlelerden oluşuyor. Bir sahnede evin tüm duvarlarının post-it'lerle doldurulması bu açıdan ironik, o sahne sanki filmin genel manzarasını da özetliyor. Oyuncu seçiminde de problemler olduğunu düşünüyorum, ana rollerde başka iki isimle yönetmen Aytaç Ağırlar anlatmak istediklerini daha iyi aktabilirmiş bizlere. Duygu'yu canlandıran Melike Güner'in "deli dolu çılgın kız" kompozisyonu bana yapmacık geldi. Sezai Paracıkoğlu'nun "tiyatrocu" formasyonu ise her sahnede bize kendini belli ediyor. Bunu olumsuz anlamda söylüyorum, çünkü sinema dili başka bir şey. Yine de birçok Türk filminden daha iyi, şans vermeye değer bir yapıt. O andaki duygusallık durumlarına göre çok sevenler de çıkacaktır İncir Reçeli'ni... (6,5)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder